Sitemiz yazarı Bahadır Kurbanoğlu, Taksim Gezi Parkında başlayan ve yayılan gösterileri değerlendirdi.
Ne Mutlu “Taksim Devrimcisiyim” Diyene
BAHADIR KURBANOĞLU / HAKSÖZ-HABER
Bütün Türkiye, hatta ABD’den Avrupa ve Suriye’ye kadar pek çok ülkede Taksim’de başlayan ve günlerdir devam eden olaylar konuşuluyor. Konuşulması da gayet doğal. 28 Mayıs’tan bu yana 67 ilde 258 eylem ve etkinliğin yapıldığı bizzat İçişleri Bakanı Muammer Güler tarafından açıklandı.
Olaylar vesilesiyle yazılıp çizilenlere bakıldığında, herkesin eteklerindeki taşları dökmekle meşgul olduğu aşikar. Her kesim kendi zaviyesinden yaşananları farklı ton ve dozajlarda yorumlarken, her yol Roma’ya çıkar misali yegane hedef tahtasına oturtulmuş olan kişi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan. Erdoğan’ın hataları, üslubu, “ben yaptım oldu” şeklindeki müstağni politikaları sürecin yegane günah keçisi olarak adeta ortak bir kabul halini almış görünüyor. En yakınımızdaki insanlarda dahi son dönemlerde Erdoğan’ın totaliter tutumlarının bu öfke patlamasının ardındaki müsebbip olduğuna dair kanaatler yaygınlaşma istidadı göstermekte. Liberalinden solcusuna seküler kesimlerden duymaya alışık olduğumuz bir dizi eleştiri, muhafazakar camialarda da ciddi manada müşteri bulmaya başladı.
Hiç şüphesiz kaosun gücü bu eleştiri potansiyelinin propagandif yönünü güçlendiriyor. Dikkatler tek bir noktaya, hatta tek bir kişiye yöneltiliyor ve böylelikle zihni karışıklar açısından da resim tamamlanmış oluyor: Erdoğan’ın diktatörlüğü, yaşadığımız sorunların biricik sorumlusudur. Bu öfke patlamasının da sebebi, sadece ağaçlar ya da polis gazı değil, öfkenin yıllara yayılmış birikimidir.
Bunlara ek olarak şunlar ifade ediliyor: Süreci yanlış yönlendiren Erdoğan’ın dili, üslubu, tavırlarından ziyade mesele, demokratik kazanımların Erdoğan’ın gücünü pekiştiren bir manivelaya dönüşmesiyle ilgilidir. Hayat alanlarına müdahale edilen, hatta daraltılan kitleler artık buna bir son vermenin zamanı geldiğini düşünmekteydiler; bugün o gündür ve bugün Türkiye tarihine bir milat olarak kaydedilmelidir!
Bu kesimler Erdoğan’ı bu süreçte Hüsnü Mübarek ya da Beşşar Esed ile özdeşleştirmekte de bir beis görmediler. 2007-2008’lerden bu yana AK Parti’ye ve Erdoğan’a destek verenlerin de aynı koroya dahil olmaları şaşırtıcı olmadı. Bugüne dek CHP’den popülist bir üslupla duymaya alışık olduğumuz ve kamuoyunda gülümsemelere, eleştiri dozajının kaçırılmış olmasına yönelik eleştirilere sebebiyet veren her türlü tanımlama, bugünlerde sağdan sola ivme kazandırılarak dillendirilmeye başlandı.
“Cambaza Bak” Propagandalarını İfşa Etmenin Önemi!
