Rıdvan Kaya / Haksöz Haber
Kadına şiddete karşıtlık adı altında yürütülen feminist kampanya tam manasıyla kavramsal ve zihinsel şiddet boyutları içeriyor. Protesto dili giderek tüm erkek cinsini mahkûm etmeye veya en azından şüpheli konuma oturtmaya evrilirken, başta siyasiler olmak üzere toplumun sorumluluk sahibi farklı kesimlerinin bu kampanya karşısında edilgen tutumları azgınlığı beslemekte.
En son Muğla’da yaşanan bir cinayet hadisesi üzerinden aynı kampanyanın daha da alevlendirildiğine şahitlik ettik. Malum çevrelerin bu hadiseye tepkiyi, kurnazca bir tutumla bir müddettir gündemde olan İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkma fırsatına dönüştürdükleri de görüldü.
Tabandan gelen tepkilere bağlı olarak iktidar yetkililerinden de son dönemde İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik sadır olan tartışmalar bu şekilde bastırılmaya çalışılmaktaydı. İstanbul Sözleşmesi’nin bu ve benzeri cinayetlerle alakasının nasıl kurulduğu ise elbette sorgulanmıyordu. Aynı şekilde Sözleşme’nin ‘kadın cinayetleri’ni önleme hususunda bir katkısının, etkisinin bulunmadığı gerçeğini bizatihi bahse konu olayın kendisinin ispatlamış olduğu da görülmek istenmiyordu.