Nazım Hikmet de Atatürk’ü değil Lenin’i, Stalin’i seviyordu

1951’de Sovyetler Birliği’ne ikinci kaçışında, daha havaalanındayken Stalin’e övgüler düzer. Her şeyini Stalin’e borçlu olduğunu söyler. “Beni o yarattı, beni o yaşatıyor.” der. 

Ali Değirmenci’nin Haziran 2008’de Haksöz Haber’de yazmış olduğu makaleyi Nazım Hikmet’in ölüm yıldönümü yıldönümünde tekrar yayınlıyoruz:

“Türkçenin sürgün şairi”, “komünist şair”, “vatan haini”, “romantik devrimci” Nazım Hikmet 3 Haziran 1963’te ölmüştü.

Her yıl olduğu gibi bu yılın Haziran ayında da bu amaçla etkinlikler yapıldı, yapılıyor. İşin ilginç tarafı, bu etkinliklerin önemli bir bölüğünde Ortodoks Kemalistlerin isimlerine, çabalarına rastlıyoruz.

Başkalarına her türlü zulmü, haksızlığı, baskıyı, aşağılamayı, kötülüğü reva görenler özgürlükten, direnişten, devrimden, insan haklarından, Nazım Hikmet’in itibarının iade edilmesinden, mezarının Türkiye’ye getirilmesinden, ona bir anıt mezar yapılmasından, basın üzerindeki baskıların kaldırılmasından söz ediyorlar. Atatürk’le aralarındaki benzerliklerden, birbirlerine ne kadar yakıştıklarından, ikisinin ideallerinin örtüşmesinden dem vuran ve onları sahiden dinleyip önemseyen safdiller hatta kara cahiller de var. CHP cemaati içerisinde bu tür tutarsız, eklektik ve bağdaştırılması gayrı kabil yaklaşımlara öteden beri rastlandığı da bir gerçek.

Bütün bunlar bana 31 Ekim 2005’te Milliyet gazetesine bir mülakat veren emekli tümgeneral Doğu Silahçıoğlu’nu hatırlattı birden. Adı geçen zat bu mülakatta Nazım Hikmet’i yere göğe sığdıramıyordu. Hatırlanacağı gibi bu general Sultanbeyli’ye Atatürk heykeli dikmek için de büyük bir mücadele vermiş ve kendisini olur olmaz her yerde “katıksız Atatürkçü” olarak tanıtmıştı.

Pes doğrusu!..

Nazım Hikmet, Atatürk ve İsmet İnönü döneminde, çok sıkıntı çekmiş, ileri sürdüğü ya da savunduğu görüşler yüzünden sürekli yargılanmış ve hapse atılmıştır. Yıllar sonra onu bağışlayan, ona özgürlüğünü veren, onu cezaevinden çıkaran da ilginçtir ki Demokrat Parti iktidarı olmuştu.

Nazım Hikmet’in Atatürk’e ve Kemalizm’e yaklaşımı ilk dönemlerde biraz sorunludur. Kuvayı Milliye Destanı’nda adını anmasa da Mustafa Kemal’i betimleyen, kısmen öven dizelerine rastlanır. Cezaevine düştüğü zaman da ona mektup yazmış, inkılâplarının bağlısı olduğunu söylemiş, kendisini affetmesi için istekte bulunmuştur. Bunların dışında sosyalist bağlılığına halel getirecek ciddi bir hatası ya da talebi yoktur. Ancak Atatürk yüz vermemiş, onu “Türk milletinin hayatına kasteden bir bomba” olarak nitelendirmiş, isteklerini görmezden gelerek kötülemiştir.

*

Nazım Hikmet, Lenin öldüğünde Rusya’dadır. Arkadaşı Vâlâ Nureddin’le birlikte onun mezarında nöbet tutar. 1923 yılında Bolşevik Partisi’ne üye olur. Ardından 1924’te Moskova’da, Türkiye Komünist Partisi üyesi olur. 1925 yılı başında Moskova’daki Doğu Emekçileri Komünist Üniversite’ni bitirir ve parti işleri için Türkiye’ye gelir. Suçlanma ve yargılanmalar bu dönemde başlar.

Nazım Hikmet, Türkiye’de yaşadığı yıllarda toplam 17 yıl hapis yatar. Bunların hepsi Atatürk ve İsmet İnönü dönemlerindedir. Yani Nazım Hikmet’e yapılan bütün haksızlıkların, eziyetlerin vebali Atatürk’e ve İsmet İnönü’ye aittir. Bu bağlamda hem Atatürkçü hem de Nazımcı olmak aslında ikiyüzlülükten başka bir şey değildir.

Nazım Hikmet, komünist olan Mustafa Suphi, Etem Nejat ve arkadaşlarının Trabzon açıklarında motorlu kayıkta öldürülmelerinden dolayı büyük bir kin içinde Atatürk’e saldırır. Kemalizm’i birçok yazısında eleştirir ve TKP’yi zor durumda bırakır. Hatta bu yüzden parti yönetimi tarafından uyarılır, kızağa çekilmek istenir.

1951’de Sovyetler Birliği’ne ikinci kaçışında, daha havaalanındayken Stalin’e övgüler düzer. Her şeyini Stalin’e borçlu olduğunu söyler. “Beni o yarattı, beni o yaşatıyor.” der. 30 Haziran 1951 tarihli Cumhuriyet gazetesinde açıkça kınanır ve kendisinden “Kızıl Şair” olarak söz edilir.

Kore Savaşı’nda Türk askerinin savaşı bırakmasını ve Ruslara teslim olmasını ister. Bu konuyla ilgili duygu ve düşüncelerini açıkça dile getiren şiirler yazar. Ölümünden önce devlet başkanı Kuruşçev’e mektup biçiminde bir dilekçe yazarak ülkeye yerleşmek istediğini, Sovyetler Birliği vatandaşı olması için izin verilmesini ister. Bu dilekçede sonsuz bir komünizm ve Sovyetler Birliği sevgisi dile getirilmekte; Türkiye’ye duyduğu iddia edilen hasret konusunda en ufak bir ipucuna dahi rastlanmamaktadır.

*

Nazım Hikmet’in Türkiye’ye karşı Sovyetler’i, Atatürk’e karşı Lenin ve Stalin’i, Kemalizm’e karşı komünizmi tercih ettiği açıktır ve bu, son çözümlemede son derece bilinçli bir tercihtir.

Onu tabii ki salt bu tercihlerinden dolayı kınamaya kimsenin hakkı yoktur.

Ancak onu göklere çıkaran Kemalistlerin durumuna ne demeli?

Sözlerimizi, Nazım Hikmet’in bir dizesiyle bitirelim şimdilik:

Şaşkınlığın bu kadarına da doğrusu ya pes!

Yorum Analiz Haberleri

Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm