Ne laiklik biliniyor, ne de din!

Serdar Demirel

Dine her türlü olumsuz anlamı yükleyenler, dindar halkı pasivize etmek üzere 150 yıldır “irtica” kavramını tavzif ettiler. Din ve laiklik konusu bu nedenle hiç gündemden düşmedi, düşürülmedi.

Din ve laiklik meselesi bu kadar gündemi teşkil ediyorsa, doğal olarak bu kavramlar hakkında karşıt tarafların yeterli malûmata sâhip olması gerekir. Sıradan bir aklın varacağı hüküm budur.

Ama ne gezer!.. En fazla tartışılan konu din ve laiklik olsa da, en az bilinenler de bunlar...

En üst düzeylerde görev yapmış ve ülkenin beyin takımı sayılan kişilerden din hakkında öyle yorumlar duyarız ki, şaşırıp kalırız ve “Acaba burası Müslüman Türkiye mi?” tepkisini vermekten kendimizi alıkoyamayız. Dinin karşısına da öyle ucûbe bir laiklik yorumu geçiriyorlar ki, laikliğin anavatanında bile arasan bulamazsın!

Sâbık Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Ramazan günü, hem de canlı yayında oruçlu halkın önünde su içmeyi laikliğin gereği sanıyordu. Kişisel bir tercihi konuşmuyoruz burada; isteyen oruç tutar, isteyen tutmaz. Lâkin, laikliği halkın inançlarına saygı duymama gösterisine çevirmenin, laiklik olarak algılandığı garip bir durumdan bahsediyoruz.

Dine karşı çıkabilirsiniz. Allah’a inanmak zorunda da değilsiniz. Bunlar Allah ile kulları arasındadır, hesap da O’na verilecek. Ama insan, hele kanaat önderleri, aydınlar, toplumun öncüleri, bir şeyi reddediyorsa eğer, neyi reddettiğini de bilmek zorundadırlar. Hassaten bu durum geniş toplum kitlelerinin hayatına yön veriyorsa, cehâlet mâzeret olamaz.

Ergenekon soruşturmasından basına düşen bir belgeye göre, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt, Başbakan Tayyip Erdoğan’a ülkedeki gelişmelere itiraz mahiyetinde şöyle demiş:

"Anayasa'nın 2. maddesinde Atatürk milliyetçiliğine bağlılık var. Bizim en büyük kabahatimiz bu konuyu anlatamamamızdır. Ülkü, dil, kültür birliği ulusun oluşmasında temel unsurlardır. Din konusu ulusun oluşumunda söz konusu değildir."

Burada dinden kastedilenin İslâm olduğunu belirtmeme gerek var mı! Yukarıdaki buyurgan kanaati okuduğumda çok hayıflandım. İçimden; “Oryantalistlerin derinliğine paralel bir İslâm okumasından vazgeçtim. Hiç olmazsa son onyılların ürünü yüzeysel İslâm okumaları yapan İslamologlar düzeyinde bir din bilgisine sâhip olsaydı ya emekli Org. Büyükanıt. Ya da sosyolojinin penceresinden bakacak kadar din-kimlik ve din-toplum ilişkisine dair bilgi birikimine hâiz olsaydı. O zaman bu kadar dine karşı önyargılı olmazdı herhâlde.” diye geçirdim.

Sonra da, sosyoloji ve teoloji bilgisine bu söylemdeki katı pozitif duruşu esnetebilir endişesinden dolayı müracaat edilmeyeceğine kanaat getirdim. Bunu da 28 Şubat günlerinde dönemin muktedir komutanı Çevik Bir ile gazeteci Taha Akyol arasında geçen bir diyalogtan istidlâl ettim.

Dini ulusa tehdit gören zihniyeti ve darbe çılgınlığını ele vermesi açısından önemsediğim ibretâmiz bir diyalog bu.

Çevik Bir, Aydın Doğan'ı eleştirip; “Gazetendeki bazı yazarlar türban konusunda, genç kızların başörtüsü konusunda yanlış yazıyor.” diyormuş. Doğan da Çevik Bir'e; “Gel kendileri ile konuş.” dâvetinde bulunmuş. Bunun üzerine Çevik Bir Milliyet gazetesine geliyor ve yazarlarla toplantı yapıyor.
Taha Akyol kendisine soruyor: “Niye Türk toplumunun geleneklerine bu kadar karşı çıkıyorsunuz? Bunun için Türkiye'de çok değerli sosyologlar var. Niye onlara danışmıyorsunuz?”

Çevik Bir de; “Eğer sosyologlara danışırsak bu konudaki kararlılığımız dağılır.” diyor.

Başka söze hâcet var mı!? Kendisini şartlandırmış bir zihin gerçeği aramıyor, vehimlerini bilimsel veriler ışığında test etmekten kaçınıyor. Öyle olmasa toplumun bir kesimine en acımasız yöntemlerle savaş açabilir miydi?

Bir’e sorsanız, laiklik adına bunları yaptığını söyleyecek. Laiklik adına bilim adamlarına danışmamayı, yani konuyla ilgili câhil kalmayı tercih ederek...

Bizim din karşıtı duygularla yüklü kesimlerimiz dine bakınca ne görüyorlar dersiniz?

Ülkenin büyük devletler muvâzenesinde geri kalmasının kaynağını mı? Yoksa halkla paylaşmak istemedikleri iktidarlarının önünde bir engeli mi?

Eğer birincisi ise, gerçekleri göremiyorlar demektir.

14 asırdır ait olduğumuz kültür havzasında yetişmiş cins kafa filozoflara, şâirlere, hekimlere ve birçok alanda yetişmiş bilim adamları listesine bakıldığında, onların dindar kimliği bu yargıyı tarih tecrübesi bağlamında çürütmeye yeterlidir.

Bugün de üniversite kapılarına yığılan ama eğitim hakkını elde edemeyen başörtülü genç kızların eğitimsiz kalmasının kaynağı din değildir, bilâkis laikliği koruduğunu iddia eden yasakçı zihniyettir.

Dini, dinin bu coğrafyada oynadığı rolü, dindarların bilime katkısını bilmeyen bu insanlar, maalesef dindar insanla empati yapamayacak kadar da özüne yabancılaşmış durumdadırlar...

Yok eğer asıl sebep bu değil de, iktidarı halkla paylaşmamak ise, birileri din ve laiklik çatışması üzerinden zümre çıkarlarını koruyor demektir.

VAKİT