Nasların hikmeti, tedric ve maslahat

KENAN ALPAY

Herhangi bir Müslüman için faizin haramlığı hususunda en küçük bir tereddüt olmaz. İçki, kumar, fuhuş, cinayet, rüşvet, fal ve büyücülük, hırsızlık, yalan ve iftira vd. nasıl haram kılınmış, lanetle anılmış ve cezai müeyyideyi hak ediyorsa faiz için de aynı durum söz konusudur. Hatta faiz sadece bireye karşı değil bütün bir topluma karşı sistematik olarak işlenmiş bir suç olduğundan ötürü doğrudan ve defalarca “şeytan çarpmış” kişiler olarak anılırlar. İlahi Vahyi, Risalet’i ve Ahiret Günü’nü inkâr eden seküler kesimler tarafından “faiz” zaruri bir piyasa enstrümanı olarak tanımlanır ve hassaten İslami kimlik dolayısıyla yapılan muhalefet her daim alay konusu yapılır. Bu ayrışma geçmişten bugüne iman-küfür, tevhid-adalet mücadelesinin tezahüründen başka bir şey değildir.

Faizle Mücadelede Toplumsal Şartlar

Son birkaç yıldır Hükümet politikaları da faiz meselesiyle ilgili alınan indirim kararlarının döviz kurlarından başlamak üzere piyasaya olumsuz etkileri üzerine tartışmaları kaçınılmaz kılıyor. Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle keskin bir cümleyle alınan kararı ve bundan sonra izlenecek rotayı resmen ilan etti: “Benden (faizleri düşürmekten) başka bir şey beklemeyin. Bir Müslüman olarak naslar neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim. Hüküm bu.” Evet, İlahi Vahiy ve Risalet açıkça faizle mücadeleyi teşvik ederken iman ve adalet duygularına sahip bir insanın bu tür emirlere bigâne kalabilmesi mümkün değildir. Faizi meşru kılacak bir hükmü bilmiyoruz. Peki, faizle mücadelenin usulü, üslubu ve toplumsal şartları nasıl inşa edilir? Şöyle söyleyelim: Faizle mücadele mevcut siyasi, ticari şartlardan bağımsız olarak üretim-tüketim dengesini hesaba katmaksızın veya toplumu ezen diğer piyasa enstrümanları hesaba katılmaksızın emir-komuta zinciriyle mümkün kılınabilir mi? Yani İslam’ın emir ve yasakları ikna ve tedric yolunu mu benimser yoksa tecebbür ve aciliyet yolunu mu tercih eder?  

Devletin, sermaye ve iş çevrelerinin olduğu kadar çalışanların, emeklilerin hatta işsizlerin dahi faize bağımlı kılındığı yapısal tercihler ve uzun süreçlerin akabinde faizin haramlığını, yıkıcılığını, sömürüyü kalıcılaştırdığını hatırlatmak hepimizin üzerine bir vecibe. Faizin üretimi, bereketi, adaleti nasıl sabote ettiğini ısrarla gündemde tutma zarureti aşikârdır. Lakin faizle mücadele uzun ve zorlu bir yoldan geçebilecek bir donanımı, sabrı ve en önemlisi toplumsal dayanışmayı mecbur kılmaktadır. Bu donanımın siyasal diskurlar, popüler isimler tarafından verilen beyanatlar veya rüzgârgülü olarak anılan her dönemin adamları tarafından teatral fedakârlık pozlarıyla elde edilmesi mümkün değildir. Önce devlet, siyaset ve bürokrasi bütün çelişkilerden arınmalı, faizi mümkün kılan bütün işleyişi tersine çevirmelidir. Kamu bankalarının düşük faizleri özel bankalar üzerinden ikiye katlanmaya devam ettikçe, devlet gecikme faizi başta olmak üzere alacakları üzerinden toplumun üzerine abanmaya devam ettikçe bu yolda mesafe kat etmek nasıl mümkün olabilir ki?  

