15 Temmuz Sonrası Dış Politikada da Devrim Yapılmalı
15 Temmuz Halk Devriminin iç politikaya devrim niteliğinde etkileri olduğu gibi, dış politikaya da devrim niteliğinde etkileri olacaktır ve bu etkiler hissedilmeye başlamıştır.
Dış politikaya yönelik devrim niteliğinde kararlar alınması artık zaruret haline geldiği gibi, ortamda buna müsait hale gelmiştir. Nasıl ki Türkiye içinde devrim niteliğinde olağanüstü kararlar alınmışsa, dış politikada da elzem hale gelen devrim niteliğinde olağanüstü kararlar geç kalınmadan alınmalıdır. Zira demir tavında dövülür.
Batı Yanlış Diyorsa Doğrudur
II. Abdülhamit’e atfedilen, dış politikada Rus elçisinin görüşünü alır, tavsiyelerinin tam tersini yaparım, dış politikadaki başarımını sırrı budur darbı meseli, bu gün için de çok isabetli görünüyor.
Bu gün ABD ve diğer tüm emperyalist batılı devletlerin (ki Rusya dahil az yada çok emperyalist olmayan batılı devlet yoktur) söylediklerinin tam tersi, dış politika rehberimiz olmalı diye düşünüyorum.
ABD ve Batı İle İlişkiler Gözden Geçirilmelidir
Bazıları 15 Temmuz darbe girişiminde ABD parmağı ve İncirliğin konumunu hafife alarak, adeta aklımızla alay ediyorlar. Tıpkı ABD’nin Fethullah Gülen’in 15 Temmuz darbe girişimi ile alakası olduğuna dair Türkiye’den kanıt isteyerek adeta alay etmesi gibi.
Darbe teşebbüsü sonrası ABD’nin darbenin esas unsuru olduğu cam gibi ortaya çıkmış, Batının blok halinde darbenin başarısızlığı nedeniyle girdikleri yas havasını körler bile görmüşken, ABD ve batı ile ilişkilerin aynı şekilde devam etmesi akla, mantığa ve vicdana aykırıdır. Artık maskelerin düştüğü deklare edilip bu maskeli balodan ayrılmalı, Fetönün ve PKK/PYD’nin arkasındaki üst aklın adı konulmalıdır.
Bütün bu olan bitene rağmen ilişkilerin aynen devam etmesi demek, her an öldürülme tehdit ve korkusuyla potansiyel katiliyle aynı evde yaşamaya devam etmek anlamına geleceği gibi, hakka ve halkın iradesine saygısızlık olur.
Artık Türkiye ABD ile ortaklığını noktalayıp NATO’dan ayrılmalı, İncirliği kapatıp, Türkiye’deki tüm ABD ve NATO askeri organlarını sınır dışı etmeli, darbe teşebbüsünden önce başlatılan İsrail’le ilişkilerini normalleştirme sürecini noktalamalı ve halihazırdaki asgari ilişki seviyesini (hatta daha da alt seviyelere düşürerek) devam ettirmelidir.
Nato’nun Türkiye’ye Ne Faydası Oldu?
ABD ve İsrail’le ilişkiler başlangıcından bu güne değin en ufak bir fayda vermek bir yana, dehşetli zararlar vermiştir. ABD ve (yavrusu İsrail) sadece son Fetöcü darbe girişimin değil, 27 Mayıs’tan itibaren 28 Şubat dahil tüm Kemalist tandanslı darbelerin planlayıcısı yada destekçisi olmuş, Türkiye’yi yerli ajan ve işbirlikçileri eliyle daimi bir hegemonya altında bulundurmuştur.
Keza aslında ABD’nin büyük abi olarak tartışılmaz vesayetinde bulunan Kuzey Atlantik Paktı - NATO’nun Türkiye’yi korumak değil, askeri açıdan elini kolunu bağlamak amacıyla Türkiye’yi içinde barındırdığı ve en kritik durumlarda su koyverdiği gerçeği de, daha önce Kıbrıs Savaşı esnasında ortaya çıktığı gibi, Suriye meselesi ve düşürülen Rus uçağı süreçlerinde de tekraren teyit edilmiştir.
ABD Ve İsrail’e Elini Veren Kolunu Kurtaramaz
ABD’den öncede aynı konumda İngiltere başta diğer Avrupa devletlerinin olduğu bilinmektedir. ABD, İsrail ve Batı ile ilişkiler bu güne değin elini verini kolunu kurtaramamak atasözüne uygun bir şekilde cereyan etmiş olup, Türkiye tekrar kolunu ve hatta bedenini kaybetmemek için süratle elini de kurtarmalıdır.
