Nazilerin ve Siyonistlerin benzer soykırım dili

Sümeyye Sakarya, soykırım suçunu işleyenlerin mağdurları nitelemek için kullandığı argümanları inceliyor.

Sümeyye Sakarya / Tezkire

Soykırım notları 1: Meşruiyet ve hayvanlara dair

Yıllardır ağır çekimde izlediğimiz bir soykırımın, hızlandırılmış ve mümkün olan en uç noktaya profesyonelce taşınmış bir versiyonunu son 6 aydır canlı yayında seyrediyoruz. Bombalanan evler, yakılan hastaneler, buldozerle ezilen, parçalanan, çürümeye ve sokak hayvanlarına terk edilen cesetler, yakınlarının naaşlarını veya bir parçasını -tabi bulabilecek kadar “şanslılarsa”- poşetlerde ve sırt çantalarında taşıyan babalar, kardeşler, çocuklar. En kapsamlı acı ve vahşet tasvirlerinin bile tanımlamaya yetmeyeceği, en ağır suçlulara karşı işlense bile onaylanamayacak görüntüler. Öte yandan, işleyenlerin ve destekleyenlerin kendilerince meşrulaştırmakta çok da zorlanmadığı, hatta demeçlerinden ve paylaşımlarından anladığımız üzere faili olmaktan zevk dahi duyduğu bir süreç. Üstelik, kurbanlarının büyük çoğunluğu çocuk, kalanlarsa yıllardır kendi halinde yaşam savaşı veren siviller olmasına rağmen duyulan bir zevk. Peki dünyanın önemli bir kısmı izlemeye dahi tahammül edemeyip protesto için sokaklara dökülmüşken, bu katliamı gerçekleştirenler nasıl oluyor da yaptıklarını meşru görmekle kalmayıp üstüne bir de bir görev bilinciyle hareket edebiliyor?

Bu soru her ne kadar “kötü insanlar” cevabıyla geçiştirilebilecek kadar basit gibi görünse de sosyal-siyasal hayatın şekillenmesinde merkezi bir konuma sahip. Zira yüzyıllarca süren sömürgelerin başlangıcı ve sürdürülebilmesi, soykırımların ve katliamların gerçekleştirilmesi bu soruya verilen cevapla mümkün olmuş. Birileri, bir yerlerde, bir şekilde, “ötekine” bir şeyler yapmayı ve bunu sürdürmeyi meşru görüyor ve gösteriyor. Bu meşruiyet iddialarının bazı güçlü gruplar veya güçlü olabilecek yığınlar tarafından inanılmasa bile kabul edilmesi de sürecin devamı için yeterli hale geliyor. Çünkü, günün sonunda kararları veren ve gerçekleştiren bir söylemin meşruiyetinden ziyade eylem gücü oluyor.

Bu bağlamda meşrulaştırma işlevi gören söylemlerden en aşina olduğumuz muhtemelen Stuart Hall’ın Batı ve Bakiyesi (the West and the Rest)[1] olarak isimlendirdiği, batının kendisini üstün olarak inşa etmek için çeşitli stratejilerle “ötekini”, bakiyesi olarak konumlandırdığı söylem. Çocukluğumuzda izlediğimiz Tarzan ve Rambo filmlerinden, üniversitede dinlediğimiz Aydınlanma Çağı ve Sanayi Devrimi masallarına kadar doğru olduğuna inandırıldığımız pek çok karşılaşma bu söylemin bir tezahürü. Afrika ormanlarında - ya da biz çocuklar için ormandan ibaret olan Afrika’da - yaşayan maymun-adam Tarzan, Afganistan’ı kurtaran Rambo, dünyaya aklı kullanmayı öğreten Kant ve sanayiyi keşfedip diğer ülkelerin de kalkınmasını sağlayan İngiltere… Her ne kadar birbirinden farklı hikayeler gibi görünseler de, bu anlatılar, onları Batı ve Bakiyesi söylem ailesinin üyeleri olarak görmemizi mümkün kılan benzerliklere ve ilişkilere sahipler: Öğretilmesi, kurtarılması, terbiye edilmesi veya öldürülmesi gereken hayvani, cahil, zayıf veya barbar, dolayısıyla sadece “batının bakiyesi” olarak tanımlanabilecek bir öteki yaratıyorlar. Kendinden sadır, özgün bir ismi olmayan, kendini adlandıramayan, ancak ve ancak batıya referansla, ondan arta kalan, artık, bakiye olarak adlandırılabilen bir varlık. Bu meşrulaştırma söyleminden sonra artık her şey çok daha kolay: ötekini medenileştirmek veya dünyayı ötekinden kurtarmak için yapılan her şey mübah. 15.-17. yüzyıllarda, “coğrafi keşifler” olarak anlatılan sömürge döneminde, başta Amerikan yerlileri (Kızılderililer) olmak üzere “keşfedilen” bölgelerin yerlilerine uygulanan soykırımdan, Almanların 1900’lerin başındaki Namibya ve Fransızların 20. yüzyılın ortasındaki Cezayir soykırımına kadar, bu söylemin mübah kıldığı sayısız katliamdan söz etmek mümkün.

