Taha Kılınç / Yeni Şafak
Nekbe’nin yeni nesilleri
Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde ders veren Suriyeli Ortodoks Hristiyan tarihçi Dr. Konstantin Zurayk (1909-2000), İsrail’in kuruluşuyla neticelenen savaş devam ederken 1948’in yazında kaleme aldığı kitabına “Felâketin Anlamı” (Ma’nâ’n-Nekbe) adını vermişti. Zurayk, şunları yazıyordu: “Yedi Arap ülkesi, Filistin’de Siyonizm’e savaş açtı. Yedi ülke, Filistin topraklarının parçalanmasının önüne geçmek ve Siyonizm’i hezimete uğratmak için savaşa girdi, ancak savaş hızlı bir şekilde Filistin vatanının çok büyük bir kısmının kaybıyla sonuçlandı. Hatta [1947’deki] Taksim Planı’nda Araplara verilen kısımlar bile kaybedildi. Savaş patlak verdiğinde, kamu diplomasimiz hayalî zaferlerimizden bahsetmeye başlamıştı. Amaç Arap halkını uyutmak ve kolayca kazanabileceğimize ikna etmekti. Felâketi yaşayana kadar, bu böyle devam etti.” Zurayk’ın Araplarla Yahudileri karşılaştırdığı satırları da çok çarpıcıydı: “Siyonistler şimdiki zamanda yaşıyorlar ve gözlerini geleceğe dikmiş durumdalar. Bizler ise ihtişamlı bir mazi ile uyutulmuş haldeyiz. Hatalarımızı ve bu felâketteki sorumluluk payımızı itiraf etmekten başka çaremiz yok.”
Konstantin Zurayk, yakın tarihe “Birinci Arap-İsrail Savaşı” adıyla geçen süreci tahlil eden ve Arap dünyasına özeleştiri teklifinde bulunan Arap tarihçilerinin ilkiydi. Zurayk, bu vesileyle bir ilki daha gerçekleştirmişti: Kitabına isim koyarken “felâket” kelimesini karşılamak üzere seçtiği “Nekbe” kelimesi, kısa süre içinde, Filistinlilerin yaşadığı çok boyutlu trajedinin sembol ifadesine dönüşecek ve yüzyılın en meşhur kelimeleri arasına girecekti.
Nekbe’nin ilk nesilleri yani vatanlarından sürgün edilen ilk Filistinli kuşaklar, tarif ve tasvir edilmesi imkânsız acılarla yüzleşmek durumunda kaldı. Atalarının yüzlerce yıldır yaşadığı topraklardan sürülüp çıkarılmak, siyasî dağınıklığın ve sahipsizliğin en net manzarasıydı. Sığınılan komşu ülkelerde yıllar boyunca derme-çatma çadırlarda yaşamak mecburiyeti, mülteci hayatının eğitimden sağlığa gelecek nesilleri tümüyle etkilemesi ve şekillendirmesi anlamına geliyordu. Üstelik ufukta, yaşanan felâketin telafi edileceğine ve olumlu süreçlerin başlayacağına dair hiçbir işaret de yoktu. Aksine zaman geçtikçe acılar derinleşiyor, kayıpların duygusal yükü ağırlaşıyor, Arap kamuoyunun meseleye bakışı ise öfkeye bulanmış kaba hamasetten öteye geçemiyordu. Zaman içinde her ülkede iç politik gündemin ilk sıralarına yerleşen Filistin meselesi, Arap hükümetlerin birbirine hamle yapmaya çalıştığı bir satranç tahtasına da dönüşmüştü.
Nekbe’nin ardından kendi kaderleriyle baş başa kalan / bırakılan Filistinliler, yaşananları farklı alanlarda tercüme ve tefsir ederek buradan kurtuluş için bir yol haritası çıkarmaya da odaklanmaya başladı. Madem Arap dünyasının durumu ortadaydı, o zaman mevcut şartlar içinde bir şeyler yapılmalıydı. Böylece, Nâcî el-Alî’den Gassân Kanafânî’ye, Abdülaziz Rantîsî’den Mahmûd Dervîş’e, Nekbe’nin ilk şok dalgalarını doğrudan doğruya yaşayan nice isim, işgale karşı mücadele tarihinin ayrılmaz parçalarına dönüştü.
76 yıl sonra, bugün Nekbe sürecine yeniden baktığımızda, karşımızda bambaşka bir manzara var:
ABD ve İngiltere başta olmak üzere, dünyanın birçok yerinde, ataları türlü acılarla vatanlarından sürgün edilen Filistinli torunlar artık akademide, siyasette, ticarette, medyada, kısacası kamuoyunun görüşlerini şekillendirecek hemen her noktada oldukça aktif biçimde boy gösteriyor. Bugün mesela “Batı üniversitelerindeki Filistin direniş eylemleri…” şeklinde okuduğumuz hemen her tablonun arka planındaki motor güç, çok iyi organize olmuş Filistin diasporasının genç ve dinamik üyeleri.
Sosyal medyanın bütün platformlarında da kendini gösteren bu yeni kuşaklar, vaktiyle atalarına reva görülen şeylerin intikamını almaya başladı. İsrail’in ve Siyonizm’in dünya çapında tartışılmasında, şimdiye kadar konuşulamayan nice meselenin açıkça gündeme getirilmesinde, eskiden sadece muhataplarının bildiği ve kısık sesle dile getirdiği Siyonist mobbing ve tacizlerin yüksek sesle haykırılmasında Nekbe’nin yeni nesillerinin rolü çok büyük.
Nekbe, artık Nahda (Uyanış) olarak yeniden isimlendirilmeye aday.