Önümüzde iki önemli gündem maddesi var: Biri 12 Eylül 2010'da yapılacak halkoylaması, diğeri belki hemen yapılması muhtemel olan erken genel seçimler.
Seçimler 'erken'e alınmasa da, zaten 11 ay sonra yapılması gerekiyor.
Siyasi partiler şimdiden pozisyon alıyorlar. Meclis'te temsil edilen ve dışarıdaki partilerin önümüzdeki sene boyunca pozisyonlarının "anayasa" zemininde belirleneceği gayet açık. Bu çok da doğal bir konu, çünkü artık Türkiye'nin 12 Eylül halkoylamasıyla 17. yamasını yiyecek askerî rejim anayasasıyla yönetilmesi mümkün olmaktan çıkmıştır.
AK Parti'nin iktidara geldiği 2002'den bu yana sürekli olarak dillendirdiğimiz ana mevzu budur: Türkiye askerî-bürokratik vesayetten ancak yeni bir toplumsal sözleşme ile çıkabilir. İç ve dış konjonktür bunu gerektiriyor, eskisinden çok farklı olarak toplumun önemli bir bölümü, hem de dindar-muhafazakâr kitleleri yeni bir anayasa talebini öne çıkarıyorlar. Belki de ilk defa aydınların hiç değilse bir bölümü -soldan ve milliyetçilikten gelme liberal aydınlar- resmi ideolojinin vesayetinden kurtulmuş olarak sivil bir anayasanın yapılmasını istiyorlar. Defalarca bu köşede dile getirildiği üzere AK Parti, ne 367 milletvekilliği, ne yüzde 47 oy avantajını yerinde kullanıp bu yönde bir teşebbüste bulundu. Bu, AK Parti'nin tarihe geçecek olacak nakısası, kusuru ve ayıbıdır; bunda zerre miktarı kuşku yok ve hiçbir mazeret bu kusurları silmemize yetmez.
Peş peşe gelişen olaylar, Türkiye siyasetinin katı gerçekleri AK Parti'ye de çok şeyler öğretti. Eldeki hukuki ve yasal mevzuatla "iktidar" olunduğunu, ama "muktedir" deneysel olarak ve bir kere daha göstermiş oldu. Daha önce kaç merkez sağ parti, iktidar oldular da, muktedir olamadılar; ülkeyi sahiden yönettiklerini zannettiler. İster öyle ister salt politik-pragmatik mülahazalar sonucu olsun, AK Parti "kısmi bir anayasa değişikliği"ni halkoylamasına götürme başarısını gösterdi. Ve gayet açık ki, 12 Eylül halkoylamasından iyi bir sonuç çıkarsa, bundan AK Parti istifade edecektir. Bence bu onun hakkıdır da. Bu kadarcık da hoş helal olsun!
AK Parti canibinde durum bu iken, muhalefet partilerinin toplandığı 'cephe'ye bakalım: Bu cephede işler yürekler acısı. Hakikaten hukuk, siyaset ve daha özgür bir dünya adına utanılacak bir manzara var. CHP, MHP ve BDP aynı cephede saf tutmuş bulunuyorlar. Her birisinin gerekçesi farklı gözükse de, sonuçta üçü de
1) Kısmi anayasa değişikliğine karşı 'hayır' cephesini oluşturmuşlar;
2) AK Parti'yi zayıflatma adına Türkiye'de özgürlüklerin gelişmesinin önünü açacak küçük bir teşebbüsü dahi engellemeye çalışıyorlar;
3) Halkoymasını akamete uğratmaya çalışıyorlar, yerine bu kadarcığını dahi ikame etmekten, hele hele yeni, sivil ve müzakereye dayalı bir anayasa teklif etmekten hayli uzak duruyorlar. Özellikle CHP'nin TSK İç Hizmetler Kanunu 35. maddeyle ilgili önerisi tümüyle trajik. CHP'nin teklif ettiği gibi değişmesinden ise böyle kalması daha ehven.
4) Öte yandan PKK ve derin güçler, halkoylaması başarısız olsun diye ülkeyi toplumsal bir kaos ve çatışmaya götürmekten çekinmiyorlar.
Durum böyle olunca, 12 Eylül referandumunu AK Parti'nin hanesine bir miktar kazanç girecek diye baltalamaya kalkışmak ne ideal politiktir ne reel politik. İktidar partisinin kazancı olsa bile, hiç değilse ülkenin hukuki ve idari yapısında sağlayacağını umduğumuz kısmi iyileştirmeyi göz önüne getirirsek, referandumda "evet" demenin daha makul, hatta zaruri olduğunu gösteriyor. Daha önce bir fıkıh usulü kaidesinden hareketle "Bir şeyin tamamını elde etmek mümkün değilse, tamamını terk etmemek gerektiğini", yani kısmi olanın da bir ilerleme sayılabileceğini yazmıştım. Bu konuda SP Genel Başkanı Numan Kurtulmuş'un -umarım son derece yakışıksız ve yanlış yollarla başkanlık koltuğundan düşürülmez- AK Parti'den memnun olmayanlar için gösterdiği parola yerinde görünüyor: "12 Eylül'de evet, 13 Eylül'de hayır!"
Bizim parolamız ise 12 Eylül'den sonra "yeni ve sivil bir anayasa" olacak!
a.bulac@zaman.com.tr
ZAMAN