Nasıl yani?

AB'nin daha ilk günden kapatma davasına gösterdiği ciddi tepkinin kapatma ya da hiç değilse "terbiye etme" yanlılarını şaşırttığını söyleyebiliriz.

Tam da parti kapatmanın Batı demokrasilerinde de uygulanan bir kural olduğunu, demokrasinin kendisini koruyabilmesi, demokrasi düşmanlarıyla mücadele edebilmesi için benzer davaların bu diyarlarda da açıldığını tekrarlamaya başlamışken bu sert tepkiler de neyin nesi idi. AB yetkilileri Almanya ve İspanya'da kapatılan partileri (ve hatta AİHM'nin Refah Partisi"nin kapatılmasına ilişkin kararı) ne çabuk da unutmuşlardı...

Hazin bir durum tabii ki... Avrupa Birliği de "laiklik karşıtı fiillerin odağı haline gelmek"le suçlanamayacağına göre, "laiklik"i neredeyse dünya sathında savunmaya talip olmaya hazırlanan bir ruh halinin hazinliği... (Aslında iddialı konuşmamak lazım; bir de bakmışsınız ki bu suçlama AB'ye yönelik olarak da dile getirilmeye başlanmış. Olur mu olur yani...)

Peki, sadece ülkeye değil giderek dünyaya "laiklik" dersi vermeye hazırlanan bu zihniyet, - gönüllü ya da gönülsüz olarak – neyi, hangi hususu atlıyor, görmüyor ki, bu "hazin duruma" düşüyor?

Tabii ki pek çok nedeni var bunun; ama bana göre bu nedenlerin başında doğru tarifi ve dolayısıyla doğru rol ve işleviyle "Siyaset"i tanımaması, tanımak istememesi gelmektedir. Her fırsatta "düşmanlarına karşı kendisini savunduğu" hatırlatılan Batı demokrasilerini kuran asıl gücün "Siyaset"in teori ve pratiği olduğunu, "demokrasinin iki öznesi" diyebileceğimiz "birey" ve "kolektif özne"den birisinin dışlanarak ne "hukuk devleti"nin ne de "demokratik hukuk sistemi"nin inşasının mümkün olmadığını kabule yanaşmamasıdır. Dolayısıyla, "hukukun üstünlüğü" ilkesine yaslanarak AKP'nin kapatılma ihtimalini soğukkanlı olarak tartışabilenler, açıkça demokrasi karşıtıdırlar.

AB'den gelen sert tepkilerin bazı çevreleri şaşırttığını söylüyordum.

O zaman ne yapmalı ki bu tepkiler yumuşatılsın, hatta mümkünse yoldan çıkarılsın?

Biliyorsunuz; "demokraside çare tükenmez" demek yetmez. Aynı zamanda "demokrasi karşıtlarında da çare tükenmez."

"Misal?"se işte misal:

Hürriyet gazetesinin dünkü ana sayfa manşeti işte tam da böyle bir "çare". Okuyana tam da "Nası yani?" dedirten cinsten bir çare.

"Mahalle baskısına AB ayarı" diyor gazete. Yani: "AB ülkeleri büyükelçileri, AB Komisyonu Başkanı Barroso ile Genişleme Komiseri Rehn'in, AKP hükümetine 'mahalle baskısı önlenmeli' mesajı vermeleri için ortak tutum belirledi."

Bu haberi nasıl anlatmalı.

Herşeyden önce habere hâkim olan şu hava: AB ülkeleri büyükelçileri 10-12 Nisan'da Türkiye'de olması beklenen Barroso ve Rehn'e karşı isyan bayrağını açmış bulunuyorlar!

Barroso ve Rehn'in Türkiye ziyaretinin nedeni malum; ama gazete "isyancı" büyükelçilerin bu iki önemli AB yetkilisine, hükümete iletilmek üzere özellikle şu mesajın verilmesini istediklerini yazıyor: "İnsanların başını örtme özgürlüğü olduğu kadar örtmeme özgürlüğü de bulunuyor."

Nası yani?

Diğer iki önemli mesaj da şöyle: "Türkiye'de yaşanan gerginliğin siyasi olarak çözümünde iktidara büyük görevler düşüyor." / "Parti kapatma doğru bir yöntem değil. Ancak hükümet de toplumda kendisiyle ilgili artan endişeleri görmeli."

Nası yani?

Bu "mesajlar"a haberin iç sayfadaki manşetini ("'Ben istersem olur'dan vazgeçin") ve haberin göbeğine yerleştirilen patlangacı da ("AB'den hükümete çağrı") eklerseniz, Hürriyet okurlarının zihninde "AB ve AKP'ya kapatma davası" konusunda nasıl bir tablo canlanabileceğini rahatlıkla tahmin edebiliriz.

Ne diyelim, bu da bir "yöntem".

Yeni Şafak gazetesi