İsrail 1948'de BM kararıyla kurulduğunda Filistinliler, Araplar ve Müslüman dünya için büyük felaket başlamıştı. Kuruluşla beraber ilk elde 700 bin Filistinli ana yurtlarından sürüldü, bu olay üzerine derin bir sezgiye sahip olduğu anlaşılan Konstantin Zureyk, başlayan acılı süreci ifade etmek üzere "Nekbe" terimini kullandı. Kısaca "En Nekbe" -nakba değil-, "her şeyden mahrumiyet, büyük felaket" demektir. Felaketler zinciri "Exodus" diye tanımlanan "Vaat edilmiş topraklar"a doğru teşvik edilen yoğun göçle başlamıştı.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında Filistin'e getirilen Yahudi göçmenlerin yerleşmelerinin organizasyonundan sorumlu Yahudi Ajansı Göçmen Dairesi Başkanı Joseph Weitz, 1940 yılında "Bu topraklar üzerinde iki ayrı halka yer yoktur. Eğer Araplar bu küçücük ülkede yaşayacaklarsa biz hedefimize hiçbir zaman varamayacağız demektir. Arapları buradan uzaklaştırıp komşu ülkelere sürmeliyiz, hem de hepsini. Tek bir köy, tek bir aşiret kalmayıncaya kadar." diyordu.
Ve öyle oldu. 1946'da bir Filistin köyü Der Yasin'i basan Moşe Dayan emrindeki bir çete 576 masum insanı bombalar ve otomatik silahlarla öldürdü. Çetenin en acımasız seri katillerinden biri Golda Meir idi ki, sonraları bu seri katil kadın başbakan, Moşe Dayan savunma bakanı oldu. Amaç tabii ki Filistin topraklarını binlerce senedir orada yaşayan Filistinlilerden arındırmaktı.
Başlangıçta bölgede nasıl bir devlet kurulacağını kimse doğru dürüst kestiremiyordu. Yahudi inancını modern ulus devletin kurucu ideolojisi haline getiren Siyonistleri en iyi bilenler İngilizlerdi ve onlar modern dünyada "istisnai bir devlet" kurulduğunun tamamen farkındaydı. Aslında karar vericiler, Yahudilere uygulanan utanç verici Nazi soykırımının vicdanlarda yarattığı infialden istifadeyle aslında Avrupa'yı Yahudilerden arındırıp Ortadoğu'ya, iki bin sene önce dünyaya dağıldıkları bölgeye geri gönderiyorlardı. Avrupalı seçkinler ve Amerikalılar bu projeyi desteklediler, çünkü bu sayede hem enerji kaynakları ve enerji nakil hatları kontrol altına alınacak hem de İslam dünyası onların hesabına göre ebediyen sürecek bir otokrasi uykusuna yatırılacaktı.
Filistinlilerin Nekbesi kimsenin umurunda olmayacaktı, bu yüzden seri katillerin, mesleklerinde uzmanlaşmış teröristlerin bu devletin başına geçmeleri sorun olmazdı. Der Yasin katliamından bir ay önce, daha sonra İsrail'in başbakanlık koltuğuna oturacak olan Menahem Begin'in yönettiği bir terör örgütü, Kudüs'te Kral Davud Oteli'ni 350 kilo TNT ile havaya uçurup 91 kişiyi öldürdü. Kuruluştan birkaç sene sonra "insan kasabı" unvanıyla ün salacak olan Ariel Şaron sahneye giriş yaptı; ileride İsrail'in en muktedir yöneticisi olacak olan Şaron da 1953'te bir Filistin köyünü basıp 60 kişiyi öldürecek, 1982'de Lübnan'da Sabra ve Şatilla katliamlarının senaryo yazarı olacaktı. İki mülteci kampında Hıristiyan Falanjistlerle ortaklaşa gerçekleştirilen katliamda 600 kişi öldürüldü, 800 kişi kayboldu, yani toplam zayiat 1.400 kişi olarak kayda geçti.
Katliamlar hiç durmadı, 2002 Cenin ve en son 2008 Gazze (çoğu çocuk ve kadın olmak üzere 1.476 ölü). 2001-2006 yılları arasında İsrail, 450'si suikast olmak üzere 4.420 Filistinliyi öldürdü. (282'si kadın, 850'si çocuk ve bebek, 850'si öğrenci.) En dramatik olanı tabii ki 2004'te namaz çıkışında, kötürüm olan Şeyh Yasin'i havadan attığı füzelerle şehit etmesiydi. Bu o kadar namertçe idi ki yürekleri sızlattı. Aynı süre içinde "Filistinlilerin 75 bin evini, 359 okulunu, 17.836 işyerini, 21 cami ve kilisesini, aralarında itfaiye ve ambulansın bulunduğu 8.829 aracı bombaladı ve 200 binden fazla narenciye ve zeytin ağacını yaktı."
Tarihî Filistin topraklarının durumu ortada. Parçalanmış haliyle Filistinliler yurtlarının sadece yüzde 22'sine sahipler, ama hükümran değiller.
Kuruluş/felaket yıldönümünde, yani bu hafta Suriye, Ürdün ve Lübnan'dan binlerce sivil sınırı geçmeye çalıştı, İsrail yine ateş açtı, 17'sini öldürdü, yüzlercesini yaraladı.
İsrail sınır tanımıyor, yegane güvencesi Batı (Amerika ve Avrupa)dır, çünkü İsrail bir Batı projesidir.
ZAMAN