Naziler ve AfD'nin yükselişindeki benzerlikler

Metin Aksoy, eyalet seçimlerinde aldığı zaferle Alman ırkçılarının partisi olan AfD'nin politika içerisindeki yükselişini inceliyor.

Prof. Dr. Metin Aksoy / Açık Görüş

Almanya'yı bekleyen tehlike

1 Eylül 2024 tarihinde gerçekleşen Thüringen ve Saksonya Eyalet Meclisleri seçimlerinde Almanya için Alternatif Partisi'nin (AfD) önemli bir oy oranına ulaşması, Almanya'daki aşırı sağ heyulasının küresel düzeyde tekrar gündeme oturmasını beraberinde getirmiştir. II. Dünya Savaşı'ndan günümüze ilk kez aşırı sağcı bir parti -AfD- Almanya'daki bir eyalet meclisi seçimlerini kazanmıştır. II. Dünya Savaşı sonrasında faşistlere karşı kazanılan zafer, istikrarlı siyasal sistemlere sahip olma, savaş sonrası Avrupa'da görülen ekonomik büyüme ve düşük işsizlik oranları gibi unsurlar aşırı sağın özelde Almanya genelde Avrupa'da ortaya çıkışını ve başarılı olmasını engellemiştir. Ancak 2010'lu yılların sonlarına doğru aşırı sağın ortaya çıkışını engelleyen unsurların aşınmaya başlaması yeniden aşırı sağ tehdidini gündeme taşımıştır. AfD'nin seçim başarısı tarihin tekerrür etme olasılığını açığa çıkarması -Almanya'nın Nazi geçmişi ve II. Dünya Savaşı trajedisine yol açan pratik gelişmelerdeki rolünü hatırlatması- hasebiyle Almanya ve Avrupa'da endişeleri arttırmıştır. Dolayısıyla Almanya'daki aşırı sağın yükselişinin nedenlerinin irdelenmesi ve bu nedenlerin I. Dünya Savaşı sonrasındaki durum ile karşılaştırılması tarihin tekerrür etme olasılığı hususunda önemli ipuçları sağlayacaktır.

Aşırı sağın yükselişinin Almanya'ya özgü temel nedenleri

Bölgesel düzeyde bakıldığında son yıllarda özellikle İtalya, Fransa, Hollanda, İsveç, Avusturya gibi devletlerde aşırı sağcı parti ve hareketlerin yukarıya doğru ivmelerinin artması Almanya'daki aşırı sağın yükselişine katkı sunmaktadır. Nazi geçmişi, Alman toplumundaki popülist milliyetçilik ve neo-Nazi yaklaşımlar başta olmak üzere aşırı sağcı görüşlerin kabulünü kolaylaştırmaktadır. Aşırı sağcı görüşlerin Alman toplumunda benimsenmesine yol açan bir diğer etmen ise göçmenlere karşı Angela Merkel döneminde uygulanan açık kapı politikasıdır. Suriye İç Savaşı sonrasında göçmen sayısındaki hızlı artışın Almanya'daki ekonomik krizle birleşmesi milliyetçi refleksleri ve aşırı sağcı görüşleri ön plana çıkarmıştır. Ekonomik, sosyal ve demografik değişimden duyulan rahatsızlık Almanya'da İslamofobi ve aşırı sağcı görüşlerin benimsenmesine yol açarken, politikacıların oy devşirmek için radikal söylemleri tercih etmelerini de beraberinde getirmiştir. Rusya-Ukrayna Savaşı ise Almanya'daki göçmen sorununu derinleştirmekle birlikte Alman ekonomisinin resesyona girmesine sebebiyet vermiştir. Öyle ki, Rusya-Ukrayna Savaşı'nda AB üyesi ülkelerin ABD ile uyumlu politikalar icra etmesi ve Rusya'ya yönelik yaptırım kararları Kıta Avrupa'sında enerji krizine ve tahıl fiyatlarının artmasına neden olmuştur. Söz konusu enerji krizi nedeniyle ucuz enerji ithalatına önemli ölçüde bağımlı olan Alman sanayisinde yatırımların azalması istihdam sorunlarını açığa çıkartırken, gıda fiyatlarının artması da düşük ve orta gelirli Alman vatandaşlarını olumsuz yönde etkilemiştir. Ukraynalı göçmenler ile birlikte kiraların artması ve konut krizinin yaşanması Alman toplumunun göçmenleri hedef alan siyasi söylemleri benimsemesini meydana getirmiştir. Demokrasilerin savunulması söylemi toplum nezdinde belli ölçüde benimsenmiş olsa da Ukrayna için Rusya ile ilişkilerin bozulması maliyetinin yüksekliği aşırı sağcı parti ve hareketlerin yükselişine zemin hazırlamıştır.

