(Aşağıda açıklayacağım yedi prensiple) Kur'ân-ı Kerîm'i okursak doğru okuruz, doğru anlarız diye düşünüyorum.
1.Kur'ân-ı Kerîm'i anlamak için mümin (iman etmiş bir insan) olarak okuyacağız; imansız değil.
2. -Bu imanın içerisine girer ama ehemmiyetine binaen ayrı bir madde olarak söylüyorum- Allah kelâmı olduğuna inanarak okuyacağız. Allah kelâmını, lafzı da manası da hiçbir beşeri unsur olmayan (taşımayan) bir kelâm olduğuna inanarak okuyacağız.
3. Allah kelâmı, doğru, "ama belli bir kültüre gelmiş Allah kelâmı" olarak okuyacağız. Bir arkadaşımız bunu söyledi, Allah kendi kendine konuşmuyor, Allah Teâlâ bununla muhatap aldığı, öncelikle peşinen muhatap aldığı bir topluma hitap ediyor, o toplumun bunu anlaması şart, yaşaması şart, o toplum aracığı ile de hem kitabı(n anlaşılmasını) hem de -işte çok tartışılan gelenekten hareketle- onun ebedî boyutunun da oluşmasını istiyor. Burada işte bu belli bir kültüre gelmiş olması hem tarihsellik problemini hem de sevgili Yaşar (Ocak) hocanın burada ehemmiyyetle anlattığı tarihî perspektifın ehemmiyetini gündeme getiriyor.
4. Kur'ân-ı Kerîm hem takrir hem tebdil için gelmiştir. Kur'ân-ı Ke-rîm'in geldiği toplumun bütün tasavvurlarını, imajlarını, âdetlerini, alışkanlıklarını, kültür unsurlarını ortadan kaldırmak için değil, onlardan bir kısmını takrir, bir kısmını tebdil için gelmiştir. Evet doğru, muhatabı Kur'ân-ı Kerîm'i anlayacaktır, ama Kur'ân-ı Kerîm'in getirdiği şeyler, muhatabının zaten bildiği şeyler değildir; onun çok önemli bir kısmı, onun (ilk muhatap Arapların) bilmediği, yapmadığı, yapamadığı, düşünemediği şeylerdir.
5. Kur'ân-ı Kerîm'in kıyamete kadar bir hidâyet rehberi olarak geldiğini düşünmektir. Belli bir kültüre gelmiş, ona hitap ediyor, ama onun bir başka boyutu da kıyamete kadar bütün insanlığa hidâyet rehberi olarak gelmiş olmasıdır. Şimdi orada artık o kültüre mahsus olan yeri ile ebedî ve evrensel olan yeri gündeme geliyor. Bunu da kabul ettiğimiz takdirde ona dikkat ederek okuyacağız.
6. Onun asıl amacının tevhid inancı ve kâmil insan ahlâkını tesis olduğunu göz önüne alarak okuyacağız. Kur'ân-ı Kerîm'in asıl amacı tevhid inancı ve kâmil insan ahlâkını tesistir; fert ve toplum olarak. Ondan sonrakiler birer araçtır. Ama bu amaç-araç meselesinde işte o (burada tartışılan) değerler skalası geliyor gündeme. Benim tabiî orada bir farklı düşüncem var, o da şu: Ben buradan Ankara'ya dört araçla gidebilirim. Ankara'ya gitmek amaç, şu araçlardan birine binmek araç. Öyle ise ben muhtarım hangisine istersem binerim… (Böyle değil) İslâm'ın, kitabın getirdiği araçlara göre bakmalıyız. Oradaki benim farklı düşüncem bu. Öyle bakamayız, şöyle bakacağız -işte Ali Bey de buna başka kelimelerle, (farklı) bir söylem tarzı ile işaret etti- İslâm'ın meselâ ahlâk ve metafizik değerlere ulaşabilmek için getirdiği ibadet vazgeçilebilir bir araç değildir. Öyle ise Hz. Mevlânâ'nın etrafından tutup da dolaşarak hacca gidemezsiniz (hac yapmış olmazsınız) veya kendisini kâmil biri zanneden bir insanın etrafında dolaşarak hacc edemezsiniz. Namaz yerine oturup Budistlerin yaptığı gibi transa geçerek, tefekkür yapmak sûretiyle namaz kılmış olamazsınız ve namazın sizi götüreceği ahlâka ve ahlâkî kemale gidemezsiniz. Şimdi demek ki ibadet araçları bir kere vazgeçilmezdir. Ondan sonra gelelim ibadetin altında gördüğümüz hukukî ve siyasî araçlara. O hukukî ve siyasî araçlar da gerçekten tarihî olanlar vardır, evrensel olan vardır. Evrensel olanların da fert ve toplumdaki bazı arızalar sebebiyle geçici olarak tatbik kabiliyeti kalmamış olanları vardır. Ama bu o araçların, bize onları getiren âyetlerin sakatlığından değil -haşa yani- onun tatbik edileceği bünyedeki belki geçici olan -bu geçicilik bazen asır sürebilir- arızadan dolayıdır. Öyle ise orada bakın, bir değişime açıklık var. Ama bu değişime açıklıkta (açıklığa da) bu değerler skalasını göz önünde tutmak sûretiyle, Ankara'ya dört tane araç gidiyorsa, "biri olmazsa biri olur bunun diğerinden farkı yok" gibi bakamayız. Allah Teâlâ tarafından getirilmiş olan bu araçların en ideal araç olduğunu bir kere düşünmek zorundayız. Aksini (bizdeki arızadan dolayı uygulama sınırını) isbat ve delil için işte ictihad ederiz…
7. Son olarak efendim; Hz. Peygamber'in, tebliğden başka açıklama vazifesinin de olduğunu bilmek durumundayız. Hz. Peygamber, sadece Kur'ân-ı Kerîm'i tebliğ etmek için vazifelendirilmiş bir varlık değildir. Onun iki vasfı (vazifesi) vardır… Biri tebliğ, biri tebyindir, açıklamadır. O hâlde Resûlullah'ın açıklama vasfını da göz önüne almak durumundayız…"
Sevgili okuyucular.
Bu iki yazıda bazı örneklerini verdiğim konuşmamın üzerinden 15 yıl geçmiş bulunuyor. Benim temel çizgimde değişiklik yoktur.
Gerektiğinde klasik usul ile ictihad yaparak, gerektiğinde bütün muteber İslam fıkıh mezheplerinden de istifade ederek İslam'ı anlamaya, anlatmaya ve mümkün olan azami ölçüde yaşamaya devam edeceğiz. Hakkımızda bir şey duyduğunuz veya okuduğunuz zaman gerçeği öğrenmeden, bizim gerçekte ne dediğimizi kaynağına bakarak bilmeden hüküm vermek, dedikodulara girmek sorumluluk getirir.
YENİ ŞAFAK