Silivri notları: Solun çaresizliği / Mümtaz'er Türköne
Zaman Gazetesi
Dün, Abdülhamid Bilici ve Cafer Solgun ile birlikte Silivri'ye “umut nöbeti” tutmaya gittik.
Bu nöbet basın özgürlüğü adına, tutuklu gazeteciler için tutuluyor. Koca cezaevi kompleksinin girişinde, toprak alanda küçük bir araba park yeri, iki tane karavan-büfe ve birkaç plastik sandalye. Bu sandalyelerde oturup, nöbet yerini arada sırada terk edip, günün diğer yarısının nöbetçilerine görevi teslim ediyorsunuz. Hava soğuktu, gittikten sonra daha da soğudu. Bir önceki gün Cumhuriyet'in yazıişleri kadrosu yayın toplantısını bu alanda yapmış. Biz nöbeti Cumhuriyet'in reklam müdürü Özlem Ayden Salt'a devrederken, kalın eldivenlerine ve atkısına rağmen titremesine takıldım.
Cumhuriyet Gazetesi'nin ilk sayfasından fotoğraflı Silivri haberini okurken, önceki gün bu alanda yapılan yayın toplantısına katılanların izlenimlerini merak ettim. Aydın Engin'in “Tırmık”ı mevzunun kenarından köşesindendi. Pınar Türenç ise hayvanat bahçesinde aslan kafesinin önünde, küçük bir karınca yuvası ile meşgul bir çocuğunkine aitti. Karavan büfelerden birine, adı “Son Çare” olan büfenin çok basmakalıp hikâyesine takılmıştı. Genel Yayın Yönetmeniniz cezaevinde tutuklu iken sırf durumu protesto etmek için zemherî soğukta yayın toplantısı yapıp, neden bir piknik hatırası yazılır ki?
Türkiye bir ara dönemden geçiyor. Neticede başımıza gelenlerin bir askerî darbe döneminden farkı yok. Anayasa askıda, hukuk askıda. Dünya çapında tutuklu bulunan 153 gazetecinin 32'si sadece Türkiye'nin kontenjanına düşüyor. 78 milyonun her bir ferdinin başını yerden kaldırmayacak kadar utanılacak bir durum.
Yıllar yıllar önce, bir cezaevi ziyareti için Pınarhisar'a gitmiştim. Bugünün cumhurbaşkanını, Silivri'dekinden çok daha iyi koşullarda ziyaret etmiştim. Bugün gerçek bir suçun, bir kovuşturmanın söz konusu olmadığı tutukluluğun mümkün olan en ağır cezaya dönüşmesinden belli. O gün Tayyip Erdoğan ile, ilçe savcısından izin alarak hücresinde görüşmüştüm. Bugün Hidayet Karaca veya Gültekin Avcı için Bakanlığa veya Bakırköy başsavcılığına müracaat gerekiyormuş. Denedik, öğrendik. Sebep? Çünkü basın suçluları en ağır tecrit koşullarında en yüksek güvenlikli yerde tutuluyor. Eziyet olsun diye.
Asıl takıldığım Pınar Türenç'in yazısının gösterdikleri. Açık bir zulüm, hukuk kıyma makinesinden geçirilip köfte haline gelip köpeklere yedirilircesine yapılırken memleketimizin sol entelijansiyası çok sinik ve ezik tepkiler sergiliyor. Haksızlığa dur demek, engel olmak, bir şeyleri değiştirmek gibi bir dertleri, daha önemlisi umutları görülmüyor. Sadece şikayet ve ezik bir teslimiyet var. Marks'ın filozoflara verdiği meşhur görev, “değiştirmek”ten sadece “şikayet etmek”e dönüşmüş galiba.
Can Dündar ve Erdem Gül tutuklandıktan sonra, Cevahir önünde toplanıp Cumhuriyet Gazetesi'nin önüne yürürken de aynı şeyi hissetmiştim. Pazar kahvaltısında keyif çayını yarım bırakmaktan şikayetçi yüzler, sanki basın üzerindeki baskıları protesto ediyor gibiydiler. Sol bitmiş. Üzerine ölü toprağı serpilmiş. İnançlarını, umutlarını kaybetmişler.
Diyalektiğin emridir: Karşıtı olmadan bir şeyin hiçbir anlamı olmaz. Karşıtı olmadığı için bugünkü ara dönem iktidarının kendisi bile anlam sorunları yaşıyor. Dengesini, ayarını tutturamıyor, başını sağa sola çarpıyor. Memleketi yönetemiyor, kendi iktidarını tahkim edemiyor. Âleme rezil rüsva oluyor, bizim de kimimize Silivri'nin içinde çile doldurmak, geri kalanına da soğukta umut nöbeti tutmak düşüyor.
Haksız ve hadsiz bir iktidar, zulm ile abad olmaya çalışıyor. Kendisi de dahil herkese zarar veriyor. Onu durdurmak lâzım. Solda bu yetenek ve cesaret görülmüyor. Ağlayıp, sızlayıp şikayet ederek neyi değiştirebilirsiniz? Nedir bu sünepelik Allah aşkına?