ABD ve İsrail’le her türlü ilişki hep kaybettirmiştir ve hep kaybettirecektir. Bu nedenle ABD, İsrail ve batı ile ne kadar az ilişki olursa, o kadar hayrına olacaktır Türkiye’nin.
İncirliğin Türkiye’ye Ne Faydası Var?
Nasıl ki İsrail devleti denen Siyonist işgal çetesi İslam aleminin bağrına sokulmuş bir hançer ise, İncirlikte Türkiye’nin bağrına sokulmuş bir hançerdir. Geçmişte Türkiye ve İslam alemi aleyhine kullanımları bir yana, özellikle son yıllardaki Irak ve Suriye meselelerinde bağrımızın içindeki ihanet odağı olarak işlev gördüğü herkese malum olmuştur.
Suriye’de muhaliflerin vurulması, Irak’ta Şii milislerin desteklenmesi, IŞİD’e karşı kullanılarak bu örgütün Türkiye’ye düşman hale getirilmesine ve kanlı eylemler yapılmasına sebep olması, Türkiye’nin can Düşmanı PKK/PYD’ye Suriye’de alan kazandırması, hem de 15 Temmuz darbe girişimine ev sahipliği yapması gibi acı ve açık gerçekleri ortada iken, İncirliğin hala açık kalmasının makul bir açıklaması olamaz.
ABD’ye, İncirlikten Nükleer Bombalarını da Alda Git! Denmelidir
Bu nedenle bir an önce ABD’ye, İncirlikten nükleer bombalarını da (ki Türkiye’nin geleceği için ciddi bir tehlike teşkil etmektedir aynı zamanda) al da git denmeli, Türkiye’nin ve ümmetin bağrına saplanmış olan bu paslı hançer acilen sökülüp atılmalıdır. Fetö vakıası yakinen göstermiştir ki, içteki düşman, dıştaki düşmandan 100 kat daha tehlikelidir.
İncirliğin kapatılması sadece bir reaksiyon ve yakın tehditin ortadan kaldırılması değil, aynı zamanda Türkiye ve İslam aleminin geleceği için çok büyük bir riskin ortadan kaldırılması anlamına gelecektir. Zira İncirlik üssü bir yana, içinde olduğu bilinen nükleer bombalar çok büyük bir potansiyel tehlikedir.
ABD’nin 2. Dünya Savaşında Japonya kentlerini bombalayarak zaferi kazandığını hatırlayacak olursak, ileri de ABD’nin Ortadoğu üzerindeki vesayetini kaybetmemek için Türkiye yada komşu bir İslam beldesinde aynı şeyi yapmayacağını kim garanti edebilir?
Üstelik, geçmişte Rusya tehditine karşı konuşlandırılmış olan? bu nükleer silahların, bu gün Türkiye ile Rusya stratejik ortak olmaya doğru adım attıkları bir dönemde, Türkiye için güven değil her an patlamaya hazır bir bomba konumunda hala Türkiye’de bulunmasının izahı nedir, bunlar kime karşı kullanılacak, Rusya’ya karşı mı, Esed’e karşı mı, yoksa!?
Ne Atlantik, Ne Avrasya; Tam Bağımsız, Ümmetçi, Haktan Ve Mazlumlardan Yana Dış Politika
Şu açık ki, bu halk 15 Temmuzda rüşdünü ispat etmiş, darbeyi batının ve batıcı devletlerin desteğine rağmen, ümmetin gerçek evlatlarının ve mazlumların duaları ve Allah’ın yardımıyla tek başına kazandığı gibi, batının yardımı olmadan, ümmetin gerçek evlatlarının ve mazlumların desteği ve Allah’ın yardımıyla tek başına ayakta duracak güç ve iradeye sahip olduğunu ortaya koymuştur.
Türkiye, kendisini siyasi ve hukuki açıdan elini kolunu bağlayıp zincirlemekten başka amacı ve fonksiyonu olmayan, her daim fayda yerine zarar veren AB sürecini de tamamen sona erdirmelidir. Bilahare batı devletleri ile sınırlı ve mesafeli ilişkilerini sürdürürken, uygun olan İslam devletleri ve emperyalist olmayan diğer devletlerle, bilhassa da mazlum devletlerle ile ilişkilerini geliştirilerek, Birleşmiş Milletlere alternatif olacak İslam Ve Mazlum Devletler Birliği ve Nato’ya alternatif olacak bir askeri yapılanmanın alt yapısı oluşturulmaya gayret edilmelidir.
Artık dünyanın 5’ten büyük olduğu söylemini pratiğe aktaracak adımlar atmanın, Ümmetin vahdeti ve mazlumların kurtuluşu için bir ve bütün olmanın, dış politikada da diklenmeden dik durmaya başlamanın tam zamanıdır.
