Bu kadar da hukuk fazla, dedirtiyor, bu son yargı kararları. Türkiye neredeyse artık her güne infial yaratan yeni bir yargı kararıyla başlıyor. Seçimler dolayısıyla hayatımıza giren YSK, bir türlü çekip gitmesini bilmiyor. Seçimler bitti, vekiller seçildi ama o son dakika kararlarıyla, “Hadi çıkabilirseniz çıkın bu işin içinden” dercesine, yeni bir krizle başını kapıdan içeri uzatıyor.
Seçimlerden önce bazı bağımsız adayları veto ederek sokakları karıştıran ve bir kişinin ölümüyle sonuçlanan olayları ateşleyen YSK, seçimlerden sonra da, yeni Meclis’in kucağına nur topu gibi bir Hatip Dicle krizi bıraktı. Daha bunu çözüme kavuşturamadan ikinci kriz patladı; CHP’den aday gösterilen ve milletvekili seçilen Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal’ın tahliye talepleri İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nce reddedildi. Bu kararın BDP’nin aday gösterdiği tutuklu beş aday için emsal olacağı tahmin ediliyor. Esas siyasi kriz bence tam da bu konuda patlayacak. Hatip Dicle’nin vekilliğinin düşmesi üzerine parlamentoya gitmeme kararı alan BDP, tutuklu beş milletvekilinin olası serbest bırakılmama kararına karşı daha büyük tepki gösterecek.
Sandık başarısının verdiği heves ve heyecanla Ankara’ya gitmeye hazırlanan BDP’li vekiller, bu yargı kararları karşısında şimdi isyan ediyorlar. Meclis’in, daha doğrusu AKP’nin, bu sorunun çözümü için ‘sihirli’ bir formül geliştirmemesi durumunda parlamentoya gitmeme kararındalar. Yani bu durumu, siyasi krize dönüştürmekten çekinmeyecekler. Kabul edelim, olay ciddi. “Hatip Dicle neden bu kararı saklamış” diyerek, siyasiler devekuşu gibi başını kuma gömemez, bunu bilelim. Sorun çoktan siyasi krize dönüştü bile. Tutuklu beş milletvekilinin tahliye talebini reddeden karar çıktığında -ki Diyarbakır’ın da İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nden farklı karar vermesi beklenmiyor- bu kriz, elle tutulur gözle görülür bir nitelik kazanacak; kavga ve gürültü çıkarmaya, efelenmeye, rest çekip tehditler savurmaya uygun zemin sunacaktır.
Şimdi önemli olan, bu sorunun çözümüne yönelik ‘makul’ formüller üretmek. Meclis’te çoğunluğu temsil eden irade, bu krizin üstesinden gelebilecek mi, bekleyip göreceğiz. AKP’nin iki numaralı isminden, Bülent Arınç’tan ümit verici bir açıklama geldi. Arınç, “Beğenmediğimiz, yanlış bulduğumuz, demode olduğuna inandığımız bütün düzenlemeleri parlamentomuzda değiştirme imkânımız var. Anayasa değişiklikleri de buna dâhil” dedi. Ancak ilerleyen saatlerde AKP’den gelen resmî açıklamalar, Arınç’ı tekzip eder nitelikteydi. Bekir Bozdağ’ın yaptığı açıklamalar sanırım AKP’nin, bu krizi “kendi sorunu” olarak ele almayacağını gösteriyor.
Şimdi esas konuya gelelim; Kürt siyasetçilerin YSK’nın Hatip Dicle kararı karşısında aldığı tutuma ve milletvekili seçilen tutuklu adayların salıverilmemesi durumunda gösterecekleri tepkiye.
Demokratik Toplum Kongresi’nin çağrısı üzerine bağımsız vekiller, olağanüstü bir toplantı yapıp kriz çözülene kadar Meclis’e gitmeme kararı aldılar. Kürtlerin tepkisi sokağa taştı; Hatip Dicle kararının sabahı Dersim’de polise karşı -ancak bu kadar hızla harekete geçilir denebilecek türdenmayınlı tuzak kuruldu, Mardin, Mersin ve Diyarbakır’da etrafa, sağa sola ses bombaları atıldı... Kandil, “devrimci halk savaşını yükseltme” tehdidinde bulundu.
Kısaca Kürt siyasetine tam bir isyan havası hâkim. BDP’nin ve oylarıyla Hatip Dicle’yi vekil seçen seçmenlerin bu durumu sineye çekmelerini beklemek doğru olmaz elbet. Mutlaka tepki göstereceklerdir. Ancak parlamentoyu boykot edip sokağı ateşe vermek “doğru” ve “iyi” bir yönteme benzemiyor. Bu türden sokak baskıları her zaman aynı sonucu vermeyebilir. Siyasetçiler kontrolü yitirdiğinde devreye yine silah girer, şiddet yine tavan yapar, akan kanın önünü almak daha da zorlaşır.
Tabii ki Kürt siyasetçileri anlamak zor değil. Değişimin sokağın gücüyle yaşandığının farkındalar.Politikayı yıllardır sokakta yapıyorlar. Kendi kimlikleriyle siyaset yapmalarına şans tanınmamasının bunda önemli bir payı var. Biraz da bu yüzden olsa gerek siyasetin uzun soluklu, akıl mesaisi gerektiren diplomatik yollarında dolaşamıyorlar. Ya doğrudan isyan ediyorlar ya da sineye çekiyorlar. Bundan kurtulmaları için demokratik çabalarının Meclis’te sonuç aldığını gözlemeleri, çok defa tecrübe etmeleri gerekiyor. Bu şansı bulacaklarına inanıyorum. Ama bunun yıllarca süren acı tecrübelerin sonunda olmamasını umuyorum. Zira Kürt siyasetçiler en ufak bir olayda bile köprüleri hemen ateşe vermeye başlıyorlar. Son sözü başta etme gibi bir hataya düşüyorlar. Demokratik yöntemlerle sorun çözme arayışları ise çok zayıf ve güçsüz. Yapıcı olmayan, tehdit içeren dil ve ifadeleri en güçlü yanlarını oluşturuyor; politikacılar için gerekli olan “çözme becerisi” ise maalesef sıfıra yakın. Umarım yaşadığımız bu siyasi krizden parlamento zemininde çözümler üreterek çıkar ve demokratik siyasete güç kazandırabiliriz.
kurtulustayiz@gmail.com
TARAF