Nazmul İslam: Bangladeş’te devrim bir süreç esas mesele şimdi başlıyor!

Yusuf Ahmet Kaya, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi öğretim üyesi olan Bangladeşli akademisyen Doç. Dr. Nazmul İslam ile Bangladeş’in siyasi tarihi ve devrime giden süreç hakkında geniş kapsamlı bir röportaj gerçekleştirdi.

HAKSÖZ HABER

Bangladeş’te Hasina diktasını sona erdiren devrimin üzerinden yaklaşık üç ay geçti. Korku rejimi inşa eden Şeyh Hasina’nın 5 Ağustos’ta Bangladeş’ten kaçmasıyla  sonuçlanan öğrenci protestoları ve geniş katılımlı halk yürüyüşleri son yılların en umut verici gelişmelerinin ortaya çıkmasını sağlamıştı. Yusuf Ahmet Kaya, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi öğretim üyesi olan Bangladeşli akademisyen Doç. Dr. Nazmul İslam ile Bangladeş’in siyasi tarihi ve devrime giden süreç hakkında geniş kapsamlı bir röportaj gerçekleştirdi.

Son dönemde ayaklanmalara sebep olan “Kamuda istihdamın %30’luk kısmının 1971 bağımsızlık savaşına katılanların çocuklarına ayrılması” girişiminin amacı neydi? Bu ayaklanmaları hangi gruplar organize etti? Bangladeş İslami Öğrenci Organizasyonun süreçteki rolü nedir?

Öncelikle 1971 Savaşına bakmak gerekiyor çünkü burası önemli. Pakistan ile Bangladeş arasında sivil savaş diyebileceğimiz bir süreç başladı. Bangladeş o zaman Doğu Pakistan olarak geçiyordu. Fiziki olarak baktığımızda Doğu ile Batı Pakistan arasında karasal sınır yoktur. Bunu bir problem olarak görebiliriz. Bu süreç 1947’de başladı. Pakistan’ın Hindistan’dan ayrılmasıyla başlayan süreç bugünkü ayrımları da inşa etti. Öncelikle Pakistan diye bir ülke neden kuruldu? Muhammed Ali Cinnah Hindistan’daki Hindular ile yaşamak çok zor olduğu için Müslümanların yaşadığı bağımsız bir ülke istedi. Çünkü Hindistan’daki Müslümanlara dönük ciddi baskılar, kanlı isyanlar ve olaylar vardı. Tabi ki bunun haricinde de argümanlar var. O zamanki İngiliz sömürge yöneticileri ile anlaştığı yönünde... Şöyle bir gerçeklik var: Pakistan’ın kuruluşunda o günkü Doğu Pakistan yani Bangladeş’in isteği ile bu ayrılma oldu. 1947 öncesindeki süreçte Ghandi bütün bir Hindistan istiyordu ve İngilizler de ilk başta bu ayrılmaya izin vermedi. Muhammed Ali Cinnah ayrı bir Pakistan istedi, Bengal Müslümanlar da ayrı bir ülke istedi lakin bu mümkün olmayınca Bangladeş ve Pakistan’ı kapsayan bir ülke olarak ayrıldı. Bu süreçte Pakistan’a en çok desteği veren liderler ve insanlar Bangladeş’teki Müslümanlardır.

Bildiğim kadarıyla Ebul Kelam Azad da ayrılmayı istemiyordu…

Evet, bazı Müslüman büyük âlimler Hindistan’ın bir bütün olarak kalmasını istediler. Biliyorsunuz Babürlüler gibi Müslümanlar bir şekilde buranın yönetimine gelebilir diye düşünüyorlardı. Ama o zamanki duruma baktığımızda bu mümkün değildi, gerçekten de ayrılmak gerekiyordu.  Birlikte yaşamak mümkün değildi. Bugünkü Bengal Müslümanlar o süreçte ayrılmayı istediler ve Muhammed Ali Cinnah’a destek verdiler. Peki, neden bu kadar destek verdikleri Pakistan’dan ayrılmak istediler?

Muhammed Ali Cinnah ve Gandi

Süreç şöyle başladı: 1947’den sonra 1948 ve 1952 çok önemli bir nokta. O zaman dil meselesi ile problem başladı. İlk olarak Pakistan ülkenin resmi dili bir tane olsun, yani Urdu dili olsun istedi. Ama Pakistan yönetimi bunu Bangladeş’teki insanlara anlatamadı. Yani Pakistan yönetimi dedi ki herkesin Urduca konuşması gerekiyor. Bu sefer Bangladeşli Müslümanlar da bunu kendi dilleri üzerine baskı kurulduğunu düşündüler. Aslında mesele sadece resmi dil meselesi idi fakat anlatımın yanlış olmasından dolayı Bangladeşliler protesto gösterileri düzenlediler. Pakistan askerleri ise bu göstericileri öldürdü. Mesele buradan başladı.

