Ne Musaya, ne Rehaya

Sanıyorum Reha Muhtar Bey'den sonra oluştu bugünkü tablo. Televizyonda yayınlanan dizileri gerçek sanıp, ölen bir dizi kahramanının arkasından cenaze namazı kılabilecek kadar işi ciddiye alan yurdum insanı, hayatı da film gibi algılamaya o dönem başladı.

Haber bültenlerinde hepimiz aptalmışız gibi, yapılan konuşmalar bir de iri puntolarla altta yazı olarak çıkıyor, görüntüler bir drama hassasiyeti ile efekt ve müzikle bezenerek yayınlanıyordu.

Reha Bey, aslında habercilikten gelme bir isimdi ama nedense haberleri magazinleştiren bir duayen oldu Türk televizyonculuk tarihinde. Ana haber bültenlerini bir tür 'Freak Show'a dönüştürmekte beis görmedi. İşin tuhafı, kendilerini yıllardan beri haberci olarak sunan insanlar da -reytinglerden mi etkilendiler nedir bilmem- Muhtar'ı taklit etmeye başladılar. Ve o günden beri Türk televizyon haberciliğinde mutlak bir Reha Muhtar başarısı olduğunu bilir ve söylerim.

Haberin ve habercinin magazinleştiği bir ülkede, magazin ve magazincinin de haberleşmesi kaçınılmaz oldu sanırım. Daha düne kadar 'bilmem kimin eli kimin cebinde' dedikodularından başka bir şey yazıp-çizmeyen insanlar şimdi sabahın bilmem kaçında karşımıza çıkıp en ciddi haberleri -gerçeğin ağzını burnunu kıra kıra- kendi konseptlerine uyduruyorlar.

Şüphesiz televizyon idarecileri ve medya patronları için reyting aldıkça pek sakıncalı gibi gelmiyor bu durum. Nihayetinde aşk var, gizem var, şiddet var, gözyaşı var, var oğlu var. Müziği var, 'dan dun' efekti var, arkası yarını var da var...

Ve biz gerçeği bir magazin kurgusuyla izlerken, farkında olmadan yere yatırıp üzerinde zıplıyoruz hakikatin.

Medyaya 'Hacker Musa kayıp' başlığıyla yansıyan haberde de böyle oldu.

İşin tamamen polisiye olan kısmı medyada alenen tartışmaya açıldı ve bir magazinci merakı ve dedikoducu hazzıyla olay olmadık mecralara çekildi. Öyle bir yayıncılık şehveti ki, ilahiyatçı kocaman adam bile 'efenim hade telefon başına, ihbar yağdırın' diye kendinden geçiverdi.

Darb-ı meselde anlatılır ya, 'neresini düzelteyim' diye, öyle yamuk yumuk bir durum ki, düzeltmek için elinizi attığınız kısım elinizde kalıyor sevgili okur. Bir çocuğun ifadesiyle ortaya çıkan 'Yüzünde yara izi var' tanımı 600'e yakın ihbara neden olmuş. Üstelik birçoğu ekranda, canlı yayında dillendiriliyor bunların. Sokağın orta yerinde küçük kıza tecavüz etmeye kalkan yaralı yüzlerden uyuşturucu mafyası yaralı yüze, oradan oyun mafyasına kadar uçsuz bucaksız bir liste oluşturuldu.

Mesela şu sorunun kimsenin aklına gelmemesi tuhaf değil mi: Hep görüntülerdeki çocuktan bahsediyoruz ama katil o değilse, ya o kişi de kurban ise, mağdur ise?

'Cellâdıyla yürürken' başlığını atan dedikodu medyasının umurunda değil tabii, nihayetinde elde bilmem kaç sütuna kaç santimlik bir dolgu var işte. Aynı özensizlik ve düşüncesizce topa dalmak gözaltına alınan akraba çocukta da ortaya çıktı. Belki gerçek katil çocuktur bilemiyorum ama ya değilse? Gözaltındaki gencin ruh hali, toplum içindeki yeri, ailesinin durumu? Kim verecek bunların hesabını?

"Elleri kolları kesilmiş, parçalanmış, başı ezilmiş" ve daha bir dolu insanlık dışı tasvir ve atmasyon. Hiçbirinin gerçekle ilgisi olmadığı gibi, bu yalanı kim ya da kimlerin çıkardığı da merak edilmiyor. İlginç geldi koy yayına, enteresanmış bas sayfaya!

Peki ya gerçek, peki ya hakikatin kendisi ne olacak?

"Boş ver sen onu, bak yeni bir vaka geldi, Musa bitti, sıra İsa'da!"

Peki ya acılar, gözyaşları, mağduriyetler?

"..."

Açılımdır, gripten korunmadır, bilmem nedir deyip duruyoruz ama hakikati bu zihniyetin elinden kurtardığımız gün olacaktır gerçek açılım. Sanırım...

ZAMAN