Bundan beş sene kadar evvel Ankara'da Ortadoğu meselelerine ilişkin bir panelde Suudi Arabistan büyükelçisini dinlemiştim.
Uzun süre Washington'da görev yaptığını ve oradan yeni geldiğini belirttikten sonra, "Büyük Ortadoğu Projesi'ni Amerika'da artık kimse ciddiye almıyor, bu proje çöktü" demişti Suudi misafirimiz.
Hiç şaşırmamıştım, çünkü kısa adı BOP olan bu proje bana göre başından beri çöküktü.
BOP motivasyonunun ABD emperyalizmine yeni bir ivme kazandırabileceği ihtimalini göz ardı etmiyordum, ABD'nin Ortadoğu'ya bir müddet daha kan kusturabileceğini ve "Böl, parçala, yönet" siyasetinde yeni başarılar da elde edebileceğini yadsımıyordum, fakat BOP'taki nihai hedefin gerçekleşebileceğine ihtimal vermeyi kesinlikle komik buluyordum.
Tacikistan'dan Fas'a kadar bütün Müslüman memleketlerde şöyle yapılacakmış da böyle yapılacakmış da bu memleketlerin hepsi Amerikan bayrağı altında toplanacakmış da bilmem neymiş de bilmem neymiş...
ABD'nin Afganistan ve Irak'ta tutunamayacağı bana göre aşikâr olduğu için, "Büyük Ortadoğu Projesi"ne ve ardından "Genişletilmiş Ortadoğu Projesi"ne başarı şansı tanıyanları hiç anlamamışımdır.
Bir de, "Ahmet Davutoğlu'nın 'Stratejik Derinlik'ine dayanan yeni dış siyasetinin ABD'yi bölgede yaya bırakabilecek bir siyaset olduğunu nasıl görmezler?" diye hayret etmişimdir.
Hele bu dış siyaseti BOP'a yahut GOP'a bağlayanları çok garipsemişimdir.
Bana göre, Türkiye'nin kendine ABD'den bağımsız yeni bir yol çizeceği -çizmeye başladığı- daha 2003'ün ilk yarısında belli olmuştu. 2005-2006'larda bu yolun geri dönülmez noktasına geldiğimizi hissettim.
2007'de ABD'nin şiddetli itirazlarına rağmen İran'la yeni doğalgaz anlaşmalarının paraf edilmesi ve ABD tarafından üstü çizilen Irak Başbakanı Nuri Maliki'ye Türkiye'nin sahip çıkması, 2008'de İran'la ticarette dolar yerine Türk Lirası ve İran Tümeni kullanmanın gündeme gelmesi, 2009'da Başbakan Erdoğan'ın Davos'ta İsrail'e rest çekmesi, Türkiye-Suriye Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi'nin kurulması, Türkiye-İsrail ortak askeri tatbikatlarının iptal edilmesi ve Türkiye-Suriye ordularının ilk kez ortak tatbikat yapması, nihayet 2010'da Mavi Marmara hadisesi üzerine Türkiye'nin İsrail'le köprüleri atma noktasına gelmesi ve BM Güvenlik Konseyi'nde İran lehine oy kullanılarak ABD'ye meydan okunması gibi gelişmeler üzerine, Türkiye'nin 'kendi oyununu kuran' bir ülke halinde geldiğine iyice ikna oldum.
Başbakan Erdoğan'ın Irak'ta ABD ile beraber hareket etme eğilimi tabii ki kabul edilir şey değildi, AK Parti hükümetinin BOP çerçevesindeki sembolik angajmanları da elbette rahatsız ediciydi, fakat ABD'nin Irak'a girmesinden sonraki dramatik gelişmelerin ve Türkiye-Suriye yakınlaşmasında sağlanan muazzam ilerlemenin hükümette köklü bir zihniyet değişimine yol açtığı gerçeğini gözardı ederek AK Parti'nin 2002-2003'lerdeki 'Amerikancı' retoriğinde takılıp kalan ve hükümeti oradan vurmayı marifet belleyen çevrelere hayretle bakıyorum.
Dışişleri Bakanlığı'nın 2011 yılı bütçesinin görüşüldüğü TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda milletvekillerinin sorularını cevaplandıran Ahmet Davutoğlu, bu "BOP'çu hükümet" tartışmasına son noktayı koydu; Türkiye'nin "BOP Eşbaşkanı" olmadığını, BOP'un çektiği tepki üzerine kurulan "Demokrasi Yardım Grubu" projesinde Yemen ve İtalya ile birlikte eşbaşkanlık yaptığını, BOP çerçevesinde başka bir eşbaşkanığından söz edilemeyeceğini, zaten "Demokrasi Yardım Grubu"nun da sadece bir-iki kere toplandığını, ABD'nin tek taraflı siyaseti çöktüğü için BOP kavramının ABD'de bile kullanılmaz hale geldiğini anlattı ve ekledi:
'Bunun çökmesinin bir gerekçesi aranıyorsa; Türkiye'nin bölge eksenli yürüttüğü politikalar bunun ne kadar anlamsız olduğunu ortaya koymuştur."
Yani?
Yanisi şu:
O günlerde şu veya bu kaygılarla girilmiş olan sembolik angajmana fazla kafayı takmayın kardeşim... Hükümet ince eleyip sık dokudu ve neticede Bush'un BOP'unu ofsayta düşürdü işte... Olay bitmiştir... İşimize bakalım!
Davutoğlu, Plan ve Bütçe Komisyonu toplantısındaki açıklamalarında, işimizin ne olduğunu da hatırlattı:
"Türkiye, haritaların ekonomik, kültürel yolla değişmesine taraftardır. Biz, bu bölgelerdeki bütün sınırları yapay görüyoruz. Türkiye-Irak, Türkiye-Suriye, Türkiye-Gürcistan sınırı yapaydır. Daha küçük ünitelere bölerek haritayı değiştirmek değil, daha büyük ölçekli yapılara geçerek haritadaki sınırları anlamsız hale getirmeliyiz. Bunun öncüsü Türkiye olmalıdır. Başkası adına değil, kendi adımıza... Almanya ve Fransa etrafları ile bütünleşti ve kalkındılar. Biz de etrafımızla çatışmayacağız. Almanlar sınır komşularıyla savaştan sonra çatışsaydı gelişir miydi? Cumhuriyetin 100. yılında inşallah çevredeki bütün kardeş ve akraba topluluklarla iç içe geçeceğiz... Kimseye ağabeylik yapmak derdinde değiliz. Bölge perspektifimiz bütünleşmeye dönük bir perspektiftir..."
Davutoğlu vizyonu bizi 'tarihin nesnesi' olmaktan çıkarıp yeniden 'tarihin öznesi' haline getiriyor.
Bunu görmemek için kör olmak lazım.
YENİ ŞAFAK