Gündemimize mutlaka olaylı haberlerle, 'kaç can alacak' diye düşünüp endişelendiğimiz bir gün olarak giren 21 Mart gününe, bu sene de Türkiye'de büyük bir gerginlikle, taşkınlıkla, yaralanma ve ölümlerle girildi. Hatta o güne varmadan korkulan oldu.
İsminde dahi mutabık olamadığımız bir bayram Nevruz. "Nevruz mu, Newroz mu?" diye kara kara düşünülen, ismi üzerinde dahi polemiklere girilen, geldi gelecek diye ürkülen, olay çıkacağından neredeyse emin olduğumuz 21 Mart günü geldi çattı.
"Nedir bu bayram ve nasıl kutlanmalı?" sorusunu bize sordurtan günlerle buluştuk yine.
"İran'lılar Noruz, Kürtler Newroz, Özbekler Navruz, Türkmenler Nowruz, Kazaklar Nauriz, Kırgızlar Nooruz, Azeriler Novruz, Kırım Tatarları Navrez derler ve Farslar, Kürtler, Azeriler, Anadolu Türkleri, Afganlar, Arnavutlar, Gürcüler, Türkmenler, Tacikler, Özbekler, Kırgızlar, Karakalpaklar, Kazaklar tarafından geleneksel yeni yıl ya da doğanın uyanışı ve bahar bayramı olarak kutlanır. " (Vikipedi)
İslami bir kökeni olmayıp, hatta 'hurafe' diye de nitelendirilen bu bayram, birçok yerde büyük bir coşku ve heyecanla kutlanır. Anadolu ve Orta Asya Türklerinde, Göktürklerin Ergenekon'dan çıkışı olarak kabul edilir mesela.
Nevruz, genellikle şehir dışındaki bölgelerde ve açık alanlarda bir araya gelinerek ve baharın gelişinin habercisi olarak karşılanır. Renkli kıyafetlerin giyildiği, halayların çekildiği, ateşlerin yakıldığı ve bu ateşin etrafında dönüldüğü, üstünden de atlanıldığı bir atmosferde gün son bulur.
Hal böyleyken durum neden bu kadar vahim ve olaylı hale gelmektedir?
"Kürtlerde, Nevruz'un Demirci Kawa Efsanesi'ne dayandığına inanılır. Kürt mitolojisindeki Kawa efsanesine göre, günümüzden 2500 yıl öncesinde Zuhak (Bazı kaynaklara göre Dehak) adında Asurlu çok ama çok zalim bir kralın altında yaşayan Kawa adında bir demirci vardı. Bu kral tam bir canavardı ve efsaneye göre her iki omuzunda da birer yılan bulunuyordu. Her gün bu iki yılanı beslemek için Kürtlerden iki genci sarayına kurban olarak getirtip aşçılarına bu iki çocuğu öldürtüp beyinlerini yılanlarına yemek olarak verdiriyordu. Aynı zamanda bu canavar kral ilkbaharın gelmesini de engelliyordu. En sonunda bu zulümden bıkan ve bir şeyler yapmak isteyen Armayel ve Garmayel adlı iki kişi kralın sarayına mutfağa aşçı olarak girmeyi başarırlar ve Kralın yılanlarını beslemek için beyinleri alınarak öldürülen çocuklardan sadece birini öldürüp diğerinin gizlice saraydan kaçmasına yardımcı olurlar. Böylece ellerindeki bir insan beyni ile kestikleri bir koyunun beynini karıştırarak yılanlara vererek her gün bir çocuğun kurtulmasını sağlamış olurlar. İşte bu kaçan kişilerin Kürtlerin ataları olduğuna inanılır ve bu kaçan çocuklar Kawa adlı demirci tarafından gizlice eğitilerek bir ordu haline getirilirler. Böylece Kawa'nın liderliğindeki bu ordu bir 20 Mart günü zalim kralın sarayına yürüyüşe geçer ve Kawa kralı çekiç darbeleri ile öldürmeyi başarır. Kawa etraftaki tüm tepelerde ateşler yakar ve yanındakilerle birlikte bu zaferi kutlarlar. Böylece Kürt halkı zalim kraldan kurtulmuş olur ve ertesi gün ilkbahar gelmiş olur." (Vikipedi)
2010'da BM Genel Kurulu, 3000 yıldan beri kutlanmakta olan bu şenliği, (takvimler 21 Mart gününü gösterirken) 'Dünya Nevruz Bayramı' ilan etmiştir. BM Manevi Kültür Mirası Koruma Kurulu ise Nevruzu 'Dünya Manevi Kültür Listesi'ne dâhil etmiştir.
