NATO Genel Sekreterliği için Rasmussen ismi etrafındaki çıkan pürüzün aşılması ve engelin kalkması yabancı basında genel olarak pazarlık olarak nitelendirilmiştir.
BBC’nin Arapça kanalında da krizin aşılması bu ifade ile yansıtılmıştır. Güya Türkiye’nin NATO içinde bazı kazanımlar için karikatür krizini kullandığı anlamına gelen yorumlar yapılmıştır. Esasında Türkiye, Rasmussen ismi üzerinde Ankara haricinde genel bir mutabakat olmasından ve bu nedenle de oyun bozan taraf olmamak için kerhen bu isim üzerindeki çekincesini kaldırmıştır. Bilindiği gibi, NATO’da bu tarz seçimler oy birliği ile yapılmaktadır. Türkiye’nin çekincesini kaldırması üzerine sus payı mukabilinde bir takım garantiler verilmiştir. Bu da Türkiye’nin ilkesizliği olarak anlaşılmış veya yansıtılmıştır. Başbakan, Rasmussen ismi üzerinde üç çekince belirtmiştir. Bunlardan birisi, 2006 yılında yaşanan karikatür krizidir ve bu bağlamda Hazreti Peygamber aleyhinde yayınlanan su-i edep timsali karikatürleri Rasmussen, ifade hürriyeti çerçevesinde geçiştirmiştir. İkinci çekince ise Roj Tv’nin Danimarka üzerinden yayın yapmasıdır. Türkiye’nin daha önce yaptığı şikâyetler kaale alınmamıştır. Üçüncüsü de, Başbakan Erdoğan’ın Ramsussen’in Türkiye’nin AB’ye katılımına itiraz ettiğini hatırlatmasıdır. Bu üçüncü çekince yanlış olmuş ve Türkiye’nin elini zayıflatmıştır. Zira birçoklarının da ifade ettiği gibi bu elmalarla armutları birbirine karıştırmaktır. NATO ile AB arasında organik bir ilişki yoktur. Abdullah Gül de bu noktada Türkiye’nin çekincelerine çekinceyi veya itirazlarına itirazı haklı görmüştür. Lakin Başbakan Erdoğan’ın bu meseleyi ortaya atmasının dolaylı bir faydası olmuştur ve hâlâ bazı AB yetkililerinin meseleye hakaret bağlamından değil de ifade hürriyeti bağlamından baktıklarını göstermiş ve ispatlamıştır.
Bu bağlamda, AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, Ankara’nın, Danimarka Başbakanı Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliği adaylığına karşı çıkmasının, Türkiye AB ilişkilerini olumsuz etkileyeceğini ileri sürmüştür. Rehn, “Türkiye, çok beğenilen Rasmussen’i desteklemeyerek hata yapıyor” derken, “ifade özgürlüğü” ilkesinden söz etti ve Ankara’nın tavrının, Türkiye-AB ilişkilerini olumsuz etkileyeceğini ileri sürdü. Netice itibarıyla, Türkiye’nin çekinceleri Amerikan müdahalesiyle giderilmiştir. Obama araya girerek bazı garantiler vermiştir. Bunlar biraz da Rasmussen’in bu makama getirilmesine karşı verilmiş sus payı olarak da kabul edilebilir. İşte bunlardan bazıları: Genel Sekreter Yardımcılığına bir Türk getirilecek.. Askeri komuta kademesinde Türk varlığı artırılacak. Yine Afganistan Sorumlusu Türk olacak... Ramussen karikatür krizi ile ilgili özür dileyecek. İslâm dünyası NATO’ya giderek daha fazla şüphe nazarlarıyla bakmaktadır. Willy Claes’dan sonra yine tartışmalı bir isim genel sekreterlik makamına oturtulmuştur. İslâm dünyası NATO’nun yeni görevini Ortadoğu’yu kuşatmak olarak görmektedir. Eskiden SSCB’ye karşı müşterek Avrupa ordusu konumunda olan NATO, bu özelliğini kaybetmiş, adeta ismi olan ama cismi olmayan BOP ordusu haline dönüşmüştür veya dönüşmektedir. Bunun nedenlerinden birisi, NATO ile İsrail arasında artan ilişkilerdir. İsrail, NATO’nun görünmeyen ve gizli ortaığıdır. Jaap de Hoop Scheffer, 2005 yılında İsrail’e resmi bir ziyarette bulunmuştur. Keza Hamas’ın silahlanmasının kontrol edilmesi meselesinde NATO’nun ismi geçmektedir. Bunlardan bir kısmi fikir aşamasında olsa bile potansiyel olarak tehlikeli bir sürece işaret etmektedir. Bu hususta Türkiye’ye önemli görevler düşmektedir. İslâm dünyasıyla ilişkilerinde NATO’yu dizginlemek ve zararlarını en aza indirmek bunlardandır. Lakin genel sekreter seçimi meselesinde de görüldüğü gibi bu oldukça zordur. Yekpare yapıda Türkiye’nin konumu sırıtmaktadır.