İkinci önemli nokta ekonomi durumu ve başka ayrımcı mevzular vardı. Pakistan kendini yukarıda, Bangladeş’i aşağı görüyordu. Dolayısıyla bunlar problem oluşturuyordu.  Benzeri ayrımcılıklar hala daha bugünün Pakistan’ı içinde var. Bu dini bir problem değil. Babürlü Türklerden beri hatta oraya giden ilk Müslüman Türklerden beri dini olarak ortak bir bağlılık duygusu var. Yani tarihsel olarak bir ortak bağlılık duygusu var ama günümüzde bu ayrımcı politikalardan dolayı birtakım problemler yaşanıyor. 25 yıllık birliktelik sürecinde ekonomik üretimin kaynakları Pakistan merkeze gidiyordu. Bu konuda sürekli protesto oluyordu fakat merkez Pakistan buna hiç bakmıyordu. 

Ve üçüncü çok önemli nokta o dönemin dünyasına bakmak gerekir. Dünyada ne oluyordu? Özellikle Asya’da, Güney Asya’da, Orta Asya’da, Ortadoğu’da bu ülkelere bakarsak 1950’den sonra özellikle 60’dan 80’e kadar Sovyet Rusya’ya dair bir hayal vardı. SSCB gibi olma arzusu, hayali vardı. Hindistan da o süreçte tamamen Sovyetler Birliği ile hareket ediyordu. Bundan dolayı bugünkü Awami Lig’in o günlerde böyle Sosyalist bir devlet kurma hayali vardı. Dönemin hâkim akımlarından dolayı güçlü bir gençlik hareketi de vardı.

Başka bir nokta da var onu söylemek gerekir: 1970’de Pakistan’da Cumhurbaşkanlığı seçimi oldu ve Şeyh Muciburrahman (Bangladeş kurucu lideri) Cumhurbaşkanı seçildi. Fakat Pakistanlı askerler ve bazı siyasi partiler dediler ki “Pakistan’ın nasıl Bengalli bir cumhurbaşkanı olur?” Ayrımcı bir bakışla ona Cumhurbaşkanlığını vermediler. Zaten askerler hep güçlü oluyor ve sivil siyasette etkili oluyor. Muciburrahman da o süreçte Pakistan’dan ayrılmak istemedi. Pakistan yönetim tarafı ise bu olayı doğru okuyamadı. 25 Mart 1971’de Pakistan ordusu Dakka’da bir gece baskını ile insanları öldürdü. Hem Muciburrahman’ın cumhurbaşkanlığını kabul etmediler hem de bağımsızlık isteğine karşı çıktılar. Askerler sokakta kimi bulurlarsa öldürdüler. Bunun ardından Bangladeş tarafı bağımsızlığını ilan etti ve 9 ay süren bir savaş yaşandı. Böylece Bangladeş bağımsızlık kazandı.

Bangladeş'in bağımsızlığından önce Doğu ve Batı Pakistan

2024 meseleleri de ayrımcılıktan başladı. Bu “Kamuda istihdamın %30’luk kısmının 1971 bağımsızlık savaşına katılanların çocuklarına ayrılması” meselesi aslında 1972’de savaştan sonra savaşa katılanlar için çıkarılmış bir yasa idi. O zaman için doğru bir karardı. O savaşa katılanlara bir ödüldü bu. Fakat sonrasında bunu devam ettirdiler. Süreç içerisinde önce çocukları olarak yenilendi, daha sonra torunları olarak. Bu ayrımcılık tekrardan yinelenince öğrenciler bu olaya tepki gösterdi. Buna tepki gösterenler sıradan üniversite öğrencileri idi.

Tanımlı bir grubun organizasyonu değildi yani?

Hayır, hiç tanımlı gruplar değildi. Sıradan öğrenciler başladı gösterilere. Fakat şunu anlamak lazım, olaylar Dakka Üniversitesi’nde başladı. Burada 17 tane yurt var ve her yurdun 20bin öğrenci kapasitesi var. Dolayısıyla çok büyük bir kalabalıktan bahsediyoruz. Hasina rejimi bu tepki gösterenler için Razakar dedi (1971 savaşından kalma olan bu Urduca kelime Bangladeş’in bağımsızlığına karşı çıkan vatan haini manasına geliyor). Bu kelime öğrenciler nezdinden daha büyük bir öfkeye yol açtı.

