HAKSÖZ-HABER
Zaman Gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce seçimlerin hemen sonrasında T24 sitesinden Hadi Özışık’a verdiği röportajda Gülen cemaatinin seçim sürecinde yaptığı yanlışlara değinmiş ve bir tür özeleştiri yapmıştı. Medyada çokça tartışılan bu değerlendirmeleri bilhassa Gülen Cemaatine tepki duyan çevrelerde samimi olmamakla suçlanmış ve vaziyeti kurtarma girişimi şeklinde yorumlanmıştı. Buna karşın Gülen medyasında yazan pek çok kişi ise bu sözlerinden ötürü Gülerce’yi paylamış ve adeta savaş ortamında düşmana haklı olduğunu düşündürtecek sözler sarfeden alık muamelesine tabi tutmuştu.
Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce bugünkü yazısında AK Parti’nin neden daha başarılı olmadığı sorusunu sormuş ve bunun için yapması gerekenleri sıralamış. Dikkat çekici hususlar içeren bu değerlendirmeyi ilginize sunuyoruz:
AK Parti neden yüzde 55 yapamadı?
Hüseyin Gülerce/Zaman
Başbakan Erdoğan’ın seçim akşamı, partisinin genel merkez balkonundan yaptığı konuşmada, en dikkat çekici ifadelerden biri de şuydu: “AK Parti olarak her seçim sonrasında olduğu gibi bu seçim sonrasında da neticeleri analiz ettik. Acaba neden yüzde 55-60 yapamadık şimdi oturup bunu konuşacağız. Yolumuza, eksikleri gidererek devam edeceğiz.”
30 Mart seçimlerinin galibi evet, AK Parti’dir. Ama Sayın Erdoğan’ın işaret ettiği yüzde 55 oy alma ihtimali söz konusu iken bu neden gerçekleşmemiştir? Bu sorunun cevabı aranırken parti kurmayları ile yapılacak analizler elbette önemlidir. Ancak, halkın nabzının tutulması, millet vicdanına kulak verilmesi de önemlidir.
Bir dostum söylemişti, Azerbaycan’da güzel bir söz varmış: “Halkın gözü terazidir…” Ülkeyi yönetenlerin, halkın ne dediğini, nasıl değerlendirdiğini önemsemeleri gerekir. Şahsen ben Yalova’da her görüşten tanıdığım, arkadaşım vasıtasıyla 35 yıldır halkın içindeyim. Kanaatimce, AK Parti’nin daha yüksek oranda oy ile başarılı olmasını engelleyen, dört önemli problem var.
Bir: Sayın Başbakan’ı sevenler, onu çok seviyor. Ancak sevenlerinin söyledikleri de kulak ardı edilemez: Yakın çevrede öyle insanlar var ki, onların her şeye rağmen korunması, yüreğimizi burkuyor. Savunulamayacak yanlışlar yapan, hatta bazıları inanç noktasında ciddi rahatsızlık veren bu insanlara tavır konulmaması, ağır bir yük olarak taşınması bizi rahatsız ediyor.” Evet, muhalefet tarafından bunlar, AK Parti’nin yumuşak karnı görülüp siyasi bir yıpratma kampanyası yürütülüyor. Surda gedik açılmaması adına, birlik ve bütünlük adına, eleştirilere muhatap olan o insanlara yönetim sahip çıkıyor. Ancak bir denge bulunması, tabanın rahatsızlıktan kurtulması sağlanabilir.
İki: Ağır rüşvet ve yolsuzluk iddialarının, seçim sonuçlarına yüzde 4-5 de olsa etkisi olduğunu düşünüyorum. Sandıktaki başarının, bu iddiaların üzerini örttüğünü de sanmıyorum. Tamam, muhalifler, bu iddiaları sanki yargı kararıymış gibi seçim meydanlarında ve medyada, AK Parti’yi suçlama kampanyasına malzeme yaptılar. Fakat halk arasında, “ateş olmayan yerden duman çıkmaz” lafı dolaşımdan kalkmadı. Bu konudaki iddiaların üzerine ciddiyetle gidildiğinin gösterilmesi şart… Şeffaflık adına, yolsuzlukları önleme adına yeni kanunlar, yeni tedbirler alınması geciktirildiği sürece, AK Parti zarar görecektir. “Kimsenin gözünün yaşına bakmayız” noktasında, halk ikna edilmediği takdirde, iktidarla ilgili güven problemi artacaktır.
Üç: Kutuplaşma ve gerilimi önleme adına, iktidarın mutlaka tansiyonu düşürücü, sulh ve sükûn telkin edici üslubu benimsemesi gerekiyor. Çatışmacı değil barış dilinin hâkim olması, bütün toplumun beklentisidir. Maalesef balkon konuşması, bu yöndeki beklentilere cevap vermemiştir. Bizim kuşağın Türkiye’si yok artık. Gezi olaylarında, hükümete ve Sayın Başbakan’a yönelik plana ben de karşı çıktım. Hatta fırsattan istifade sahnelenen terör olaylarının, kanunsuz eylemlerin “Erdoğan gitsin, AK Parti kalsın planı” olduğunu köşemde yazdım. (Zaman, 19 Temmuz 2013) Ama bütün Gezi gençliğini “çapulcu” gibi görmek, bu gençleri anlamaya çalışmamak, AK Parti’nin büyük yanlışı olur. Bu gençliği, potansiyel bir muhalefete dönüştürmenin izahı olamaz.
Dört: Demokratikleşme, hoşgörü, diyalog ve toplumsal bir mutabakat arayışından vazgeçmeden sivil, demokrat anayasada ısrar etmek tek çıkar yoldur. “Cadı avı” endişelerine karşı, hukukun üstünlüğüne ve AB standartlarına sahip çıkmak bir zarurettir...