Batı ve Bakiyesi söylemi soykırımı meşrulaştıran söylemlerden sadece biri olmasına rağmen, Nazilerin ve Siyonistlerin söylemleriyle de pek çok benzerlik taşıyor, ki ikisi de bazı durumlarda ilk söylemin parçası olarak işliyor zaten. Basit bir örnek vermek gerekirse, ötekinin “hayvan” olarak betimlenerek insan-dışı kılınmasını bu vahşetlerin pek çoğunda görüyoruz. Mesela Batı ve Bakiyesi söyleminin kilit figürlerinden Kant siyahlardan ve Amerikan yerlilerinden bahsederken, hiçbir zaman akıllarını kullanamayacaklarını, yani aydınlanma olarak tanımladığı şeyin bu “çocuklar” için mümkün olmadığını, hayvan(i) ve insan(i) olarak iki yönelimi olduğunu iddia ettiği insanlığın sadece hayvani tarafında var olduklarını söylüyor. Dolayısıyla da siyahların eğitilmeleri sonucu ulaşabilecekleri en üst noktanın beyaz adama hizmet etmek ve köle olmak olduğunu dile getiriyor.[2] Hatta bu tarz referansları bir sömürgecilik hali olarak değerlendiren Frantz Fanon, “yerleşimcilerin yerlilerden bahsederken kullandığı terimler hayvanlara-dair (zoological) terimlerdir”[3] tespitinde bulunuyor. Benzer biçimde, Nazilerin Yahudiler için “Yahudi parazit,” insanlığın “hayvani materyalizasyonunu” (bestial materialization) sağlayan hayvan-insanlar,[4] fareler ve bitler gibi tabirler kullandığını biliyoruz. 100 gün içinde en az 800.000 Tutsinin katledildiği 1994 Ruanda soykırımına giden süreç de çok farklı cereyan etmiyor. Radikal Hutular’ın Tutsilerden sürekli “hamam böcekleri” ve “yılanlar” olarak bahsetmesi sürecin seyrini ciddi bir şekilde hızlandırıyor.[5]