Senelerce gergin kutlanır oldu nice bayramlar(!). İstatistiki verilere dalıp, olayları ve ölümleri hatırlatmak niyetinde değilim. Fakat, 'barış savaşla gelir' cümlesini zihinlerden silememenin burukluğunu yaşıyorum.
Büyük kitlelerin katıldığı gösterilere yer ayırmak, medeni toplumların uzlaşabileceği bir durumdur. Hem inatlaşmayı hem de kutlamanın mantığını beraberce düşünmek durumundayız. Ölümlerin ve yaralanmaların yaşandığı Nevruz Kutlamaları(!)nda maddi hasarın boyutu da azımsanmayacak kadar mühim. Gerilimin ve çatışmanın yükselmesi, kamplaşmayı arttırırken, gelinen nokta bir öncekini aratır hale getiriyor bizleri. Öncelikle 'gün' üzerinde uzlaşmanın sağlanamaması, her iki ucun 'inatlaşma' yarışına girmelerinden öte, çözüm olmaya yanaşmamanın da diğer bir adı doğrusu. Folklorik temalarla, baharın rengine bürünen yöresel kıyafetlerin eşliğinde meydanlarda kutlanması gereken bir günü, gergin hale sokmanın hiç bir geçerli/gerekçeli mazereti olamaz.
Devletin gücü belli, var elbette ki. Polisin sayısını arttırabilir, olmadı ek yardımcı güç çağırabilir. Daha ileri gidip, 'kutlanmamalı, dışarı çıkılmasın' da diyebilir. Hatta sıkıyönetim ilanına kadar bunun yolunun olduğunu bilmeyenimiz yok. Bunlar zaten denenmiş ve sonucu da görülmüş şeyler. Meseleleri 'konuşabilme' derecesine getirdikten sonra, yeniden geriye dönüşü yaşatmanın, açılım politikalarını hiçe saymaktan, sil baştan, tekrar başa dönmekten öte bir anlamı var mı? Mesele bağcıyı dövmek değil de, çözüm üretmekse, bayramın hangi gün kutlanmasının ne önemi var? Bayramlar zaten 'bir kaç gün' olarak kutlanmıyor mu? Ha iki gün önce ha iki gün sonra! Kitlelerin talebini bu kadar gözardı etmenin mantığını kavramakta da ayrıca zorlanıyoruz doğrusu.
Ortalığı yakıp yıkmadan, edepli bir halle bayramı kutlamanın yolu gösterilmeli değil miydi?
18 Mart'ta izin verilseydi ne olurdu? Otorite elden mi giderdi? Otoritenin izin vermemesi kimin işine yaradı?
Provoke edenlerin varlığı kabul edilebilinir ama içinde vekillerin bulunduğu araç, hedef haline getirilmeli miydi? Veya bu kadar yakıp yıkma ve etrafı ateşe verme ‘çözüme ve barışa’ ne katkı sundu?
Yaşananlar, provokasyonu kimlerin yaptığını da tartışılır hale getirmiştir. 'Sorun çıkarma' peşinde olabilenlerin arayıp da bulamadığı bir ortam yaratacaksın, bir diğeri de uzlaşma yolunu tıkayacak, sertlikle ve kaba kuvvetle bastırmaya çalışacaksın... Sonuç ortada:
Kim kazandı? Bu oyunun kazananı yok, kaybedeni çok! Varlıklarını kabul etmediklerimiz, bu olaylar sonrası güç ve taraf toplamayı başarmışlarsa, kimin kazandığı da belli aslında.
Bayramları ‘hiç bir emele‘ alet etmeden, halk özgürce kutlayabilmeli. Halkın bayramlarından 'ellerin' çekileceği günlerin gelmesi temennisiyle;
Bahar geldi, bayram geçti, haberi olan var mı? Zira sanki zemheri karanlıklarda kışı yaşıyoruz.