Elbette ki sadece ulus devlet mantığı ve ulusal kimliğin getirdiği bir kirlenme sebep olmuyor bugün yaşadığımız siyasal ve toplumsal gerilimlere. Merkezi eğitim sistemi, resmi törenler ve makbul hayat tarzıyla ulus devlet ideolojisi birey ve toplumu önce olabildiğince dünyevileştiriyor (sekülerizm). Seküler hayat ise duygu ve düşünceleri, korku ve beklentileri tamamen fayda merkezli kurguluyor (pragmatizm).
Birçok konu üzerinden Müslüman toplumlara musallat olan sekülerizm ve pragmatizm illetini konuşmak, değerlendirmek mümkün tabii ki. Ancak diğerlerini bir tarafa bırakıp bu meseleyi şimdilik Suriye üzerinden ele almaya çalışalım. Türkiye’nin Suriye’de yaşanan büyük yıkım ve katliamlardan en yoğun bir şekilde etkilendiği aşikâr. Süreç uzadıkça, belirsizlik arttıkça, Suriye’de yaşananların ağır faturaları Türkiye’ye yansıdığı oranda hem siyasal ve askeri alanda hem de iktisadi ve toplumsal sahada daralmalar, riskler hatta tehditlerin trendi yükseliyor. Bu durum ise siyasal perspektif ve işleyişi insani ve İslami kriterlerden uzaklaştıran bir yabancılaşma, belli bir oranda milliyetçilikten ırkçılığa kadar savrulan bir yabancı düşmanlığı gibi ahlaki krizlere sebep olabilmektedir maalesef.
Modern Kabahat: Muhacir Olmak
Hiçbir ayrım yapılmaksızın üzerlerine sistematik olarak ölüm yağdırılan bir ülkeden yani Suriye’den varını yoğunu geride bırakıp gelen muhacirler üzerine çok çirkin değerlendirmelerin yapıldığı günleri yaşıyoruz. Suriyeli muhacirlerin peyderpey vatandaşlığa alınmasına ilişkin tartışmalar ister ulusalcılık ister milliyetçilik isterse ırkçılık olarak nitelendirilsin yabancı düşmanlığını iyice belirginleştirdi. Suriyelilere vatandaşlık verilebileceğini ilk olarak telaffuz eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’dı. Devamında meselenin detayları hakkında Hükümet temsilcileri de konuştular.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “mültecileri uzun yıllar kamplara ve bodrum katlarına mahkûm edemeyiz” sözleri sürecin makul ve yapıcı gidişatına dair bir yol haritası işlevi görüyor. Lakin Suriyelilere vatandaşlık verileceği hatta kimileri için ev tahsis edileceğine ilişkin beyanlar ulusalcı paranoyayı fena halde tetikledi. Bu sebeple olsa gerek Hükümet kanadından yapılan beyanlarda “vatandaşlık verilen Suriyelilerin nasıl bir katma değer oluşturacağına” dair bir yoğunluk baş gösterdi. Sanki “mültecileri boşuna vatandaş yapmıyoruz, bu sayede daha hızlı büyüyerek biz daha çok kazanacağız” algısını güçlendirmek isteyen bir dizi söylem istatistiğin de yardımı alınarak kamuoyuna sunuldu.
CHP, MHP ve HDP’den gelen karşı açıklamalar beklendiği üzere “zinhar Suriyelilere vatandaşlık verilme düşüncesinden uzak durulsun!” nakaratından öteye geçemedi. MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin meseleyi önce uyumsuzluk ve artan sosyal hadiseler üzerinden değerlendirip Türklük merkezli saygınlığa bağlarken sarf ettiği tehditkâr cümleler şöyle mesela: “Türk vatandaşlığının bir saygınlığı, itibarı vardır. Buna gölge düşürmek hiçbir devlet adamının haddi değildir. Milyonlarca Suriyeliye vatandaşlık ikramı milli birliğimize engel çıkarmak anlamına gelmektedir. Vatan Türk'tür, vatandaş Türk'tür, gelecek Türk'tür. Türklüğün geleceğini kırmaya kalkan kim varsa ayağını denk alsın.”
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu ise konuyu daha yumuşak ve kuşatıcı cümleler kurarak ele aldığı Meclis’teki grup konuşmasında önceki yabancı düşmanlığı içerikli konuşmalarının aksine şu vurguları yapma ihtiyacı hissediyor: “Suriyelilere karşı değilim, kardeşimiz. 'Niye geldiniz' demedik. Niye vatandaşlık veriyoruz, hangi gerekçeyle veriyoruz?” Mevzuyu neticeye bağlayan hüküm cümleleri ise hiç de başlangıçtaki gibi makul ve merhametli değil: “Bunları alırsanız Türkiye'nin sosyal dokusu bozulacak, Türkiye'nin genleriyle oynanıyor. Kimin terörist, kimin masum olduğu bilinmiyor. Yeni bir rejim kurgulamak için yapıyorlarsa bu Türkiye'ye bir ihanettir.” Ülkenin sosyal dokusunun bozulacağı kaygısı öyle ki en temel insani hak için bile Kılıçdaroğlu’nu referandum çağrısı sarılmaya kadar düşürebiliyordu.
Ulus Toplumun Değil Ümmetin Parçasıyız
Güya “ırkçı ve nefret söylemi içeren söylemlerden uzak durmaya” gayret eden HDP cephesi de en alakasız yere dikkatleri kaydırmanın mücadelesini vermekteydi. Bir taraftan “Kürtleri bölgeden söküp atarak yerlerine Suriyeli Arapların yerleştirileceği”ni propagandasına şehvetle sarılıyorlar. Diğer taraftan da “Esed rejimine karşı savaşanlara koruma kalkanı oluşturulacağı”ndan bahisle hemen her adımda kötü bir niyet arama hastalığını iftiharla itiraf ediyorlar.
Türk ya da Kürt ulusalcıları için bunlar beklenmedik çelişki ve şaşırtıcı kusurlar değil, varoluş sebeplerini Türkçü-Kürtçü perspektif üzerine kurmuşlar. Burada esasen bizi tedirgin eden sapma bu ulusalcı söylemlerin İslami duyarlılığı yüksek geniş toplum kesimlerine de sirayet etme riskidir. Suriye’deki yarım asırlık despotik rejimi yıkmak üzere ayaklanmış bir halka destek olmak öncelikle bir insan ve Müslüman olarak hepimizin sorumluluğudur. Zulme başkaldırmayı ve küfre karşı durmayı hayatımızdan çıkarmış olamayız herhalde. Cinayet şebekesi tağutlarla savaşmaya azmetmiş bir halkın zayıf ve mahrum muhacirlerine sahip çıkmama seçeneğimiz olmadığı unutulmuş sanki.
Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed Mustafa’nın ümmeti adeta O kutlu Rasul’ün ve güzide ashabının muhacir olduğunu unutmuş gibi bir hayat sürebilir mi? Mekke’den Medine’ye hicret edip geldiklerinde Ensar’ın neleri, nasıl paylaştığını gözyaşları içerisinde hikâye edip pratikte ulus devlet mantığıyla hareket etmenin akıbeti hiç ama hiç hayrolmaz. Hicret’i unutan ensar olmaktan da vazgeçer kolayca. Bunun için i’sar ve tevekküle sırtımız değil yüzümüzü dönelim ki Allah’ın gaybi yardımları üzerimize yağmur gibi yağsın.
YENİ AKİT