Cevabı merak ediyor olabilirsiniz, ama inanın ben de bilmiyorum. Milliyet'ten Taha Akyol yakıştırmış, olmuşum. Geçen hafta Haber 24'te katıldığım bir programda yaptığım bir konuşmadan bu sonuca varmış Sayın Akyol. 'Uluslararasılaşmanın bir gereği olarak federalizmi' savunmuşum Kürt açılımı bağlamında.
Kayıt düşmekte fayda var: Federalizmi savunmadım, federasyonun uluslararasılaşmanın, yani dünya ile bütünleşmenin gereği olduğunu da söylemedim. Üniter devlet söyleminin arkasına saklanarak ifade özgürlüğünü sınırlamaya kalkışanlara ve tartışma kapatıcı bir hegemonya kurmaya çalışanlara karşı ulus-devletin de üniter devletin de tabu olmaması gerektiğini anlattım. Üniter devletin karşıtının federal devlet olduğunu, federal devletin de devletsizlik değil, hâlâ bir devlet olduğunu söyledim.
Burdan Kürt sorununun çözümü için federal bir model önerdiğim çıkar mı? Çıkmaz. Tabii ki her şey konuşulabilir, tartışılabilir, federasyon dahil. Bunu yirmi yıl önce rahmetli Turgut Özal da söylemişti. Sanırım Sayın Akyol hatırlıyordur. Yoksa Özal da bir federalist miydi?
Uluslararasılaşma ile federalizm arasında bir bağlantı yok tabii ki. Ben de zaten böyle bir şey söylemedim. Söylediğim, küresel ağların, ilişkilerin klasik ulus-devlet anlayışını dönüşüme zorlaması.
Anlamadığım şu: Taha Akyol federal bir devletin iyi olmadığını neden 'benim federalistliğim' üzerinden yapıyor. Ulus-devlet meselesine gelirsek... 'Ulus-devlet bir hikâyedir', evet; bir 'narrative'dir. Dahası, gökten inmemiştir, tarihseldir. Ulus-devlet 'ilelebet' tek siyasal birlik ünitesi değildir. Dün yoktu, bugün var, yarın olmayabilir. Ulus-devletler çağında şehir devletler de imparatorluklar da yaşayamadı. Muhtemel bir 'ulus-devlet sonrası' siyasal örgütlenme biçiminde de mevcut ulus-devlet modelleri devrini tamamlamış olacaklar. Kim bilir?
Bu hipotetik durumun ötesinde, bu 'siyasal birlik modeli' statik de değildir; dönüşüyorlar. Bugün, siyasal birliğini etnisite ile değil hukuk devleti zemininde yurttaşlıkla tanımlayan ulus-devletlere ulaştık.
Ulus-devletler çağında yaşıyoruz hâlâ, ama bu ulus-devletlerin güçlü, güvenli ve müreffeh olanları 'demokratik, çoğulcu ve özgürlükçü' siyasal mekanizmalar kurabilenleri. Yani, modern ulus-devletler için aslolan egemenliğin tekliği, merkeziliği ve paylaşılmazlığı değil.
Dahası, egemenliğin ulus-üstü yapılar tarafından paylaşıldığı bir dünyadayız. Uluslararası normlar ulus-devletin egemen alanları olan yasamayı da, yürütmeyi de, yargıyı da bağlıyor. Bağlamıyor diyenler Kuzey Kore oluyor.
Yani mutlak ve tekil bir egemenlik yok. Bunu kimse de empoze etmiyor; ulus-devletler hukuk, ekonomi ve toplumsal tazyikler karşısında 'egemenliklerini' yerel ve küresel aktörlerle paylaşıyorlar.
Ancak 'bizim ulus-devletçiler' epeyce geride. 19. yüzyıldan kalma türdeş bir ulus, mutlak bir egemenlik ve otoriter bir siyasete yaslanan ulus-devlet istiyorlar. Onlara göre küreselleşme de, AB üyeliği süreci de, demokratikleşme ve açılım da ulus-devleti aşındırıyor.
Mevcut Türkiye bile ulus-devleti ağzına pelesenk yapanlar için sulandırılmış bir ulus-devlet. Haksız değiller; AB'ye tam üye değiliz ama, gümrük birliği üzerinden ulus-üstü kararlarına muhatabız. Anayasa'mızda uluslararası insan hakları normlarının ulusal hukuktan üstün olduğu yazıyor. Uluslararası tahkim yasasıyla yabancı yatırımcıları kapsayan anlaşmazlıkların Türk hukuk siteminin dışında çözümlenebileceğini kabul etmişiz. BM ve Avrupa işkencenin önlenmesi sözleşmeleriyle uluslararası uzmanların cezaevlerini denetlemelerine kapı açmışız. AİHS ile insan hakları ihlallerine karşı uluslararası yargı yolunu açmış, mahkemenin yargı yetkisini kabul etmişiz. Kısaca 'ulusal alan'ı uluslararası gözetim ve denetim mekanizmalarına açmışız.
Bunlar bile fazla geliyor. Türkiye'nin sadece Ankara'dan yönetilmesini isteyenler 'ulus-devlet elden gidiyor, üniter devlet yıkılıyor' yaygarasını basıyorlar. Onların derdi 'ulus' değil; tepesinde bulundukları 'devlet'e bir şey olmasın istiyorlar. Üniter devletten anladıkları ise 'üniformalı devlet'.
İyi de Taha Akyol'a ne oluyor?
ZAMAN