Aleviliğin Kökeni
Anadolu’ya 1000 yıl önce gelmeye başlayan ve (Müslüman Türk anlamında) Türkmenler denen çeşitli Türki boylar, tasavvufla Sünniliğin Orta Asya Türk kültürü ile sentezinden oluşmuş bir İslam anlayışına sahiptiler.
Selçuklu zamanındaki siyasi gelişmeler nedeniyle, özellikle kırsal kesimde mukim Türkmenlerin bir kısmının devlete karşı mesafeli duruşuyla başlayan toplumsal fay hattı kırılması süreç içinde derinleşti ve Yavuz Selim zamanında Şah İsmail’in Osmanlıya mesafeli duran Türkmenleri kendisine bağlama amaçlı Şiileştirme faaliyetleriyle kopma noktasına geldi.
Bu zamana kadar Şia kültüründen uzak olan muhalif Türkmen unsurlar, Şah İsmail’in çabalarıyla Şia ve (zaten Sünni Türkmenlerde tasavvufi damar nedeniyle önemli bir yere sahip olan) Ehli Beyt kültürüne yaklaştılar, lakin tam anlamıyla Şiileşmediler. Nitekim Anadolu Alevileri arasında Caferi değil Hanefi fıkhı uygulamaları daha yaygındır.
Alevi Ve Sünnilerin Ortak Geçmişine Dair Bazı Bulgular
Aleviliğin ilk önderi sayabileceğimiz Baba İlyas’ın köyü olan Amasya’nın İlyas Köyünde Alevi ve Sünni aileler karışık olarak ikamet etmektedirler. Keza bu köyünde içinde bulunduğu öz mıntıkasındaki 10 civarındaki köyde Alevi ve Sünni aileler karışık olarak yaşamaktadırlar.
Bu mıntıkadaki bir başka ilginç durumda, ova kısmında genelde karışık yada Sünni köyler mevcutken, dağlık kısımlarda daha ziyade alevi köylerin bulunmasıdır ki, bu durum bölgedeki Alevilerce Yavuz Selim zamanında bazı köylerin dağlık kesimlere kaçıp sığındığı şeklinde açıklanmaktadır.
Bu karışık köy yaşamı sonradan oluşmuş olmayıp, bu köyleri kuran ailelerin muhtemelen Şah İsmail ile Yavuz Selim kapışmasından sonra ortaya çıkan keskin siyasi kamplaşma neticesi, köylerdeki ailelerin Alevi ve Sünni olarak keskin hatlarla bölündüğü söylenebilir diye düşünüyorum.
Amasya muhitinde bazı evliya – yatırlar hem Sünnilerce hem de Alevilerce kutsal kabul edilmekte ve ziyaret edilmektedir. Hatta, Sünni köylerde bulunan bazı yatırlar Alevi köylerince kutsal kabul edilip ziyaret edilirken, Alevi köylerde bulunan bazı yatırlarda başka Sünni köylerce kutsal kabul edilip ziyaret edilmektedir.
Yeniçeriler Alevi mi İdi?
Osmanlı Ordusunun temelini teşkil eden Yeniçeriliğin, Aleviliğin bir kolu olan Bektaşi ocağınca oluşturulması ve bu ocağın Yeniçeriliğin lağvedildiği döneme kadar devam etmesi bile alevi ve Sünnilerin aynı din, dil etnik ve kültürel kökene dayandığını ortaya koymaya yeter aslında.
Şah İsmail’in ordusu ile savaşan ve binlerce Alevi’yi katlettiği iddia edilen yeniçerilerin Bektaşi olması da, Yavuz Selim ile Şah İsmail arasındaki sorunun dini değil siyasi olduğunu ve bu dönemde Sünni Alevi uçurumunun henüz tam olarak ortaya çıkmadığını ortaya koyan karinelerden birisidir bence.
II. Mahmud’un yeniçerileri ortadan kaldırmasından sonra, Yeniçeri Ocağının son Bektaşi Şeyhi Hamdullah Efendi’nin Amasya’ya sürülmesi ve burada ikameti esnasında Amasya’daki Alevilerle hemhal olması ve ölümünün ardından türbesinin Amasya Alevilerince kutsal bir olarak bu güne kadar ziyaret edilmesi ve bu gün türbenin yanına bir cemevi yapılmış olması, Sünnilik, Alevilik ve bir kolu olan Bektaşilik arasındaki ortak geçmişi ve karşılıklı geçiş ve etkileşimleri ortaya koyan somut tarihi verilerden birisidir.