Anlaşılması gereken diğer nokta ise 17 yıl içinde Hasina rejimi kim eleştirdiyse onu bir şekilde susturdu. Muhaliflerini gözünü kırpmadan öldürdü. Birileri kaçırılıyor birileri öldürülüyor, bunların bazılarının cesedi denizden çıkıyor, bazıları Hindistan’dan çıkıyor, bazıları nehirde bulunuyor... Böyle bir rejimden bahsediyoruz. Böyle bir ortamda rejime karşı protesto gösterisi yapmak çok büyük bir meseledir. Ama tabi Dakka Üniversitesi de 1971’de ilk bağımsızlık ayaklanmalarının da başladığı yer. Dolayısıyla böyle kültürü olan bir yer.

Dakka Üniversitesi

Tekrardan konuya dönecek olursak Hasina protestocu öğrenciler için Razakar dedikten sonra ertesi gün birçok üniversitede gösteriler oldu.  İlk gösterilerde 6 kişiyi öldürdüler ki bunlardan birini herkesin içinde silahla vurarak öldürerek açıkça gözdağı vermek istediler. Üniversitelerde önde gelen kişileri tutuklayarak olayların önüne geçmek istediler. Ama sonraki gün özel üniversitedeki öğrenciler sokağa indi ki bu öğrenciler çok özel ve elit insanlar. Çoğunun memur olmak gibi bir ihtiyacı bile yok ona rağmen onlar da isyan etti. O gün ise yaklaşık 56 öğrenciyi öldürdüler.

Bengalli insanlar özgürlüklerine düşkün insanlar. İngilizlere en çok direnenler Bengal Müslümanlardır. Babürlüler döneminde bile Bengal bölgesinde özerk bir yönetim vardı. Peştunlar, Bengaller vs. özgürlük konusunda hassaslar. Neyse protestolar devam ederken hükümet elektrik su her türlü temel yaşam malzemesini kesti. 1000’den fazla insan öldürdüler. Sakat kalan ise 20bin ila 30bin insan olduğu söyleniyor.

Yaklaşık 1 ay sonra rejim devrildi öyle değil mi?

Evet, evet.  

Şu anda bir geçiş hükümeti kuruldu. Başına da Nobel ödüllü Muhammed Yunus getirildi. Muhammed Yunus kimdir? Geçiş hükümeti bugüne kadar neler yaptı? Ve siz bu sürecin nasıl ve nereye doğru evirileceğini düşünüyorsunuz?

Muhammed Yunus hem bir akademisyen hem de çiftçi kadınlara mikro krediler veren bir kuruluşun başında. Sosyal ticareti oluşturan ve kavramsallaştıran birisi, zaten aldığı ödül de bu konuyla ilgili. Kendisi sağcı olsun solcu olsun İslamcı olsun her görüşten insana saygı gösteriyor. Bundan dolayı böyle bir süreçte böyle bir kişiyi ülkenin başına getirmek çok mantıklı, pozitif bir karar olarak görüyorum. Çünkü o olmazsa ülkenin durumu çok daha kötü olabilirdi.

İkinci olarak, şu anda biz iki aydan bahsediyoruz ki iki ay çok kısa bir süre. Dolayısıyla bunun üzerine konuşmak için henüz çok erken. Ama genel bir durum tespiti yapacak olursak her yerde ciddi bir eksiklik ve boşluk var. Biz bir diktatörlük hakkında konuşuyoruz. O rejim nerede peki? Hangi kuruma bakarsak 1. 2. 3. adamlar onun atanan adamları oluyordu.

Muhammed Yunus

Peki, Hasina dönemindeki o memurlar, özellikle askeriyede ve bürokrasideki önemli kişiler istifa ettiler mi?

İstifa ettiler ya da görevden alınıyorlar. Ama dediğim gibi 1. kişiyi görevden aldınız sonra yerine gelen 2. Kişi de rejim yanlısı çıkıyor, sonra atanan 3. Kişi de öyle çıkıyor çünkü rejim Hasina karşıtı herkesi sistemden dışarı attı. Ne görüşte olursa olsun, ayırt etmeksizin işledi bu süreç.

