Ne oluyorsunuz?.. Daha dün bir, bugün iki bile değil! Demokratik açılım henüz beşinci ayını doldurmadı. Hükümet, düğmeye resmen Temmuz ayı sonunda bastı.
Dört buçuk ay gibi kısacık bir süre içinde, kökleri yüzyıl öncesine giden, son çeyrek yüz yılda elli bine yakın ölüme, tarifsiz acılara neden olan son derece karmaşık bir sorunun çözüm yoluna girmesini mi bekliyordunuz?
Ufkunuz bu kadar mı dar?
Safoş musunuz?..
Yoksa niyetiniz başka mı?
Ne bileyim, belki de üzüm yemek değil derdiniz.
Hepsi olabilir.
Ama inandırıcı olamazsınız.
Bir yanda hükümet, demokratik açılım diyor, barış süreci diyor, Kürt sorunuyla ilgili olarak Cumhuriyet tarihinin en yürekli adımını atıyor.
Ama bir de öbür tarafa bakın:
Baykal-Bahçeli ikilisi kıyameti koparıyor.
DTP kapatılıyor, Meclis’ten çekiliyor.
PKK Reşadiye’de baskın yapıyor, yedi asker şehit...
Karayılan dağa çağırıyor.
Sokak eylemleriyle Türk-Kürt çatışmasının kapısı aralanmak isteniyor.
Öcalan umursamıyor, o kendi aleminde, “DTP kapatılırsa kapatılsın, en büyük benim, çözüm benden geçer!” havasını yaymaya devam ediyor.
Akıl alır gibi değil.
Allah aşkına, açılımdan bu yana daha beş ay geçmedi, ne oldu da tekrar dağı, silahı, şiddeti çare olarak göstermeye başladınız?
Metin Münir geçen gün Milliyet’teki köşesinde yazıyordu:
“Kürt açılımı akılsızların akılsızlıklarını, sabırsızların sabırsızlıklarını ve ölçüsüzlerin ölçüsüzlüklerini test etmeleri için bir vesile olmaya devam ediyor.
Tabii CHP Genel Başkanı Deniz Baykal birinciliği kimseye bırakmayacaktı. Açılıma ‘hiçbir şey yokmuş gibi’ devam edilmesini ‘hıyanet’ olarak tanımladı. Tersine, ortada bir hıyanet varsa, devam etmekte değil vazgeçmektedir.
Evet, bu fırsat penceresini kapatmak için yarışa girmiş olanlar var. Ama vazgeçmek kavganın eskisinden daha kanlı bir şekilde sürmesini onaylamak olduğu için direnmek lazım.
Kürt açılımını siyasi istismar konusu yapmaları, Türkiye’deki muhalefet partilerinin ne kadar milliyetçi değil ne kadar ilkel olduklarının göstergesidir.
Bu girişimden vazgeçmenin alternatifi zafer veya huzur değildir. Türkiye’nin ileri, insanları mutlu bir ülke olmasının önündeki en büyük engele takılmak demektir.
IRA örneğine bakalım.
İngiltere’nin bir parçası olan Kuzey İrlanda’da IRA terörü patlak verdiğinde Londra’da siyasi partiler bunu partilerüstü bir konu sayma konusunda anlaştılar. Hiçbir parti konuyu siyasi amaçla istismar etmeyecekti ve etmedi. Etselerdi, IRA ile anlaşma hiçbir zaman yapılamayacaktı.
Bu arada neden atıldığı meçhul bir kahkahayla ‘Açılım süreci sona ermiştir’ diye beyanat veren DTP milletvekiline de bir sözüm var. Türkiye’den çok daha gelişmiş bir ülke olan İngiltere’de ateşkes anlaşmasından sonra IRA terörünü sona erdiren anlaşmayı gerçekleştirmek 14 yıl sürdü.
Türkçesi:
Tarafların barışmaya karar verdiği gün ile silahların sustuğu güne kadar geçen zaman 14 yıldır.
Orada da, aynen Tokat’ta olduğu gibi, IRA içinde merkezi dinlemeyen güçler ateşkese rağmen kan dökmeye devam etti. Ve PKK ile karşılaştırıldığında gaddarlıkta IRA, müftülükte bir sünnet düğünü kadar masumdur.
Türkiye’de bu işin 14 günde başarılacağını sanıp süreci baltalamak isteyenlerin kazdığı ilk çukurlara düşmek olağanüstü bir siyasi cahilliğin ve hamlığın göstergesidir.”(Metin Münir, Salt akılsızlığın tenkidi, Milliyet, 12 Aralık 09)
Metin Münir’in bu satırlarına aynen katılıyorum.
Sizler de düşünün.
IRA örneği çok ilginç.
Öyle dört buçuk ay değil, tam 14 yıl süren bir süreç... Üstelik, muhalefet partilerinin seslerini hiç çıkarmadıkları bir açılım süreci... Yani İngiltere’de IRA meselesi iktidarla muhalefet arasında partiler üstü bir konu olarak ele alındı bu 14 yıl boyunca...
Biz bu kadar olgunlaşmadık mı?
Belki öyle.
Kim bilir belki de, daha çok kan ve gözyaşı lazım siyaseten olgunlaşmamız için...
Yazık!
Oysa, “Şiddet şiddeti getirir!” kısır döngüsünü bir an önce kırmaktan başka çaremiz yok.
MİLLİYET