Allah bize aklı, çok amaçlı bir meleke olarak bahşetmiş. En büyük görevi epistemolojik kopuşa son vermesi, bizi Hakikat'le irtibatlandırmasıdır.
Özü İlahi ve kalbin nuru olan bu melekeyi yerinde ve gerektiği gibi kullanmadığımız zaman, katmanlaşmış sorunlarla boğuşup yaratılışımızın sebeb-i hikmetinin ne olduğunu anlamadan göçer gideriz. Aklımızı kullanmaya mani yedi sebep var:
1) Önyargılarımız, sınanmamış bilgi ve kanaatlerimiz. Bunlar, kendi asli ve sahih özlerinden kopmuş dinlerden, geçmiş nesillerden tevarüs ettiğimiz geleneksel kabullerden veya mitolojik tortulardan oluşur. Batı aydınlanması bu temelde formüle edildi. Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman inanç havzasında yanlış dinî bilgi ve kanaatlerin sebebiyet verdiği sayısız önyargı gösterilebilir.
2) Resmi görüş ve ideolojilerin empoze ettiği kabuller. Özellikle yeni kurulan devletler, cumhuriyet ve krallıklar, bir yandan kendilerini meşrulaştırmak üzere geçmiş yönetim ve devirleri karalamakta, tarihî olayları tahrif ve suistimal etmekte, yanlış ve haksız kanaatler inşa etmekte; diğer yandan kendi kurucu kadrolarını ve yeni rejimi temsil eden bir kültü alabildiğine yüceltmektedirler. Ulus devletlerin imaj üretimi yoluyla icad ettiği hiçbir kültün refere edildiği şahsiyetle ilişkisi gerçek değildir. Kültler, yüceltilen önderler ve ideolojiler aklın kullanımını engelleyen bir rol oynar.
3) Zamanın hegemonik telakkisi olan akademik ve bilimsel tez ve iddialardan kaynaklanan bilgiler ve yargılar. Modern çağda o kadar çok hurafe ve temelsiz kabul var ki; bunlar ya kanıtlanmamış tez olarak ileri sürüldüğü halde birer hakikatmiş gibi kabul ediliyor veya ileride yanlışlanacakları kuvvetle muhtemel iken, bilim çevreleri tarafından "bir tür dogma" olarak topluma empoze edildiği için kimse bunları sorgulamaya cesaret edemiyor. Söz konusu bilgi ve yargıları bilimsel veya akademik yönteme tam bir bağlılık içinde olan akıl bunların doğruluklarını veya gerçekliklerini sınayamaz, ancak muhasebe edebilen/kritik eden mukabil-muhalif akıl tarafından sınanabilirler.
4) Akıl ile zekâ arasındaki karmaşık ilişki. Çoğu insan beyin faaliyetinin en önemli unsuru olan zekâsını kullanarak (zekice) hareket etmeyi, zekâ ile maddi tabiatın ve sosyal olaylar arasındaki koordinatları doğru kullanıp işe yarar (pratik ve pragmatik) sonuç elde etmeyi, akli faaliyet kabul eder. Zekice iş yapmak başka, akıllıca iş yapmak başkadır. Nitelikli hırsızlar hiç kuşkusuz hayli zeki ve bilgi sahibidirler, ama elbette akılsızdırlar.
5) Yeterince aklımız olmadığına inanıp başkasının aklıyla düşünmeyi çıkar yol sanmak. Bu ya kapasite yetersizliğinden, ya tembellikten veya harici kuvvetli bir telkin sonucunda kişinin kendi aklını kullanmayıp işlerinde başkasının aklını referans alması, başkasının kendisine önerdiği şeyleri hiç değilse aklıyla kritik etme lüzumunu hissetmemesidir. 200 yıldır İslam dünyası ve en bariz örneğiyle Osmanlı ve Türkiye, başkasının aklıyla hareket etmekte, idari, politik ve sosyo-ekonomik sistemini Batı'nın aklına göre şekillendirmekte, bütün gayretini Batı'dan iktibas ettiği reformları gerçekleştirmeye harcamaktadır.
6) Hakikate olan ilginin, sevgi ve iştiyakın azlığı. Bu daha çok bedensel hazlara düşkünlükleri dolayısıyla rahat ehli ve konfor düşkünü insanların yüzeysel şeylerle yetinmeleri, küçücük düşünme faaliyetinin ötesine veya üstüne çıkmayı fuzuli görmelerinin sonucudur. Mesela vaktinin çoğunu oyun-eğlence, futbol, magazin, vülger sinema, diziler, malayani şeyler ve dedikodu ile geçirenler, kahvehanelerde iskambil ve tavla oynayanlar bu sınıfta yer alan kimselerdir.
7) Nefsimizin istek ve tutkularını akli form içinde bize kabul ettirmesi. Bu, insanın hakikatte heva hevesinin esiri olduğu halde, arzularının yöneldiği her alandaki tutkularına akli (makul-rasyonel) bir form giydirerek başkalarından ve kendinden gizlemesi halidir. Sadece başkalarını değil, kendisini de yaptığı işin akli olduğuna öylesine inandırıyor ki, bu olmadıkça meşruiyet bulması mümkün olmaz. a.bulac@zaman.com.tr
ZAMAN