Yani tamamen Parti Devleti oldu?

Aslında parti değil tamamen Hasina’nın devleti demek daha doğru olur.  Kendisi hem asker hem politikacı hem devlet lideri her şey kendisiydi. Onun adına 1.adamı dahi konuşamazdı.

Peki, şu anda hükümet yol haritası açıkladı mı?

Onlar onu açıklıyor ama seçimle ilgili bir açıklama henüz yok. Onlar şu anda bir komisyon oluşturmak istiyor. Mesela Anayasa Komisyonu ve Adalet Komisyonu oluşturdu, her türlü komisyonu oluşturuyor. O komisyonlar bir rapor getirecek ve hükümet de o raporlara göre bir adım atacak. Tabi bunlar zaman alacak işler, bir iki ay içerisinde olmaz.

Bütün devlet kadrolarının Hasina yanlısı kişilerden olmasının ileride süreci olumsuz yönde etkileyeceğini düşünüyor musunuz? Örneğin Arap Baharı sürecinde Tunus’ta ve Mısır’da da devrim olmuştu ama sonradan darbe gerçekleşti. Bu veya benzeri tehditler var mı?

Evet, benzeri tehditler var. Hükümete şu an destek veren askerler. Askerler destek olduğundan dolayı şimdi bu geçici hükümet ayakta. Bu bir darbe mi? Hayır, kesinlikle bir darbe değil. Fakat Hasina’nın birçok da akrabası var yüksek rütbeli. Şu anki askeriyenin başı bile Şeyh Hasina’nın akrabası. Şöyle bir durum var, Hasina askerlere sokağa çıkan herkesi öldürme emri vermişti. Bununla ilgili resmi bir karar da var hala daha. Fakat askerler bunu kabul etmedi. Asker, ‘Biz kendi insanımızı öldüremeyiz’ dedi. Dolayısıyla güç askerlerin elinde, bize şu anda zararı ancak asker verebilir.

Bir tehdit var mı? Elbette bir tehdit var. Dediğim gibi şu anda ciddi bir boşluk var. Farklı insanlar bu boşluklardan faydalanmak isteyebilir. Fakat şunu düşünmek lazım bu kadar diktatöryal, otoriter bir rejimden darbe olsa dahi insanlar bunu ne kadar kabul edebilir? Bu darbe ne kadar başarılı olabilir? Çok başarılı olamaz. Ondan dolayı askerler zaten korkuyor. Evet, yapabilir ama burada kalabilir mi? Yok, mümkün değil.

Bundan ziyade asker mevcut geçiş hükümetinin ömrünü uzatabilir. Böyle bir şeyler konuşuluyor zaten. Bu iyi mi olur kötü mü olur bunu zaman gösterecek. Şimdiye kadar olan süreci iyi olarak görüyorum ama çok uzun sürerse askerin iktidarda olması her devlet için problem, yani sivil siyaset çok önemli. Ben bir akademisyen olarak ne kadar hızlı sivil siyasete dönülürse o kadar iyidir diye düşünüyorum.

Bangladeş’teki durumu diğer ülkeler nasıl okudular? Özellikle de çevresindeki Hindistan, Pakistan, Çin veya Rusya gibi tarihsel olarak da yakın ilişkileri olan ülkeler.

Etkisi olmayan ülkelerden başlayalım.  Rusya’nın Bangladeş’in iç siyasetine yönelik çok büyük bir etkisi yok. Pakistan’ın da çok güçlü bir etkisi yok. Pakistan bürokrasi, elit kesimler, gazeteler vs tarafından da zaten yakın görülen bir ülke değildir. Burada üç ülkenin etkinliğinden söz edilebilir ABD, Çin ve Hindistan.

ABD özellikle 2021’den sonra Hint-Pasifik’te bir strateji oluşturdu. O da şu: Çin nerede varsa ABD de orada olacak ve onun tam karşısında her şeyi yapacak. Burada Çin’in konumu da etkili çünkü Çin’den Bangladeş’e çok ciddi yatırımlar geldi. Bu, Bangladeş için iyi gibi görülebilir ama bu yatırımlarda sürekli olarak yolsuzluklar oluyor. Bu işin içinde olan kişilere akıyor o paralar. Ve bu yatırımlar uzun vadeli olduğu için biraz rahatsızlık veriyor. Bunu birçok ülkede yapıyor.

