Necip Fazıl’ın Kaleminden Dersim Katlimı

Necip Fazıl Kısakürek'in ifadesiyle "son devrin din mazlumları"ndan Seyit Rıza 15 kasım 1937 günü Elazığ Buğday Meydanı’nda oğlunun idamı kendisine izlettirildikten sonra Kemalist cellatlar tarafından katledildi.

Necip Fazıl Kısakürek'in Son Devrin Din Mazlumları adlı kitabında, tek parti döneminde (1925-1945) müslümanların uğradıkları baskı ve katliamlar aktarılıyor. CHP'nin tek parti dönemindeki günahlarını anlatan bu kitabın ilginç bir özelliği ise Adalet Partisi döneminde yasaklanması.

Kitabın Dersim ile ilgili kısmı şöyle:

"En aşağı 50.000 müslümanın kanını ve canını ihtiva etmesi bakımından, kalın hatlarıyle bir harita gibi çizdiğimiz ve şu anda yalnız ana prensip ve mânasıyle tesbit ettiğimiz bu facianın, tarihte bir benzeri gösterilemez.

Babalarını arayan ve yanına gitmek istediklerini söyleyen iki mâsum çocuğun hozat kaymakamı tarafından süngületilerek babalarının yanına gönderilmesi... Kendisinin öğretmen ve köy halkıyle alâkasız bir şahıs olduğunu iddia ederek alevler içinden fırlamak isteyen bir gencin, kalasla itilip alevîer içine atılması ve karşısında sigara içilmesi... buğday sapları üstünde yakılan, daha evvel kurşunlanmış bütün bir köy halkı... annesinin karnından sivri uçlu âletle çıkartıldıktan sonra yaşamakta devam eden ve hâlâ topuğunda bu sivri uçlu âletin izini taşıyan çocuk... bir dere içinde boğazlanan ve bu fiili yerine getiren cellâdın bulunması bir hayli zorluğa yol açan yirmi mâsum... ve buna benzer daha neler, daha neler!...

Cesetleri değil, mânaları muhakeme ve idam eden tarih, bakalım bu 50.000 çocuk, genç, ihtiyar, kız, kadın, hasta, alil müslüman cesedine karşılık kaç ferdin mânası üzerinde ebedî kararı verecektir?

Elâzığ ortaokulunda okuyan iki çocuk... tatili geçirmek üzere memleketleri olan hozat'a geliyorlar ve facianın tam üstüne düşüyorlar. hozat yakınlarındaki köylerine geldikleri zaman babalan yusuf cemil'in öldürtülmüş olduğunu öğreniyorlar ve ağlamaya başlıyorlar. onlara şu karşılık veriliyor:

"sizi de onun yanına götüreceğiz!"

çocuklar odadan sürükletilerek çıkartılıyor ve jandarma muhafazasında gittikleri yolda süngületiliyorlar. böylece babalarının yanına gönderilmişlerdir.

her evi ayrı ayrı tutuşturulduktan sonra dört bir etrafı ayrıca çalı çırpı içine alınıp alev alev yakılan bir köyden, deli gibi bir adam çıkıp, çalı yığınları gerisinde manzarayı seyredenlere doğru ilerliyor ve haykırıyor.

"durun, ben köy ahalisinden değilim!. muallimim! müsade edin, kendimi size isbat edeyim!"

fakat sözüne mukabele, bir kalasla itilerek alevler içine atılması oluyor. adam, evvelâ göğsünün kılları tutuşarak alev alev yanarken, çalı yığınlan gerisinde âmir, zevk ve istihza ile sigarasını içmektedir.

(bu vak'a, bana, 1944 yılında, eğridir'de askerliğimi yaparken, resmî şahıslar huzurunda, yanan adama karşı sigarasını zevkle içtiğini söyleyen âmirden bizzat dinleyenlerce anlatılmıştır.)

yusuf cemil'in köyünden 200 kadın ve çocuk öldürtülmüş ve bunların cesetleri buğday sapları üzerinde yakılmıştır. öldürülenler arasında, elâzığ'da askerliğini yapan ve o sırada izinli olarak köyünde bulunan rüstem adında biri de vardır. bu zavallı, mezun olduğunu ve isterlerse hüviyet ve izin kâğıdını da gösterebileceğini söylediği halde derdini dinletemiyor ve dört çocuğu ile seksenlik anası arasında, onlarla beraber, kurşunlanıyor.