Türkiye’nin yeni NATO bağlamında ikinci sınavı da Fransa’nın 1966’da çıkmış olduğu NATO’nun askeri kanadına yeniden dönme çabasıdır. Yine burada da Rasmussen krizine benzer bir potansiyel kriz vardır. Fransa mutad bir biçimde Türkiye’nin AB eğilimini baltalamaktadır. Türkiye de emsal politika ile Fransa’nın askeri kanada girişini baltalayacak olsa, yine Olli Rehn gibileri çıkıp Türkiye’ye oyun bozanlık yaptığını söyleyecektir. Halbuki 1980 sonrasında askeri ihtilal döneminde Yunanistan’ın 1974 sonrasında çıktığı NATO’ya yeniden avdeti noktasında Türkiye’ye itirazını çektirmişler ama verdikleri sözleri tutmamışlardır. Resmen Türkiye kandırılmış durumuna düşmüştür. Dolayısıyla Türkiye’nin kriz çıkarmama yaklaşımı neticede kerizlik yerine geçmektedir. Kriz çıkarmamak için keriz olmayı kabul etmektedir. Bu yanlış bir politikadır. Fransa’nın askeri kanada dönmesinin bir anlamı yoktur. Çıkarken aklı neredeymiş? İkinci bir Rogers planı kandırmacası yaşamayalım. Hatırlarsak: Türkiye’nin kararlı karşı çıkışları sonucunda, Yunanistan’ın NATO askeri kanadına dönüşü 1980 Eylülüne değin sürdürülen görüşmelerde sonuca bağlanamamıştır. Türkiye’deki 12 Eylül askeri darbesi sonucunda iktidara ordunun el koyması, Yunanistan’ın NATO askeri kanadına dönmesi için gereken “olumlu” ortamı sağlamıştır. Önceden NATO Başkomutanı A. Haig aracılığı ile yürütülen Yunanistan’ın askeri kanada dönüş çabaları, 1979’da göreve gelen B. Rogers tarafından sürdürülmüş ve bu çabalar, Türkiye’de ordunun iktidara el koymasından sonra ses getirmeye başlamıştır. İhtilalden bir ay sonra, Yunanistan’ın askeri kanada dönüşü için gerekli görüş birliği sağlanmış ve Türkiye, bu konudaki vetosunu kaldırarak Yunanistan’ın dönüşünü kabullenmiştir. Rogers Planı olarak adlandırılan bir plan çerçevesinde Yunanistan’ın askeri kanada dönüşü gerçekleşirken, kısa bir süre sonra, bu dönüşün, iki ülke arasındaki uzlaşmazlık noktalarını bütünüyle gidermemiş olduğu ortaya çıkmıştır. Öncelikle, Yunanistan’ın NATO askeri kanadına şartsız olarak dönebilmesini, daha sonra, iki ülke arasındaki uzlaşmazlık noktalarının giderilmesini amaçlayarak hazırlanmış olan Rogers Anlaşması, uygulanmadığı takdirde taraflara herhangi bir yaptırım getirmediği ve sadece “asker sözü”ne dayanılarak imzalandığı için, Yunanistan’da PASOK iktidarı ile başlayan yeni süreçte bu anlaşma uygulanmamış ve Yunanistan, NATO askeri kanadına dönüşünü “Türkiye’ye karşı kazanılmış bir diplomatik zafer” olarak değerlendirmiştir. Papandreu’dan sonra Sarkozy’ye de ikinci bir zafer tattırmayalım.
VAKİT