Yine de Çin için iç siyaset çok mühim değil. Onlar yatırımlarına bakıyorlar. Ve zaten Çin’in dış politikasında baskın şekilde bir ülkenin iç siyasetine taraf olma durumu yok. Çin herkesle çalışabilir. Mesela devrimden birkaç gün sonra Çin yetkilileri Cemaat-i İslami’nin ofisine gitti, BNP’nin ofisine gitti. Birçok ülke siyasi hedef güttüğü için hemen hareket etmiyor ama Çin hemen hareket edebiliyor çünkü siyasi bir hedefi yok. Onların tek derdi yatırımları. Ancak Bangladeş onların yatırımlarını iptal ederse onlar için kötü olur. Fakat ben zannetmiyorum çünkü Bangladeş gibi ülkelerin böyle yatırımlara ihtiyacı var.

ABD’de de buna mukabil Avustralya’da Yeni Zelanda olduğu gibi kendi hegemonyasını devam ettirmek istiyor. ABD’nin bu stratejine Çin rahatsızlık veriyor çünkü yatırımlar ile sağa sola el koyuyor. Bu sebepten ABD’den Bangladeş’e açık bir destek var. ABD, Çin karşıtlığı sebebiyle eski rejime karşı insan haklarının demokrasinin yanında tavır alıyordu. Ve en önemli olan şey, ABD 2021 ve 2022’de eski rejimin bazı üst düzey asker, polis ve bürokratlarına karşı bir yaptırım uyguladı. Bu, Bangladeş iç siyasetine büyük bir umut oldu. Elbette ABD bunu kendi menfaati için yapıyor.

Bu yaptırım ekonomik yaptırım mı?

Yok, hayır ABD’ye ve müttefik ülkelere gidemez şeklinde bir yaptırımdı bu. Ama bunun sosyo-politik etkisi büyüktü. ABD bu desteği verdikten sonra insanlar buna inanmaya başladılar. Çünkü sadece ABD değil batının tamamının desteği olarak görülüyor. Ama dediğim gibi ABD’nin desteği sadece böyle söylemsel bir destek.  

Hindistan’a gelecek olursak Hindistan Hasina rejimi ile çok yakındı. Bürokratların arkadaş denecek düzeyde samimi ve birlikte hareket ettiklerini söyleyebilirim. Ve Hindistan Bangladeş’e çok büyük bir yatırım yaptı. Hindistan’ın buradaki amacı yaptığı yatırım ile Bangladeş’in ekonomisinde büyük bir olumlu etki oluşturup bütün dünyaya ‘Bakın bizimle yakın olursanız sizi böyle kalkındırırız.’ mesajı vermekti.

Tabi Bangladeş, Hindistan için her zaman önemli. Biliyorsunuz Hindistan’da 7 bölge var. Burada West Bengal diye bir bölge var. O bölgedeki insanlar ile Bangladeş’teki insanlar arasında manevi bir ilişki var. Bu bölgedeki insanlar da Bengal etnik kökeninden geliyor. Bangladeş’in içinde olan süreçler o bölgedeki insanları da etkiliyor. Dolayısıyla orayı sürekli kontrol altında tutmak istiyor.

Hindistan’ın hatası şu oldu, Bangladeş’te tek bir parti ile yani yalnızca Hasina ile ilişki geliştirdiği için rejim devrilince Hindistan’ın da etkisi Bangladeş halkı için tamamen yok oldu. Hindistan’ın yatırımları yok oldu stratejileri yok oldu… Hindistan için çok büyük bir kayıp yani tüm bu devrim süreci. Hindistan’ın bu ilişkileri bu bağları tekrardan kurması gerekecek ki bu da çok zor şu anda. 

Bangladeş’te resmi din İslam olarak geçiyor buna rağmen Cemaat-i İslami ve yönetici kadrosuna karşı ciddi baskılar var. Özellikle 2013 ve 2016’da lider kadrolarında idamlar oldu. Bangladeş’te Cemaat-i İslami’nin ve partisinin durumu nedir? Halkta karşılıkları var mı?