Merkel sonrası Almanya'da iktidara gelen Scholz liderliğindeki koalisyon her ne kadar çeşitli reform ve yasal düzenlemeler gerçekleştirmiş olsa da özellikle koalisyondaki tartışmaların kamuoyu önünde sürdürülmesi toplum tarafından olumsuz karşılanmıştır. Hükümetin ekonomik durumun kötüleşmesi ve hayat pahalılığının artması gibi iç politikadaki sorunların çözümünde seçmen kitlelerini ikna edememesi ve dış politika tercihlerinin sorgulanması Almanya'daki köklü partilerin oylarında düşüşlere sebebiyet vermiştir. Son zamanlarda gerçekleştirilen anketlerde koalisyon partilerinin oy kaybı yaşamalarındaki en temel etkenin güvenlik ve göçe yönelik politikalarının yetersiz kaldığının dile getirilmesi, söz konusu varsayımı doğrulamaktadır. Bu durum aşırı sağcı partilerin ve hareketlerin Almanya'da diğer partiler arasından sivrilmesini de açıklamaktadır. Son olarak birleşmeden günümüze Doğu Almanya'da ikamet eden vatandaşların ayrımcılık hissetmeleri aşırı sağın yükselişine zemin hazırlamıştır. Ayrıca önemli yönetici kademelerinde Doğu Almanyalı yöneticilerin daha az bulunması bahse konu ayrımcılık ve hoşnutsuzluk hissiyatını arttırmakta ve Doğu Almanya'da aşırı sağ partilere yönelik eğilimi arttırmaktadır.

Avrupa'daki sağ partilerin yükselişi, ekonomik durgunluk, göç sorunu, Doğu Almanya'da hissedilen ayrımcılık ve mevcut hükümetin toplumun teveccühünü kazanmadaki yetersizliği Almanya'da aşırı sağın II. Dünya Savaşı'ndan günümüze kadar görülmedik bir düzeyde yükselişine ve Alman siyasetini etkilemesine yol açmıştır. "Batı'nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar" (PEDIGA) hareketinin gerçekleştirdiği gösterilere katılanların sayısının sürekli artması ve 2022 yılında "İmparatorluk Vatandaşları" adı altında örgütlenen ve Prens 13. Henrich'i imparator yapmayı hedefleyen darbecilerin yakalanması aşırı sağın Almanya'daki yakaladığı ivmeyi gözler önüne sermiştir. Aşırı sağın yükselişindeki zirve noktasını ise 2013 yılında kurulan ve aşırı milliyetçi, göç ve İslam karşıtı bir duruşla ön plana çıkan AfD'nin Thüringen'deki seçimleri yaklaşık yüzde 33 oy oranı ile ilk sırada, Saksonya'daki seçimleri ise yaklaşık yüzde 30 oy oranı ile ikinci sırada tamamlaması teşkil etmektedir. AfD'nin seçim başarısı Almanya'daki aşırı sağ tehlikesinin iyice hissedilmesine yol açmıştır. Özellikle Nazilerin ilk kez iktidara geldiği eyalet olan Thüringen'de aşırı sağcı AfD'nin seçimi kazanması tarihin tekerrür edebileceği endişesini ortaya çıkarmıştır. Bu çerçevede Nazileri ve AfD'yi öne çıkaran pratik gelişmelerdeki benzerliklerin irdelenmesinde fayda vardır.