Türkiye’nin Çıkış Yolu Avrasyacılık mı?
Kemalistlerin bir kısmı, ABD - Atlantik ekseninden kurtulup, Rusya - Avrasya eksenine eklemlenmemizi çıkış yolu olarak göstermekteler bir süredir. (Güya) Anti emperyalist – anti Atlantikçi olan bu Kemalistler, Avrasyacı dış politikayı, bu bağlamda Rusya, Çin ve Hindistan ile ABD ve AB ile ilişkiler seviyesinde bir dış politikayı telkin ediyorlar.
Öncelikle şunu ortaya koymak gerekir. Bu Kemalistlerin ABD ve Batıdan vaz geçmeleri, bu güçlerin kendilerini taşeronluktan ve kahyalıktan azledip, yerine Fetö gibi Ilımlı İslamcı taşeron ve kahyalar atayacağına dair (haklı olduğu netleşen) öngörüleri neticesi ortaya çıkmış olup, maksatları bir şekilde vesayetlerini sürdürmek içindir.
Eğer ABD ve batı bunların taşeronluğunu desteklemeye devam etse idi, en koyu batıcı ve Natocu (ve hatta icabında Fetöcü) olmaya devam edeceklerdi. Bu nedenle bunların bu teklifleri samimi olmayıp, Kemalist vesayeti sürdürmenin yeni bir aracıdır.
Avrasya Önderleri Anti Emperyalist mi?
Üstelik Rusya, Çin ve Hindistan’ın emperyalist olmadığı iddiası, ancak bizdeki az gelişmiş Kemalist soslu solcu müsveddeleri gibi ebleh zihinlerin çocuksu hayalleri olabilir. Ukrayna ve Kırım’ı işgal eden, Polonya ve benzeri komşu ülkeleri her an fiili işgal tehditi altında tutan, Türki Cumhuriyetler üzerinde, ABD’nin Ortadoğu üzerindeki vesayetinden daha şedit vesayet düzenini cebren ve hile ile devam ettiren Rusya mı emperyalist değil?
Doğu Türkistan’ı tamamen asimile etmek için her türlü şeyi yapan Çin mi?, Yada işgal altındaki Keşmir’i kan gölüne döndüren, Bangladeş’i hegemonya altında tutup Müslümanları katlettiren, sınırları içindeki 140 milyonluk Müslüman azınlığa! görünmez esaret hayatı yaşatan Hindistan mı emperyalist değil?
Bu 3 devletin emperyalistlik açısından ABD ve AB devletlerinden sadece kapsama alanı ve tarz farkı vardır.
Rusya İle İlişkilerde Mesafeli Olunmalı
Elbette Türkiye’nin diğer devletlerle ilişkileri olduğu gibi, komşusu Rusya ile de kaçınılmaz olarak ilişkileri olacaktır. Fakat arka bahçesinde şedit bir emperyalist ve aynı zamanda en az ABD ve İsrail kadar İslam düşmanı bir güç olan Rusya’nın puripak olmadığı unutulmadan, mesafeli olarak yürütülmelidir bu ilişkiler.
Türkiye kendisiyle orantısız seviyede güçlü olduğundan devamlı dayatıcı pozisyonda olan ve uzak olduğundan Türkiye’deki olumsuz gelişmelerden etkilenmeyen, bu nedenle hep tek taraflı yaptırımcı bir ilişki kuran, bu olmadığında ise darbe yaptırmaya çalışan ABD’den bir an önce ve iyice uzaklaşmalıdır.
Türkiye’den güçlü bile olsa, bu güç dengesi ABD kadar orantısız olmayan ve dayatma yerine uzlaşmaya açık olan; komşu olması nedeniyle Türkiye’deki olumsuz gelişmelerden kendisi de olumsuz etkilendiğinden dolayı daha hassas davranmak zorunda olan; ABD gibi ince yollar değil kaba metotlar kullandığından dolayı, eğer hegemonya kurma çabası olursa kolayca fark edilebilecek Rusya ile dikkatli, mesafeli ve sınırlı ilişki, Türkiye için ehveni şer görünmektedir ve zaruret olduğunda, ABD ve batı gibi ehveni ekbere nisbeten, zaruret nisbetince tercihi mümkün görünmektedir.
Dostlukları Nasıl Çoğaltmayı Düşünüyorsunuz?
15 Temmuz Başbakan Binali Yıldırım ve ekibinin, içte ve dışta herkesle barışma, düşmanlıkları azaltıp dostlukları çoğaltmaya dair, 15 Temmuz sonrası gündeme pek getirilmeyen söyleminin, 7 Temmuz Yenikapı Mitinginde tekrar dillendirildiğini gördük.