hozat'ın karaca köyünden cafer oğlu kasım... bu adam, o tarihten 30 sene kadar evvel amerika'ya gitmiş, orada 15 yıl kalmış, epeyce para kazanmış ve sonra köyüne dönmüştür. kasım, amerika dönüşünde, birinci dünya harbinde kafkas cephesi köprüköy muharebesinde şehit düşen kardeşi yüzbaşı şükrü'nün iki çocuklu dul karısı şirin hatunla evlenmiş, hozat'a gelip yerleşmiş, orada bir mağaza açmış ve ticarete başlamıştır. hükûmetle de bazı taahhüt işlerine girişmektedir. dersim hareketi esnasında, işbu cafer oğlu kasım, taahhüt bedelinden alacağı olan 6.000 lirayı tahsil etmek üzere ovacık kaymakamlığına müracaat ediyor. muamelesini tekemmül ettirip parayı kendisine veriyorlar. muamele biter bitmez «seni hozat'tan çağırıyorlar!» diyerek, onu, mahfuzen yola çıkarıyorlar. cafer oğlu kasım, kasabadan ayrıldıktan bir saat sonra jandarmalara öldürtülüyor. koynundaki 6.000 lira da, iki alâkalı idare âmiri arasında taksim ediliyor.

zavallı zevcesi şirin hatun, o esnada, dört çocuğuyle birlikte, komşularına oturmaya gitmiştir. kadın, evine döndüğü zaman bir de görüyor ki, kapısı kırılmış ve bütün eşyası etrafa dökülüp saçılmıştır. haykırmaya başlıyor:

"- yetişin, evimize eşkiya girdi!.."

bu feryadına karşılık olarak kadın, kapısının önünde, çocuklarıyle beraber öldürülüyor ve dolgun miktarda altını, parası ve eşyası yağma ediliyor.

bu arada, hozat'ın zımbık köyünde (şekspir)in hayaline bile taş çıkartacak bir vak'a cereyan etmektedir. erkekleri tamamıyle doğranmış olan köyün 100 kadar kadın ve çocuğu, sivri uçlu âletle (süngü) öldürülüyor. öldürülen kadınlar arasında biri, doğurmak üzere bir gebedir. bu kadının karnına giren sivri uçlu âlet, barsaklarını yere döküyor, rahmini parçalıyor ve kendisini öldürüyor. tehlike geçtikten sonra gizlendikleri yerden çıkan birkaç kadın, ölüleri gözden geçirirken, bu kadının rahminden düşen çocuğun sağ olduğunu dehşetler içinde görüyorlar. muazzam bir kader cilvesi olarak yaşamakta devam eden çocuğu alıyorlar, emzirtip büyütüyorlar ve ona «besi» adını koyuyorlar. bu kız bugün hâlâ aynı köyde ve hayattadır. sivri uçlu âlet annesinin karnına girip rahmini deldiği zaman da onun topukçuğunda bir yara açmıştır ve kız hâlâ bu yarayı topuğunda taşımaktadır."

"hozat'ın dolantanır köyünden veli isminde bir genç, elâzığ muallim mektebinde okuduktan sonra öğretmen olarak trakya'ya gönderilmiş, orada evlenmiş, 3 çocuk sahibi olmuş ve tam da dersim hareketi başlamak üzereyken, karısı ve çocuklarıyle, yaz tatilini geçirmek üzere köyüne gitmiştir. genç muallimin köyü, erkekli ve kadınlı, çocuklu ve ihtiyarlı doğranırken, kendisi, karısı ve çocukları da aynı âkıbete mahkûm edilmiş ve cesetleri yakılmıştır.,

mazgirt tersemek nahiyesinin halkı doğranmakta... merhamet sahiplerinden biri, birle on yaşı arasında 20 kadar çocuğu alıp bir derenin içine saklanmıştır. vaziyet birden haber alınıyor. çocukların öldürülmeleri emri veriliyor. fakat bu emri yerine getirebilecek kimse zuhur edemiyor. en katı yürekliler bile, böyle müdafaasız mâsumlara silâh kullanamayacaklarını söylemeye mecbur kalıyor. tecrübe birkaç defa akamete uğruyor ve hayli sıkıntı mevzuu oluyor. nihayet en kara yüzlü çingeneden daha karanlık suratlı bir adam bulunuyor ve bir dere içinde titreşe titreşe bekleyen 20 mâsumun işi bitiriliyor.

murat suyunun kandan kıpkızıl aktığını görenler olmuştur.

celâl bayar'ın başvekil ve mareşal fevzi çakmak'ın genelkurmay başkanı bulunduğu 1938 yılında cereyan eden dersim faciası, bütünleştirilmesini okuyucularımızın hayaline ve istikbâldeki tarihçinin kalemine bıraktığımız birkaç teferruat çizgisi halinde budur! dayandığı tek sebep de birtakım âsâyişsizlik ve itaatsizlik bahanesi altında, bütün doğu anadolu'yu kapsayıcı olarak, o mıntıkanın bir türlü sulandırılamayan koyu islâmi rengidir.

bir kıvılcım halinde gösterdiğimiz dersim yangınının kömürleştirilmiş 50.000 cesedinde, kutup şahsiyetler dışı bir yığın olarak din mazlumluğunun en çarpıcı levhasını seyredebilirsiniz!"

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!