Kısaca söyleyecek olursak 17 yıldır seçimler yoktu. Bundan dolayı siyasi partilerin etkinliği ciddi azaldı. Fakat Cemaat-i İslami’nin durumu farklı. Halkta Cemaat-i İslami’ye karşı ciddi bir sevgi ve muhabbet var fakat oy verme konusuna gelirsek aynı tavır söz konusu değil. Bugün seçim olsa Bangladeş Milliyetçi Partisi kazanır. Tabi Cemaat-i İslami’nin en büyük liderleri de idam edildi. Bundan dolayı insanların ciddi bir sevgisi var fakat seçilme ihtimalleri düşük. Diyelim ki Cemaat-i İslami geldi o zaman durumu %90 Mısır gibi olur. Çünkü Cemaat-i İslami 17 yıl siyaset yapamadı, halka inemedi, sistem içinde bürokrasi, asker vs. hiçbir yerde destekçileri yok. Seçilmiş olsalar dahi sistem içinde güçleri olmadığı için süreci yürütmeleri mümkün değil. Cemaat-i İslami bu durumu doğru şekilde okumak zorunda.

Ve zaten şu an Bangladeş’te tek bir görüşü yansıtan bir partinin iktidara gelmesi tehlikeli bir durum. Mısır ve Tunus bunun örnekleri. Hatta şu anda Geçici Hükümet bile sürekli olarak bazı fitnelerle, bazı karışıklıklarla mücadele ediyor. Güçlü bir vesayet olduğunu akıldan çıkartmamak lazım. Orada bir el var, sürekli ortalığı karıştırıyor. En nihayetinde ülke kısa sürede tekrardan kriz durumuna girebilir. Dolayısıyla Cemaat-i İslami’nin duygusal mesele ile reel politiği birbirine karıştırmaması gerekir, kendi üzerine tek başına sorumluluk almaması lazım. Geçiş aşamasında her siyasi görüşten ortak bir yapı olmalı.

Bir konsensüs olmalı diyorsunuz?

Aynen. Çünkü bir kriz döneminden geçiyoruz. Bir parti halk bizi istiyor diye hemen tek başına sorumluluk alıp işin içine girerse yanlış bir politika olur. Bu devam ettirilemez. O yüzden konsensüs çok önemli. Bunun olup olmayacağını zaman bize gösterecek.

Peki, Cemaat-i İslami’nin önderleri idam edildiği zaman halkta bir tepki oldu mu yoksa yalnızca Cemaat bağlamında mı bir tepkisellik gelişti?

Tabi sokakta Cemaat-i İslami bağlamında bir tepki gelişti ama bazı âlimlerin idam edilmesine karşı solcular hariç her kesimden insanlar sokağa indi. Çünkü insanlar Cemaat’in önderlerini âlim olarak İslami lider olarak görüyor.

Bangladeş Cemaat-i İslami lideri Dr. Şefiku'r-Rahman

O halde Bangladeş halkının günlük pratiğinde dini yaşantıları yüksek? Çok seküler bir yaşantı içinde değiller?

Büyük şehirlerde seküler kesimler çok güçlü. Ama harici şehirlerde insanlar daha dindardır.

Mesela BNP kesimleri nasıl?

Milliyetçi Parti olarak geçiyor ama %80 muhafazakâr ve her kesimden insanlar var.

Türkiye bağlamında AK Parti’ye benzetebilir miyiz?

Evet, AK Parti’ye daha yakın diyebiliriz. Ama Cemaat-i İslami BNP gibi değil, daha homojen bir yapısı var. Cemaat-i İslami’ye siyasi bir partiden ziyade İslami Hareket diyebiliriz. Siyasi bir teşkilatlanması var ama hareket tarzı bir siyasi parti gibi değil. Bu bağlamda Türkiye’de benzetebileceğimiz bir parti yok.

Sorularımıza cevap verdiğiniz için teşekkür ederiz hocam.


Doç. Dr. M. Nazmul İslam, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi (AYBÜ) Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü'nde Doçent olarak görev yapmaktadır. Ayrıca, Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (ULİSA)'da Türkiye, Asya ve Hint-Pasifik Çalışmaları’nda (TAIPS) Başkan olarak görev yapmaktadır. Almanya'da Greifswald Üniversitesi, İtalya'da Trento Üniversitesi, Ankara Üniversitesi Medya ve İletişim Çalışmaları Bölümü ve Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi'nde (ASBÜ) Barış ve Çatışma Çalışmaları Bölümü'nde lisansüstü dersler vermiştir.

Röportaj Haberleri

“Suriye’ye geri dönüş tartışması, empati yoksunu ve yersiz”
Türkiyeli bir mücahid ile Suriye devrimi üzerine…
"Solun bir kısmı mezhepçilikten bir kısmı da İslam düşmanlığından Esed'i destekliyor"
Suriye'nin korku hapishaneleri: Sednaya, Tedmur ve Suriye’nin yeni hafızası
"Suriye devrimi Türkiye'nin de zaferidir!"