Naziler ve AfD'nin yükselişindeki benzerlikler

Nazileri ve AfD'yi öne çıkaran pratik gelişmelerdeki benzerlikler şöyle sıralanabilir: İlk olarak, hükümetlerin mevcut sorunlara çözüm üretebilme kapasitelerinin bulunduğuna ilişkin toplumu ikna edememeleri aşırı sağın tercih edilmesini beraberinde getirmiştir. Nitekim I. Dünya Savaşı sonrasında galip devletlerin zorlamasıyla kurulan Weimar Cumhuriyeti'nde toplumun demokrasiyi savunanlar ve milliyetçiliği destekleyenler arasında bölünmesi hükümetin Alman toplumunu ikna etmesini zorlaştırmıştır. Savaş tazminatı, toprak kayıpları, refah artışı gibi hususlarda Weimar hükümetinin çözüm üretememesi ve bu başarısızlıklarını isteyerek veya istemeyerek tam olarak bağımsız olamadıklarına yüklemeleri Nazi Partisi'nin yükselişine zemin hazırlamıştır. Günümüzde ise Scholz liderliğindeki koalisyonun ekonomik durgunluk, göç sorunu, Doğu Almanya'nın Batı Almanya'ya entegrasyonundaki giderilemeyen pürüzler gibi sorunları çözmede yetersizliği aşırı sağcı AfD'nin seçim zaferinde etkili olmuştur.

İkinci olarak, ekonomik sorunların derinleşmesi hem I. Dünya Savaşı sonrası hem de günümüzde aşırı sağın yükselmesine katkı sunmuştur. Öyle ki, Versay Antlaşması ile Weimar Cumhuriyeti'ne dayatılan tamirat borcu hiperenflasyona yol açarak, Alman devletleri tarihinde görülen en büyük ekonomik krizlerden birini meydana getirmiştir. Kitlesel işsizlik, yüksek enflasyon, tarımsal ve endüstriyel üretimin azalması, işçi grevleri ve Büyük Ekonomik Buhran'ın olumsuz etkileri gibi sorunlar Alman toplumunun Nazilere yönelik eğilimini arttırmıştır. Her ne kadar I. Dünya Savaşı sonrasındaki gibi bir kötü tablo olmasa da günümüzde Almanya'nın yaşadığı resesyon da benzeri bir etki yaratmaktadır. Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etmesi sonrası Batılı devletlerin ekonomik ambargolarına karşılık Rusya'nın enerji yaptırımında bulunması ve Kuzey Akım boru hattının patlatılması, Almanya'nın ucuz Rus doğalgazına erişimini ortadan kaldırmıştır. Bu süreçte doğal gaz fiyatlarının Almanya'da iki katına çıkması başta metal, cam, otomotiv olmak üzere doğal gaza ihtiyaç duyan önemli sanayi sektörlerini olumsuz yönde etkilemiştir. Savaş sonrası yükselen enflasyona karşı faiz oranlarının arttırılması Alman şirketlerinin yatırım istencini azaltırken, Çin ve Türkiye gibi devletlerin Almanya'dan ithal ettiği ürünleri üretmeye başlaması Alman ekonomisinin toparlanmasını zorlaştırmaktadır. Dijitalleşmede ABD ve Çin'e göre geri kalmışlık ve ekonomideki yapısal sorunlar, Alman ekonomik modelinin istenilen gelişmeyi sağlayamamasına neden olmuştur. Bu durum mevcut hükümete desteği aşındırırken, AfD gibi aşırı sağ partilerin önünü açmaktadır.

Üçüncü olarak, her iki dönemde de toplumda "öteki" veya "yabancı" olarak görülen gruplara yönelik ayrımcılığın bulunması aşırı sağ ideolojilerinin toplumda benimsenmesini kolaylaştırmıştır. I. Dünya Savaşı sonrasında Alman toplumu devlet toprakları içerisinde savaşa ve Alman ordusunun yenilgisine şahit olmadıkları için içeriden ihanete uğradıkları –arkadan bıçaklanma/Dolchstoß- algısına kapılmıştır. Bu noktada Yahudiler Nazi Partisi'nin söyleminde içerdeki düşman olarak kodlanmış ve Holokost'a giden süreç başlamıştır. Öte yandan günümüzde özelde Müslümanlar genelde göçmenler toplumun ayrılmaz bir parçası yerine öteki veya yabancı olarak görülmektedir. Bahse konu duruma AfD özelinde örnek olarak partinin 2016 manifestosunda "İslam Almanya'ya ait değildir" ifadesinin bulunması ve 2017 yılındaki federal seçimlerinde "Burkalardan çok bikinileri seviyoruz" sloganının kullanılması verilebilir.

