Gündem yüklü, gergin. Bir yandan Ergenekon soruşturması, eylem planları, intiharlar ve suikast haberleriyle ordu, öte yandan da DTP'nin kapatılması davasıyla yargı tartışılan kurumlar.
Bu iki kurumun ortak özelliği, son on yıldır derinleşerek süren demokratik değişime karşı statükocu bir direniş göstermeleri; zamanın 'özgürlükçü' ruhunu 'okumak'yerine 'otoriter cumhuriyet'e demir atmayı tercih etmeleri. Belki de sorun, değişen iç ve dış dinamiklerin Türkiye'yi demokrasiye zorladığını 'okuyamamak' değil. Bence gerçek, bu kurumların direnişlerinin arkasında, 'değişim'den zararlı çıkacaklarına, imkân ve imtiyazlarını kaybedeceklerine ilişkin 'doğru bir okuma' olması.
Tabii bir de statükocu bürokrasi ile bazı 'sivil' kesimlerin 'ittifak'ı var. Kendi siyasal, ekonomik ve entelektüel varlıklarıyla değişimin bir 'aktör'ü olamayan, yükselen yeni toplumsal güçlerle 'serbest siyaset ve ekonomi pazarı'nda rekabet edemeyen 'siviller' ile ordu-yargı blokunun işbirliği demokratik değişime direncin ana eksenini oluşturuyor.
Bu blok, her 'açılım'a karşı; Ergenekon soruşturmasına, askerin sivil denetimine, başörtüsü yasağının kaldırılmasına, Kürt sorununun çözümüne, Ermenistan'la normalleşmeye, Alevi çalıştaylarına, cuntacıların ifşa edilmesine... Mani olmak için kalan bütün güçlerini kullanıyorlar. Muhtıralar hazırlıyorlar, savaş gemisine çıkıp tehditler savuruyorlar, siyasi parti kapatıyorlar, anayasayı delen anayasa kararları veriyorlar, Ergenekon'u sulandırıyorlar...
Direniş noktalarında ortalık toz duman görülüyor; kurumlararası uyumsuzluk, toplumsal gerginlik, çatışma ve bölünme... Sonra da soruyorlar: Nereye gidiyoruz?
Gittiğimiz yer de yön de belli: Demokratikleşiyoruz. 'Madem öyle, nedir bu gerginlikler ve çatışma görüntüleri?' diyenler olabilir.
Demokrasi, istikrar ve uzlaşmanın, iktidar için meşru mücadele zemininin yasal, kurumsal ve toplumsal çerçevesini oluşturan bir rejimdir. Siyasal ve toplumsal gerginlikleri demokratik kurumlar ve kültür yumuşatır, uzlaştırır, yönetir.
Demokratikleşme ise farklıdır; gerginlikler ve çatışmalarla yüklüdür, çünkü iktidarın yeniden müzakere edilmesi, sonunda da el değiştirmesi anlamına gelir. İktidarın, sivil-asker bürokrasi ve onların sivil müttefiklerinden alınıp halkın seçilmiş meşru temsilcilerine iade edildiği bir süreç olan demokratikleşmenin sukûnetle ve suhuletle gidilen bir yol olduğunu söylemek mümkün değildir. İktidar elitleri yıllardır üzerinde oturdukları imkânları ve imtiyazları bir çırpıda bırakırlar mı? Tabii ki 'savaşacaklar' bunun için ve de 'savaşıyorlar'...
Köklü bir iktidar değişimi anlamına gelen demokratikleşme aslında zincirleme bir deprem yaratıyor eski (ancient) rejimin muktedirleri arasında. Son dönemde karşılaştığımız bütün olaylar bir iktidar kaymasında boşta kalan enerjinin eseri. Bu iktidar değişiminin kolay olacağını sanmasın kimse. Demokratikleşmenin kaçınılmaz kıldığı bir süreç yaşanıyor. Belli kurumların, kişilerin, ideolojilerin milli iradeden üstünlük iddiaları demokratikleşen Türkiye'de sorgulanıyor. İktidar, meşru tek kaynağına, halka dönüyor. Ordusu, yargısı, sermayesi, sivil toplumu ve siyaset erbabıyla 'eski Türkiye'nin egemenleri' bu 'yeni hal'den tabii ki memnun değiller.
Direniyorlar. Her şeyleriyle direniyorlar ve direnecekler. Demokrasi dünyanın her yerinde böyle kuruldu. Özgürlüklerin, halk iktidarının seçkinler tarafından, kendi iradeleriyle, gönüllü bir şekilde halka takdim edilmesi beklenmez. Aksine, değişir görünürken, demokratikleşirken bile gizli iktidarlar yaratmak isterler.
Ülkenin batması, bölünmesi pahasına demokrasinin kurulmasına ve kurumsallaşmasına direnenler olabilir. Ordu içinde varlığına tanık olduğumuz cuntacılık tam da böyle bir hareket. Sadece demokrasiye değil, kişisel iktidarları uğruna ülkeye de kasteden şebekelerden söz ediyoruz. Ordu bunlardan temizlenmeli. Bu, sadece ordunun yeni 'demokratik durum'a intibakı açısından değil 'ulusal güvenlik' açısından da elzem. Cuntaların cirit attığı bir ordu bu ülkenin varlığına, huzuruna ve de bütünlüğüne en büyük tehdittir.
Sonuçta ortalıkta kaldırılan toz bulutuna aldırmamak gerek. Asıl soru şudur: Neden eski rejimin muktedirleri demokratik bir zeminde mücadeleye razı olmuyorlar?
ZAMAN