Ötekinin hayvanlaştırılmak suretiyle insanlığından mahrum edilmesine (dehumanization) İsrail’in Filistin soykırımında da şahitlik ediyoruz. İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın “İnsansı hayvanlarla savaşıyoruz ve ona göre hareket edeceğiz” ifadesi, İsrailli Tümgeneral Ghassan Alian’ın “Hayvanlara böyle davranılmalı. (Gazze’de) Elektrik ve su olmayacak, sadece yıkım olacak. Cehennemi istediniz, cehennemi göreceksiniz” sözleri veya İsrail’in eski Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Dan Gillerman’ın, Filistinlileri “korkunç, insanlık dışı hayvanlar” olarak tanımlaması Filistinlilerin hayvanlaştırılmasının örneklerinden sadece birkaçı.[6] Bu hayvan referansları sayesinde, İsrail ve destekçileri, Filistinlilere bir şeyler yapmayı ve bunu sürdürmeyi meşru görüyor ve gösteriyor. Daha doğru bir ifadeyle, Filistinlileri hayvanlaştırarak insanlığın dışında bırakmak bir soykırımı ve daha geniş bağlamda sömürgeleştirmeyi meşrulaştırmanın araçlarından biri haline geliyor. Temel ihtiyaçlarının giderilmesi hariç iletişim ve muhakeme yetisi dahi olmayan, yani logos’tan mahrum olan hayvanların üzerinde kullanılan kuvvetin insanca olması şart veya mümkün değil. Hatta gerekli ehlîleştirme sürecinden geçmeyen veya geçemeyecek olan bazı vahşi hayvanların katledilmesi insanların güvenliği ve refahı için elzem. Dolayısıyla da Filistinlilerin öldürülmesi sadece meşru olmakla kalmıyor, İsrail’in ve söylemini satın alanların çarpık Hamas portresi ve bu portreye yapılan referanslarla birlikte elzem oluyor.

Sonuç olarak, ötekini “hayvanlara-dair (zoological) terimlerle” inşa etmek sömürge ve soykırım tarzındaki güç ilişkilerine imkân veren meşruiyet zeminlerinden birisi olarak işlev görüyor. Ancak ne bu inşa soykırımların meşruiyet iddia ettiği tek zemin ne de soykırımı gerçekleştiren çıplak gücün - belirli bir noktaya kadar - böyle bir meşruiyete ihtiyacı var. Zira çoğu zaman çıplak güç kendi imkânını ve meşruiyetini salt varlığından yaratabiliyor. Peki bu yaratılış veya yaratılışlar başka nasıl mümkün oluyor? Meşruiyet, imkân, güç ve öteki-kimlik arasındaki ilişkilerin doğası, biçimleri ve soykütüğü ne? Bunlar soykırıma giden süreçlerde nasıl bir işlev görüyor? Filistin’de seyrettiğimiz soykırım tüm bu tartışmalar bağlamında nasıl anlaşılabilir? Girizgahını burada yaptığım soykırım notları serisinin devamındaki yazılar bu ve benzer sorular eşliğinde öteki/Filistin ve soykırımın imkânı meselesini irdelemeye devam edecek.


[1] Stuart Hall, “The West and the Rest: Discourse and Power”, içinde Modernity: An Introduction to Modern Societies, ed. Stuart Hall vd. (Blackwell Publishing, 1996), 184-228.

[2] David Baumeister, “Black Animality from Kant to Fanon”, Theory & Event 24, sy 4 (2021): 951-76.

[3] Frantz Fanon, The Wretched of the Earth, çev. Constance Farrington (Grove Press, 1963), 42.

[4] Johannes Steizinger, “Dehumanizing strategies in Nazi ideology and their anthropological context”, ed. Maria Kronfeldner (Routledge, 2021), 102-3.

[5] Mia Swart, “‘Music to kill to’: Rwandan genocide survivors remember RTLM”, Al Jazeera, 07 Haziran 2020, https://www.aljazeera.com/features/2020/6/7/music-to-kill-to-rwandan-genocide-survivors-remember-rtlm.

[6] Şule Özkan, “İsrailli yetkililerin nefret söylemi Gazze’de soykırımı teşvik ediyor”, 15 Mart 2024, https://www.aa.com.tr/tr/ayrimcilikhatti/ayrimcilik/israilli-yetkililerin-nefret-soylemi-gazzede-soykirimi-tesvik-ediyor/1819411.

Yorum Analiz Haberleri

Şakir Paşa Ailesi’nin televizyonlarda izlenemeyecek hikayesi
Senin utanman yok mu İsmail Saymaz?
Ne olacak bu Nusayrilerin durumu?
“Kim bir kavme benzerse o da onlardandır”
Fatih Erbakan devrik Esed'in yasını tutmaya devam ediyor