Doğrusu 15 Temmuz sonrası kalplerde olanların ortaya fırladığı bir ortamda kiminle barışıp, kiminle dostlukları çoğaltacaklarını sormak gerekiyor bu görüşü savunanlara.
Zira 15 Temmuz darbe süreci Türkiye’nin gerçek dostlarının sadece İslam ve Ümmet kaygısı taşıyan fertler ve cemaatler ile mazlum ve mağdur milletler olduğunu net olarak ortaya koymuştur.
Bu açıdan 15 Temmuz darbe girişimi, hükümetin bu yeni dış politika hamlesinin yanlışlığını fiilen ortaya koymakla kalmamış, var olduğu sanılan söz de dostluklarında gözden geçirilmesi gerektiğini, dünyada Türkiye’nin çok az dostunun olduğunu ve olabileceğini, asıl artırılması gereken dostlukların da bunlarla olması gerektiğini ortaya koymuştur.
Sormak gerekir, Gülen’e kucak açan Sisi ile mi, 500 bin mazlumun katili Esed’le mi, darbenin planlayıcısı ABD ile mi, destekçisi AB ile mi, Suriye’de sivilleri bombalayıp hegemonya kurmaya gayret eden Rusya ile mi dostlukları artırıp düşmanlıkları azaltacaksınız?
Türkiye bunu samimi olarak istese ve uğraşsa bile, geçmişte olduğu gibi onlara kayıtsız şartsız boyun eğmediği müddetçe onlar Türkiye’ye aynı samimiyetle yaklaşacaklar mı, böyle bir şey mümkün mü?
Suriye Politikasının Değişme Zamanı Gelmedi mi?
Türkiye’nin Suriye politikasında da, müttefik gibi görünüp altını oyan ABD ve AB’den de ayrılması zamanı gelmiş te geçmiştir bile ve 15 Temmuz darbe girişimi bu konuda Türkiye’nin önüne büyük bir fırsat çıkarmıştır.
Türkiye, sırf ABD’nin rızası için bu güne değin kendisi ile ciddi bir sorunu olmayan El Kaide’yi terör örgütü kabul ettiği gibi, IŞİD belası nedeniyle sırf konjontür gereği El Kaideye bağlı olduğunu deklare etmek zorunda kalan (ki bunu ABD çok iyi bilmektedir) ve Suriye dışında hiçbir eylemi bulunmayan El Nusra’yı Terör örgütü kabul etmiştir.
Buna rağmen ABD, PKK’nın parçası olduğu aşikar olan PYD’yi ortak edinmesi bir yana, Türkiye’ye 15 Temmuzda tarihinin en büyük tehlikelerinden birini yaşatan Fetöyü bağrına basmıştır ve hala ısrarla korumayı sürdürmektedir. Bu açık gerçeklere rağmen, sırf mütekabiliyet esasına göre bile hak sahibi olduğu halde, Türkiye Nusra konusunda hala bir adım atmamıştır.
Suriye’de Esed Rejimi Devrilmedikçe Türkiye Güvenliğe Kavuşamaz
Şu anda El Nusra El Kaideden ayrıldığını ilan ettiği gibi, ABD hala Fetö’yü ve PYD’yi terör örgütü kabul etmekten kaçınmakla kalmayıp, Türkiye aleyhine yakın işbirliğine devam etmekte iken; artık Türkiye’nin Nusra’ya resmi tavrının değiştirmesi, Nusra dahil Suriyeli muhaliflere hava savunma silahları göndererek savaşın seyrini değiştirme zamanı hala gelmemiş midir? Bu gün gelmediyse, ne zaman gelecektir?
Şurası açıktır ki, Esed’in devrilip muhaliflerin iktidarı alması, Türkiye için bir ölüm kalım savaşıdır aynı zamanda ve bu nedenle muhaliflerin başarısı, aynı zamanda Türkiye’nin başarısıdır. Zira Suriye’de muhaliflerin başarısı olmadığı sürece 15 Temmuz Devrimi tamamlanmış olmayacak ve Türkiye üzerinde çeşitli yönlerden tehditler devam edecektir.
Başbakan Binali Yıldırım Suriye’de güzel gelişmelerin olacağından bahsediyor son günlerde. Oysa şu açıktır ki Suriye’de Esed’in devrilip Baas rejiminin kökünün tamamen kazınması ve Türkiye’de olduğu gibi halk iradesinin hakim olmasından başka güzel gelişme olamaz. Eğer başka türlü güzel gelişme beklentileri varsa, bu beklentilerin gerçekleşmesi mazlum Suriye halkı ve Türkiye için ancak birer kabus olabilir.