Toplumdaki bazı grupların ötekileştirilmesi veya yabancı olarak görülmesi bir taraftan Naziler ve AfD arasında benzerliği oluştururken, diğer taraftan iki taraf arasındaki farklılaşmayı meydana getiren unsurlardan biridir. I. Dünya Savaşı sonrasında Yahudi karşıtlığı Nazilerin öne çıkmasındaki önemli unsurlardan biri iken, günümüzde İslamofobi aşırı sağcı partilerin ve hareketlerin tanımlanmasında vazgeçilmez bir unsuru teşkil etmiştir. Öyle ki, Alman toplumunda Müslümanların nerede doğduğuna bakılmaksızın göçmen ve yabancı olarak algılandığı bir eğilim ortaya çıkmıştır. Alman toplumundaki Yahudilere yönelik bakış açısının değişmesinde ise tarihsel günahlarını –Holokost- hafifletme istenci bulunmaktadır. Nitekim AfD İsrail mezalimini desteklemiş ve Almanya'nın Filistinli kuruluşlara yönelik finansal desteğinin kesilmesini içeren iki teklifi Bundestag'a sunmuştur. 2017-2019 yılları arasında AfD'nin eş başkanı olan Alexander Gauland'un Bundestag'ta yaptığı konuşmada Hamas saldırısının İsrail ile birlikte Almanya'yı da hedef aldığını ve İsrail'i destekleyerek Almanya'nın da savunulmuş olduğunu açıklaması, AfD'nin İsrail yanlısı pozisyonunu açığa çıkarmıştır. Antisemitizmle yaftalanacak bir partinin Almanya'da iktidara gelmesinin mümkün olmadığının bilinmesi, Almanya'da aşırı sağcı partilerin Yahudileri hedeften çıkarmalarına neden olmaktadır. Bir diğer farklılaşma noktası ise Nazilerin ari ırk yaklaşımının özelde AfD genelde aşırı sağcı partiler tarafından benimsenmemiş olmasıdır. Günümüzde yükselen aşırı sağcı partilerin temel söylemi ari Alman ırkının üstünlüğü yerine etnik homojenliğin, dilin, dinin ve kültürel unsurların korunması üzerine şekillenmiştir. Bununla birlikte faşizmin II. Dünya Savaşı öncesinde geleceğe yönelik coşku tahayyülü yerine günümüzdeki aşırı sağcı partiler yitirilmeye başlandığını hissettikleri normale duyulan hasreti ön plana çıkarmaktadır. Bu durum Almanya'ya özgü değerlere yönelik savunma içgüdüsünü aşırı sağcı partiler nezdinde teşvik etmektedir.

Alman siyasetinin geleceği

Görüldüğü üzere, Nazilerin ve AfD'nin yükselişindeki benzerlikler ve kısmi farklılıklar tarihin tekerrür edebileceği olasılığına güçlü argümanlar sunmaktadır. Ancak böylesi bir tezi savunmanın erken olduğu rahatlıkla ileri sürülebilir. Nitekim AfD'nin Thüringen seçimlerindeki zaferi sonrasında Alman Şansölyesi Scholz'un hiçbir partinin AfD ile ittifak yapmaması gerektiğini açıklaması diğer partiler nezdinde de karşılık bulmuştur. Henüz Almanya'daki partilerden hiçbiri AfD ile koalisyon görüşmelerine girmeyi kabul etmediğinden Thüringen'de iktidara gelme yolu aşırı sağcılar için şimdilik kapanmış gözükmektedir. Tarihsel süreçteki tecrübeler ve II. Dünya Savaşı'nın bıraktığı kötü miras, diğer partilerin aşırı sağcı partilerin yükselmesine karşı ittifak -güvenlik duvarı olarak nitelendirilmektedir-oluşturmalarına neden olmaktadır. Fakat bu durumun aşırı sağcı partilerin Alman siyasetinin geleceğini etkilemeyeceğini ileri sürmek oldukça zordur.