Günah keçiliğini tek bir noktada toplayarak Türkiye halkını propaganda bombardımanına tutan kesimlerin başarılı olmadıklarını söylemek doğru olmaz. Bu öyle bir başarı ki The Guardian gazetesi’nin “Ağaçları korumak için başlayan eylemler, baskıcı bir rejime karşı direnişin tohumlarını attı” şeklindeki manşeti ciddi ciddi tartışma konusu yapıp, geleceğin Türkiyesi adına kehanet üretenlerin notları arasında yer alabiliyor. Kimileri -Cengiz Çandar gibi- bu süreçten hakikaten heyecan duyup, gençliklerinde başaramadıkları işleri “facebook gençliği”nin başarmak üzere olduğu hissiyatıyla yazıp-çizerken, kimileri de Erdoğan’ın siyaseten hedefe konmuş olması yetmiyor ola ki, CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün örneğinde olduğu gibi tweetlerinde ondan “O…Çocuğu” olarak bahsetmekten geri kalmıyor.
Ne kadar ilginç bir tesadüftür ki; Venezuela’da Hugo Chavez, halkın desteğiyle ABD destekli kartel medyasının oyunlarını bozarken de aynı şekilde “Diktatörlük”le suçlandığında mezkur kesimler onun nasıl da devrimci bir kişilik olduğuna dair yazıp çiziyorlardı. Benzer kesimlerin 100 binden fazla insanın katili Beşşar Esed için aynı kelimeyi kullanmaya dili varmazken, aksine onu anti-emperyalist ilan etmekten bir an geri durmamışlardı. Üstelik hangi diktatörün ülkesinde kendisinden “O…çocuğu” diye bahsedilebileceğini düşünmekten de aciz bir konum serdediyorlardı.
Bir diktatör düşünün ki, bir siyasi kaos ortamında herkes ağzına geleni söylemekte serbestçe yazıp çizebiliyor; bir sinemaya ya da ağaçlara yapılan zulüm(!) üzerinden o diktatöre demediğini bırakmıyor. Üstelik Batılı ajanslar, Suriye rejimi, Boyner'ler, Koç'lar, Kartel yazarları, bizim mahallenin şaşkınları hepsi aynı safta. İnsana “meğer ne çok ağaçsever varmış” ya da ülkeye bakın ki duyarlı çevreciler(!) tarafından bir diktatör rahatlıkla sallanabiliyor dedirten cinsten gelişmeler bunlar. Ağaçsever sosyalistler, anarşistler, halkevleri, karteller, Acarkent ve Beykoz villaları gibi orman arazilerine çöreklenenler, Kemalistler, Kemalsevmeyenler, Kapitalistler, anti-kapitalistler(!), emperyalistler, Esedseverler, Suriyehalkısevmezler, barışsüreçcileri, barışsevmezler hepsi aynı safta. İnsan “Bu işte bir tuhaflık yok mu?” demeden edemiyor.
Suriye rejimi AKP hükümetini pişkince istifaya çağırıyor; Ergenekoncu tutuklu sanıklar toplu açıklama yaparak halkın devrimine(!) selam çakıyor; Batılı büyük ajanslar reklam anlaşmalarını feshediyor; Aynı ajanslar normal yayın akışlarını kesip "Türk Baharı" yayınları yapıp Tahrir-Taksim özdeşleşmeleri kuruyor; TÜSİAD tehditler savuruyor ama bizlerden Tayyip’in efeliğini konuşmamız isteniyor; olayların baş müsebbibinin o olduğuna iman etmemiz salık veriliyor. “Bu kadar mı basiretiniz bağlandı?” diye sormazlar mı insana?
Dolayısıyla bütün bu efeler tepemizde pineklemiş bekleşiyorken, “Tayyip’in efeliği” ya da Kasımpaşalılığı üzerinden yapılan siyasi tahliller, en hafif deyimle şark kurnazlığı içermekte, en anlamlı tespitlerle de bir psikolojik harekatın genişletilmek istendiğine işaret etmekte. Bir yetmişlik devirince hükümeti de devireceklerine inanmış bazı zavallı gençlere ve yanlışlara yönlendirilmiş emniyet güçlerine bakıp da bu olayları değerlendirdiğimizde, yine en basit şekliyle “ipe un sermeye çalışanlar”a değil “cambaza bakmış” oluruz. (...)
YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ...