Gökhan Özcan / Yeni Şafak
Hayattan gasp edilen yıllar
“Genç kimdir?” sorusunu cevabını bilemediğimiz, bilemeyeceğimiz, çünkü gerçek bir merakla zaten sormadığımız bir soru olarak ortaya bırakmıştık bir önceki yazıda. Yanlış anlaşılmasın, aslında herkesin kendince çok güvendiği, yüksek sesle seslendirdiği ve aslında dikte etmek istediği bir tarifi var gençler hakkında. Ancak bu tarifler daha çok ‘genç’ deyince bundan ne anlamak istediğimizle ilgili, gerçeklerle değil! Acizâne kanaatim, bu konuda söylenen sözlerin neredeyse tamamı yukarıdan aşağıya doğru söylenen buyurgan ve ezber sözlerden, boş hamasetten, afaki çıkarımlardan ve kolaycı beklentilerden ibaret... Görmezden gelmekte deli gibi ısrar ettiğimiz nesiller arası derin iletişimsizliği tam da bu noktada kolayca teşhis etmek mümkün!
Öncelikle şunun adını koyalım; çocukluğu gasp edilmiş çocuklardan ve gençliği elinden alınmış gençlerden, bu dönemler boyunca hayatın içinde yaşamaları gereken her türlü insani tecrübeden mahrum bırakılmış nesillerden söz ediyoruz bugün artık.
Doğal çevrelerinden koparılmış, afaki ve kurgusal hedeflere kilitlenmiş, analitik kabiliyetler geliştirmek yerine ezberciliğe yöneltilmiş (MEB’in müfredat yenileme ve seyreltme çalışmalarından haberdarım ve ümitli olmak istiyorum. Öte yandan problem daha fazlasını gerektirecek kadar çok boyutlu ne yazık ki!), tek odaklı, tek istikametli, kapalı devre bir yapı içinde herkesin hemen hemen aynı kişi olmak dışında bir seçeneği yok aslında. O aynı kişinin kişiliğini de ne anne babası ne yakın çevresi ne yaşadığı toplumsal tecrübeler belirliyor, aksine ellerindeki dijital ekranlardan üstlerine giydirilen kara-kurgusal bir ‘insanlık’ kıyafetinin içini doldurmak dışında pek bir seçenekleri yok bu gençlerin.
Malum, o ekranları da ellerine daha neredeyse kundaktayken biz tutuşturduk! Suçu onların ilgisizliklerine, içe kapalılıklarına, asosyalliklerine, sebepsiz agresifliklerine, dikkat bozukluklarına atıp bu suçtan paçamızı kurtarmaya çalışıyoruz.
Suçlu arıyor değilim; dolayısıyla hiç kimsenin savunmaya geçmesine de gerek yok! Bu hepimizin ortak problemi ve meseleyi bu noktaya el birliğiyle getirdik. Bir çözüm arayacaksak birlikte arayacağız; ama önce yanlışı teşhis etmeliyiz.
Çoğu ebeveyn farkında bile değil belki; çocuklarımız bizimle iletişim kurmaktan kaçınıyor. Bunu fark edilmesi kolay bir agresiflikle gürültülü biçimde yapmıyorlar; aksine bize her şey yolundaymış gibi görünebilecek derin bir sessizlik içinde yapıyorlar. İletişim halinde olmayı gerekli kılacak bir şey göremiyorlar bizde. Belki şuur altlarında onları hayattan söküp alarak içine sürüklediğimiz sınav cenderelerinin, test dayatmalarının öfkesi de var. Bizi örnek almıyor, teslim olduğumuz kaotik ve ‘aptalca’ hayat döngüsüne bakarak örnek alınacak bir tarafımız olmadığını düşünüyorlar. Sandığımızdan çok daha zeki her biri, bir o kadar da yalnız... Hayatın öğretebileceği her türlü esneklikten, yol göstericilikten, değerler tecrübesinden mahrum ve yönsüzler... Bu onları ufacık dahi cazibesi bulunan her şeye karşı savunmasız kılıyor.
Yanı başımızda oluyor bunlar ve en sevdiklerimiz başrolünde bu kahırlı hikayelerin. Yine de çok uzağındayız bu olan bitenin.
Gerçek şu ki; bizler de ekranlarla sınırlı olmayan sanal hayatlarımızda, zamanın belli noktalarında donup kalmış ezbere çalışan zihinlerimizle, bu ürkütücü gerçeklerden bihaber, kendi çocuklarımızın dahi kim olduğunu bilmeden hayhuy içinde yaşayıp gidiyor, kendi gerçeklerimizden kaçıyoruz.
Bir başka soruyla bitirelim o halde yazıyı; yeni kuşaklarını bu kadar şuursuzca yetiştirebilen, bu yolu gözü kapalı açan yetişkinler olarak bizler, biliyor muyduk, biliyor muyuz kim olduğumuzu?
*
Lütfen sahip olduğumuz her türlü araçla Filistin’in acılarını, Gazzeli kardeşlerimizin yaşadıklarını, terör devleti siyonist İsrail’in Refah kapısına kadar gelip dayanan akıl almaz zulmünü anlatmaya, duyurmaya devam edelim. Başka meselelere dalıp Gazze’yi terk etmeyelim!