Üzerinde durulması gereken bir diğer konu da faiz gibi üretimi, ticareti ve toplumu sömüren başka araçların varlığıdır. Elbette asgari ücret hususunda gelir ve damga vergilerinin kaldırılmasına ilaveten alınan karar ileri bir karardır. Lakin mevcut karar alındığı andan itibaren verilen ücretin alım gücünü artan döviz fiyatlarının ne kadar hızlı düşürdüğünü de ifade etmek durumundayız. Enflasyon büyük bir canavar gibi toplumun geniş kesimlerini köşeye sıkıştırıyor ve geleceğe dair ümitlere darbe üstüne darbe vuruyor. Merkez Bankası’nın politika faizlerini düşürmesi yolunda atılan hemen her adım toplumda paniğe sebep olacak kadar dolar-euro kurunu tırmandırıyor daha doğrusu TL Euro-dolar ve altın başta olmak üzere hemen bütün para birimleri karşısında hızla değer kaybediyor. 

İktisadi ve Toplumsal Şartların Uygunluğu

Faiz-döviz kuru arasındaki makas açıldıkça geniş toplum kesimleri ve iş dünyası açısından panik ve belirsizlik havası iyice koyulaşma eğilimine giriyor. Evet, faiz Merkez Bankası’nın belirli aralıklarla aldığı kararlar doğrultusunda birer puanlık düşüşlerle pek yakında sıfırlanacak belki. İyi ama ülkenin para birimi olan TL’nin alım gücünü şiddetle sarsan, acze düşüren ve toplumu elindeki avucundakiyle altın veya yabancı para birimlerine yönelten bu türden bir “faizle mücadele” yöntemi acaba İslam’ın öngördüğü bir iktisat modeline mi tekabül etmektedir?

Bütün değer ve sembolleriyle beraber İslam’ı kamusal hayattan silip atmaya ahdetmiş seküler-ulus devlet sisteminde faizle mücadele son derece değerli ve takdir edilecek bir atılımdır. Bununla beraber faizden kaçınırken enflasyona, devalüasyona, yakıcı hayat pahalılığına, üretim ve tedarik zincirinin kırılmasına veya ülke ve toplumu ucuz iş gücü derekesine indirgeyecek yöntemlerden de ateşten kaçar gibi kaçmak aklıselim olmanın, mü’mince maslahatı gözetmenin gereğidir. Yeni bir ekonomi modeline ihtiyaç olduğu, ülkeyi Amerika ve AB’ye bağımlı kılan çarkların muhakkak surette kırılması gerektiği tartışma dışıdır. Mesele Türkiye’nin yeni bir modele geçerken muhtaç olduğu altyapıyı hazırlayıp hazırlamadığı yönündeki tartışmalarda yatmaktadır. Söz konusu edilen yeni modeli toplumun, üretim ve ticaret mekanizmalarının nasıl taşıyabileceği, devletin bu süreci ne oranda adaletle ve istikrarla finanse edebileceği doğrultusunda henüz etraflıca izahlar, müzakereler ve yol haritaları görülmüyor maalesef.

Seküler-ulus devlet toplumu modern hayat adı altında bütün ahlaki değerlerden uzaklaştırıp zevk, şatafat, gösteriş, şehvet ve sınırsız tüketim kültürüne adapte etmek üzere bütün imkânlarını seferber etti. Toplumsal bozulmayı gazete haberlerinden, ekranlara yansıyan sansasyonel tartışmalardan da takip etmek ne kadar derinden sarsıcı olsa da zor değil. Birkaç istisna hariç sadece faiz değil içki, kumar, fuhuş, fal ve büyücülük, yalan, gösteriş, kibir gibi her türlü günahın teşvik edildiği bir medya düzeninde “hüküm bu” diyebilmek büyük bir cesaret ve ileri adımdır elbette. Ancak her emir ve yasak bir hikmete, her hikmet bir toplumsal ikna, tedric ve maslahata dayanmaktadır. Faizle mücadelede atılacak yanlış adımlar sonucunda çıkacak ağır faturanın İslam’a kesilmemesi için çok hassas davranmak, parçacı ve konjonktürel değil bütünlüklü ve kuşatıcı bir strateji kurmak esastır.

Yeni Akit