Bir başka ilginç hususta, eski olan türbe yatırların bir kısmının hem Sünni ve hem de Alevilerce kutsal sayılırken, Hamdullah Efendi türbesi gibi Alevi Sünni ayrımının keskinleştiği yakın zamana ait türbelerde bu durumun görülmemesi olup, mesele Hamdullah Efendi Türbesi sadece Alevilerce kutsal kabul edilmektedir.
Osmanlı Alevi mi İdi?
Her ne kadar bazı Alevi yazarları Osmanlıların başlangıçta Alevi olduğunu ve sonradan Sünnileştiklerini iddia etmekte iseler de, hiçbir tarihi temeli bulunmayan, vakıadan ziyade temenniyi ifade eden bir iddiadır bu.
Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre, Taptuk Emre, Geyikli Baba, Ahi Evren gibi Selçuklunun son zamanları ile Osmanlının ilk zamanlarında yaşayan dini şahsiyetler hem Sünnilerce, hem de Alevilerce kendilerinden kabul edilmekte oluşu, Osmanlının ve Türkmenlerin sonradan Sünnileştiklerine değil, tüm Türkmenlerin başlangıçta tasavvufi boyutu olan bir Sünnilik anlayışına sahip olduklarına delalet eder.
Tüm somut bulgular, Alevi ve Sünnilerin aynı etnik, dil, din ve kültürel kökenden geldiği, 1000 yıllık süreç içinde siyasal tercihlerin etkisiyle oluşan fay hattının muhtemelen Şah İsmail ile Yavuz Selim kapışmasında adeta bir deprem gibi harekete geçerek bölünmenin gerçekleştiği ve zamanla kalıcı (kronik) hale geldiği iddiasını teyit etmektedir.
Erken Cumhuriyet Döneminde Aleviler
Laiklik esasına dayanmakla beraber, halkın çoğunluğunu dikkate alarak geleneksek Sünniliğin laikliğe aykırı olmayan unsur ve uygulamalarının asgari düzeye indirilmiş soyut ve somut kotlarıyla sistemini kuran Cumhuriyet rejimi, Alevileri Osmanlıdan daha fazla görünmez kılmıştır. Çünkü Osmanlı zamanında her ne kadar ikinci planda kalmaya zorlansalar da, Bektaşi tekkeleri gibi imkanlarla tamamen görünmez değillerdi.
Cumhuriyet rejimi bekası açısından Alevi sorununu çözmekten ziyade daha da derinleştirmeyi amaçlamıştır. Bunun nedeni Sünni çoğunluğun kontrolden çıkması halinde Alevileri bir sigorta olarak yedek kuvvet olarak tutma isteğidir.
Rejim aynı zamanda Sünni ve Alevileri alttan alta birbirlerine karşı kışkırtarak, her iki kesimi de diğerinin tehditi altında hissettirerek kendisine muhtaç ve bağlı kılmaya çalışmıştır.
1980 Sonrası Devlet Alevi İlişkileri
1970 sonrası yükselen Alevi Solculuğunu kendisi için tehlike gören rejim, 1980 ihtilalinden sonra Sünnileri güçlendirmeye çalışmış iken; süreç içinde Sünnilerin gün geçtikçe İslami kökenleriyle buluşmasını tehlike görerek 1990’dan sonra tekrar Alevi kartını oynamaya başlamıştır.
Bu durum 28 Şubat Sürecinde en üst seviyelere çıkmış ve özellikle Askeriye ve Yargı içindeki bazı Alevi grupların önlerinin iyice açılması neticesi Suriye benzeri Alevi azınlık diktatörlüğü hedefine doğru yöneldiklerine dair Sünni kesimde ciddi endişeler oluşmuşken, 28 Şubat Sürecinin ekonomik ve siyasal başarısızlıkla sonuçlanması, bu gidişatı akamete uğratmıştır.
AK Parti Ve Aleviler
Alevilerin Yargı ve Askeriyedeki kadrolaşma çabaları Ergenekon ve Balyoz Davaları süreci ile sona ermişse de, Alevilerin 1990 sonrası gelişen süreçlerdeki tutumları nedeniyle İslamcılar, Sünni halk ve AK Parti nezdinde Alevilere karşı antipati ve kuşku oluşmuştur.
