Neden iki adım ileri, bir adım geri?

Şahin Alpay

Türkiye en azından iki yıldır, Kürt sorununun çözümü ve ondan kaynaklanan şiddetin son bulması umudunu taşıyor.

Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti, 2009'dan bu yana Kürt Açılımı, Demokratik Açılım ya da Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi adı altında, bu amaca yönelik bir politika geliştirme çabasında. PKK'nın İmralı'da hükümlü lideri Abdullah Öcalan, iki yaz önce, konumunu çok açık bir şekilde ifade etti: "Ben eski ben değilim... Geçmiş, geçmişte kaldı. Devlet de eski devlet olamayacak. Ben daha öncesinde reel sosyalizmin etkisiyle birtakım şeylerin olabileceğini düşünüyordum... Çatışma, şiddet, ölüm benim mantığım değildir. Bunlardan vazgeçtim. Demokratik siyaseti ve özgürlüğü esas alıyorum..." (Hürriyet, 27 Temmuz 2010) PKK'nın Kandil'deki lideri Murat Karayılan da, iki yaz önce (ve tekrar bu yaz) Hasan Cemal'e yaptığı açıklamalarda siyasi çözümden yana tavrını net bir şekilde ortaya koydu.

Çözümün ana parametrelerini Cengiz Çandar, hem devlet, hem PKK sözcüleriyle yaptığı görüşmeler sonucunda kaleme aldığı "Dağdan İniş-PKK nasıl silah bırakır?" başlıklı raporda ortaya koydu. Ne yazık ki Öcalan'ın isyana son verilmesi amacıyla bir Barış Konseyi kurulması için devlet yetkilileriyle mutabakata varıldığını açıkladığı, barış umudunun belki hiç olmadığı kadar güçlendiği bir ortamda, 14 Temmuz günü Silvan kırsalında yaşanan büyük çaplı çatışma barış umuduna yeniden koyu bir gölge düşürdü. PKK'nın geçen nisanda aldığı "eylemsizlik" kararından bu yana 40'a yakın asker şehit oldu; kaç PKK militanının can verdiğini bilemiyorum. Öcalan son olarak hem devletin, hem Kandil'in kendisini "taşeron olarak kullandığını" söyledi; "Bana şantaj yapıyorlar. Buna son veriyorum. Yapacaklarım bitti..." dedi. (Taraf, 30 Temmuz)

Bugün gelinen noktada, iç barışın sağlanmasından yana olanlar arasında bile bir kısım gözlemciler, barış olasılığının en azından ertelendiğini düşünürken, diğerleri umudunu koruyor. Peki Türkiye iç barışa doğru neden iki adım ileri, bir adım geri gidiyor? Bu soruya temel cevabı Kurtuluş Tayiz'in yorumunda bulmak mümkün: "Hükümet kararsız görünüyor. Zira Kürt meselesine dair net bir çözümü yok. Akılda çözülemeyen sorunu hayatta çözebilme imkânı da yoktur." (Taraf, 2 Ağustos)

Muhakkak ki hükümetin kararsızlığı, sadece meseleyi kafasında çözememiş olmasıyla değil, atılacak adımlara devletten ve toplumdan gelecek itirazlardan çekinmesiyle, karşı tarafa güven duymayışıyla ve belki PKK'nın barış için ortaya koyduğu şartlar karşılanmaksızın da şiddetin belirli bir düzeye indirilebileceği ve bununla yaşanabileceğine dair (bence tümüyle yanlış) bir hesapla açıklanabilir.

PKK-KCK-BDP tarafına gelince: İç barış yönünde yol alınamayışını bu taraftan açıklayan nedenler arasında sayılması gereken başlıca etkenler şunlar olmalı: Kürtlerin yarısının oyuna sahip olan AKP iktidarı çözüm için ortak değil, Kürtler üzerinde PKK vesayetinin tesisine baş engel olarak görülüyor. Totaliter ideolojilerle yönetilen bütün örgütlerde olduğu gibi PKK'da da, "doğru yolu kimin temsil ettiğine dair" rekabet içindeki farklı fraksiyonlar arasında ayrışma yaşanıyor.

Çözüm olacak, iç barış gerçekleşecekse, bu AKP hükümetinin, Başbakan Erdoğan'ın eseri olacak. Bu umudun gerçekleşmesi için, hükümetin yararlanabileceği en büyük imkân ise muhakkak ki Öcalan'ın yakalanmasından öncesine kadar uzanan, silahlı mücadelenin miadını doldurduğuna dair, siyasi çözümden yana olan tercihi. Öcalan'ın PKK üzerindeki otoritesini güçlendirecek, sivil çözüme katkısını azamileştirecek adımların atılması zamanı geldi geçiyor. Meclis veya Başbakan bir çağrı yapıp "Bu işin silahla çözülemeyeceğine inanıyoruz. Bu meseleyi demokratik anayasal yöntemlerle çözeceğiz derse, bir haftada hallederiz... Bir tek ananın dahi gözyaşının dökülmesini istemiyorum. Bir ananın gözyaşının dökülmesi bana acı veriyor..." diyen Öcalan'ın tecridine son verilmeli, toplumla temasının önündeki engeller kaldırılmalı.

ZAMAN