İlk olarak, merkezde yer alan partilerin aşırı sağcı söylemleri ve politika tercihlerini benimsemesi, Alman siyasetinin genel olarak aşırı sağcı ideolojiye kaymasına neden olmaktadır. Göçün engellenmesi, İslamofobinin körüklenmesi, İsrail mezaliminin desteklenmesi hususunda AfD ve diğer partiler arasında görünmez bir mutabakatın olduğu ifade edilebilir. CDU/CSU'nun güvenlik, göç ve toplumsal alanlarda AfD çizgisine yakın söylemleri kullanması söz konusu varsayımı desteklemektedir. Bu durum AfD gibi aşırı sağcı partileri meşrulaştırmakta ve bu gibi partileri destekleyenlerin devletten yeni taleplerde bulunmalarına yol açmaktadır. İkinci olarak, aşırı sağın yükselişi göçle ilgili politikaların daha da sertleştiği, göçmenlerin ulusal kültüre asimile edilmesinin savunulduğunu, mülteci alımında daha fazla kriterin incelendiği ve İslamofobinin daha da palazlandığı bir Alman siyasetinin şekillenmesini beraberinde getirmektedir. Böylesi bir siyasetin şekillenmesi en başta Alman ekonomisi bağlamında yeni sorunların ortaya çıkmasına sebebiyet verebilir. Alman ekonomisinde emek açığını kapatması nedeniyle göçmen işçiler halen Almanya için önemli ihtiyaçların başında gelmektedir. Göçmen işçiler aynı zamanda iç ekonomik talebin belli bir seviyede olmasını sağlayarak, yaşlanan nüfusa bağıtlı olarak ortaya çıkacak talep daralmasını dengelemede bir araç konumundadır. Göçmenlerden bir kısmının da beyin göçü olarak Almanya'ya yerleştiği ve yeni buluşlara imza attıkları da unutulmamalıdır. Dolayısıyla göçmenlere yönelik politikaların sertleşmesinin Alman ekonomisi ve gelişmişlik düzeyi açısından yeni sorunlar yaratacağı ve bunun aşırı sağcı partilere yarayacağı belirtilebilir.

Üçüncü olarak, AfD gibi sağcı partilerin yükselişi diğer partilerin daha milliyetçi söylemler geliştirmelerine ve Alman hükümetinin dış politikada ulusal çıkarları daha çok önceleyen bir yaklaşım benimsemesini meydana getirebilir. Ulus-devlet merkezli bir dış politika anlayışı AB'nin siyasi ve çevre politikalarındaki üye ülkeler arasındaki dayanışmayı aşındıracak çıktılar üretebilirken, aynı zamanda AB'nin ekonomi politikaları geliştirip icra etmesini zorlaştırabilir. Daha da önemlisi ABD'nin Rusya-Ukrayna Savaşı ve Çin ile hegemonik rekabet hususlarında trans-Atlantik ilişkilerini yoğunlaştırma stratejisine ilişkin Almanya'nın itirazlarına ve ABD merkezli politikalara yönelik farklılaşmaya neden olabilir. Özellikle AfD başta olmak üzere aşırı sağcı partilerin ve hareketlerin Rusya-Ukrayna Savaşı'na yönelik ABD'nin ve Alman hükümetinin politikasına eleştirilerini yoğunlaştırması bahse konu varsayımı desteklemektedir. Dolayısıyla Almanya'nın ulusal çıkarlarını öncelemesi ve Avrupa'da diğer ülkelerde iktidara gelen aşırı sağcı partilerin benzeri bir politika uygulamaları Batı ittifakının bölünmüşlüğünü beraberinde getirebilir.

Toparlayacak olursak, AfD'nin yükselişi ile Nazilerin I. Dünya Savaşı sonrasındaki iktidara gelişleri arasında benzerlikler bulunmaktadır. Fakat günümüzde aşırı sağcıların yükselişine karşı Almanya'da bir direnç söz konusudur. Aşırı sağcı partiler ve hareketler onları destekleyen kitlelerin hissettikleri korku ve huzursuzluğa endeksli olarak güçlenmektedir. Bu nedenle Almanya'daki aşırı sağ tehdidinin aşılabilmesi, Alman hükümetinin mevcut sorunlara çözüm getirebilme yeteneğine endeksli olduğu ileri sürülebilir. Rusya-Ukrayna Savaşı ve büyük güç rekabetinin yoğunlaşması aşırı sağcı partilerin ve hareketlerin Almanya'daki yükselişini engellemede önemli zorluklar yaratacağı aşikârdır.

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!