Oysa 1990’lara kadar, İran’da gelişen İslam Devrimi sürecinin de etkisiyle İslamcı camialarda ve bunun yansıması olarak Sünni kesimlerde Alevilere bakışta ciddi yumuşamalar oluşmuştu.
2009’a gelindiğinde, Ergenekon ve Balyoz Davalarının da etkisiyle vesayeti aşma konusunda ciddi mesafe kaydeden AK Parti iktidarı, Türkiye’nin iki yakıcı sorunu olan Kürt Sorunu ile beraber Alevi sorununun çözümü için de ciddi ve samimi çaba göstermeye başlamıştır.
Gezi Parkında Aleviler
2013 Haziranında gelişen Gezi Parkı Eylemlerinde Alevilerin başat görünümü ve olayların adı konulmasa da adeta tüm Türkiye bazında bir Alevi ayaklanmasına dönüşmesi üzerine, muhafazakar Sünni blokta bir duyarlılık oluşmuş, Erdoğan’ın mitinglerine katılan milyonlar aslında Sünni duyarlılıkla meydanlara doldurmuşlardır.
Gezi Süreci AK Partide Alevi sorununun çözümüne yönelik ciddi bir isteksizlik ve hareketsizlik oluşturmuşsa da, Alevi sorunun çözümünün siyasi ve insani bir zorunluluk olduğunu gören AK Parti kurmayları bu yolda tekrar çaba göstermeye başlamışlardır.
Özellikle Davutoğlu’nun Başbakanlığından sonra Alevi sorununu çözme yolunda ciddi adımlar atılmaya başlanacağı görülmektedir.
Alevi Sorununun Oluşumunda Esas Suçlu Devlet Ve Sünni Halktır
Alevi sorunu, 1000 yıldır karşılıklı olarak birbirini ötekileştiren iki halk kesiminin derin kopuşunun yıkıcı ve kalıcı bir etkisidir kanaatimce. Eğer bu süreç içinde taraflar birbirlerini anlamaya gayret sarf etselerdi (muhtemelen ilk dönemlerde dini değil sadece siyasi görüş farklılıklarına sahiptiler), sorun bu derece kökleşmezdi diye düşünüyorum.
Burada, 1000 yıllık süreçte karşılıklı ötekileştirme desem de, süreçte daima baskın ve devlete hakim olan Sünni kesimin daha fazla sorumluluk ve suç sahibi olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Elbette süreçte Alevilerin hatasız ve masum olduğunu iddia etmiyorum, lakin hakim toplumsal kesim olan ve en azından Cumhuriyete kadar devlete hakim olan Sünniler, Alevileri anlamaya ve inanışlarını kabul etmeseler bile yok sayıp, maddi ve manevi baskılarla sindirmemeye çalışmaları gerekirdi.
Alevi Sorunun Oluşmasında Alevilerinde Suçları Vardır
Şah İsmail’in siyasi projelerine alet olmak, Cumhuriyet sonrası Sünnilere karşı rejimi sahiplenmek, önlerinin açıldığı zamanlarda devlette pervasızca kadrolaşmak şeklinde Alevilerin de ciddi hatalar yaptığını müşahede etmekteyiz.
Cumhuriyet idaresini Osmanlı’daki Sünni egemenliğinden kısmen de olsa kurtuluş imkanı olarak gören Alevilerin, rejime olan adeta kutsarcasına kayıtsız şartsız destekleri ve rejimin Sünnilere yaptığı baskıları sevinçle karşılamaları da, Sünni bilinçte derin yaralar açmıştır.
Alevilik adına konuşan kişi ve STK’ların çoğunluğunun son yıllarda Alevilerin hakkını aramaktan ziyade AK Partinin Sünnilere sağlamaya çalıştığı başörtüsü, okullarda din ve Kur’an dersleri gibi bazı imkanları engellemeye çalışmaları da, bu çarpık anlayışın bir yansıması durumunda.
Özellikle 1990 sonrası süreçte devlette kadrolaşma ve 28 Şubat Sürecindeki devlete ele geçirme çabaları olduğuna dair algı, Sünni kesimde ciddi endişelere sebep olmuş, Alevilere karşı var olan önyargıların iyice pekişmesine yol açmıştır.