Nasıl bakarsanız öyle görürsünüz: Aslında hepimiz mülteciyiz

Ahmet Emin DAĞ, mülteciliğin kökenleri hakkında aklımızdan çıkarmamamız gereken gerçekleri vurguluyor.

Ahmet Emin DAĞ / İnsicam Dergisi

Nasıl bakarsanız öyle görürsünüz: Aslında hepimiz mülteciyiz

Tarihte olduğu gibi günümüzde de geniş insan kitleleri, ırkı, dini, milliyeti veya belli bir sosyal gruba mensubiyeti gibi nedenlerle yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalıyor. Bu insanlar “mülteci”, “ülkesinde yerinden edilen kişi” veya “vatansız” gibi kavramsal statülere tabi tutularak sığındıkları bölgelerde yaşamaya çalışıyorlar. İçinde bulunduğumuz uluslararası konjonktür, kaçınılmaz olarak mülteci üretiyor.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da geniş insan kitlelerinin yer değiştirmesi sonucu düzenlenen 1951 Cenevre Mülteci Sözleşmesi’ne göre, “ırkı, dini, belli bir sosyal gruba mensubiyeti gibi nedenlerle yaşadıkları yerleri terk edip farklı bir ülkeye sığınan kişiler” mülteci olarak tanımlanıyor ve ancak “mülteci” olarak tanımlanan kişiler yasal koruma alarak sığındıkları ülkede yaşamlarına devam edebiliyorlar. Ancak günümüz dünyasında, resmi mülteci statüsü alamayan milyonlarca kişi, farklı ülkelerin sınırlarında, ara bölgelerde veya sığındıkları ülkelerde gayri insani şartlarda yaşam mücadelesi veriyorlar.

İslam tarihine baktığımızda, İslamiyet’in ilk yıllarında Mekke’ye sığınan muhacirlere Medineli Müslümanların kucak açtığını; muhacirlerin sosyal, hukuki, ekonomik tüm ihtiyaçlarının giderildiğini ve güvenliklerinin emniyet altına alındığını düşününce insanlığın bu modern dönemde ne kadar ironik bir durumda olduğu daha net anlaşılıyor.

Medine örneğinde görüldüğü gibi, İslam geleneği yaşadıkları yerleri terk edip kendisine sığınan bir fert veya toplumu, kendi toplumunun asli bir unsuru gibi kabul etmiş; yaşadıkları yerleri terk ederek kendisine sığınan herkesi “muhacir” veya “yolda kalmış” olarak tanımlayıp can ve mal güvenliğini garanti altına almıştır.

Aslında içinde bulunduğumuz Anadolu coğrafyası da Osmanlı sonrasında yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalan yüzbinlerce “muhacire” kapılarını açmış ve tıpkı İslam tarihindeki gibi ensar-muhacir karışımıyla kendi toplumsal dokusunu oluşturmuştur.

Bu ilkesel yaklaşım bir yana, pratik olarak karşılaşılan sorunlarda göç olgusunu şekillendiren önemli sorun alanlarına işaret etmektedir. Yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalan biri için öncelikli olarak gıda, barınma, sağlık ve eğitim gibi ihtiyaçları ortaya çıktığı için bunların karşılanması temel mesele haline gelmektedir. Bu yüzden muhacirlere yönelik çalışmalarda asıl hedeflenen, onların yaşam koşullarının normalleştirilmesi olsa da ev sahibi toplum için bunun yükünü omuzlamak her zaman kolay olmayacaktır.

Tüm onarıcı çözümler bir yana, sorunun temeline inildiğinde dünya üzerinde mülteciliğe zemin hazırlayan krizler çözülmeden mültecilik sorununun önüne geçilemeyeceğinden, göç sorununa çözüm aslında göçü hazırlayan temel problemlerin ortadan kaldırılmasından geçmektedir. Oysa bugün ülkemiz dahil birçok aktör, sebepleri ortadan kaldırmaya gücü yetmediği için göçün sonuçlarıyla mücadele etmektedir. Uluslararası kurumların önceliği aslında göçü ortaya çıkaran koşulların ortadan kaldırılmasına yönelik olmalıdır.

Günümüzde milyonlarca kişinin yaşadığı yeri terk etmesinin temel sebebi; savaş, işgal ve doğal afetler olduğundan bu temel sorunları kaynağında çözümlemeden göç sonrası sorunlara çözüm üretmenin daha zor olduğu da bir gerçektir. Bugün, Ortadoğu, Uzakdoğu, Doğu Afrika ve Orta Asya ülkelerinde, yaşadıkları bölgelerdeki siyasi krizler nedeniyle ülke içerisinde veya dışarısında yer değiştiren kişilerin sayısı 80 milyonun üzerindedir.Yakın geçmişte çevre coğrafyalarda cereyan eden siyasi hareketliliklere baktığımızda, Bosna, Çeçenistan, Kosova, Irak, Filistin, Afganistan, Somali ve Suriye gibi bölgelerde yaşanan savaş ve işgal süreçlerinin milyonlarca mülteci ürettiğini görüyoruz. Ancak yakın dönemde küresel sosyo-ekonomik dengesizliklerin yol açtığı ekonomik göçler de siyasi krizlerden daha az değildir. Özellikle Afrika ve Asya’nın fakir toplumları her gün dünyaya binlerce ekonomik göçmen göndermektedir.

Yerinden edilen bugün 80 milyonu aşkın kişinin yarısından fazlası, yasal mülteci olmadığı için gayriinsani şartlarda yaşamak zorundadır. Mülteci konumuna düşmüş kişiler, yetimler, dullar, tüm mağdur kişiler suistimale açık şartlarda hayat mücadelesi veriyor. Mülteciler, desteklenmedikleri takdirde organ mafyaları, misyoner kuruluşlar, insan tacirleri gibi gruplar tarafından suiistimal edilebiliyor; uyuşturucu bağımlısı olabiliyor, suç şebekelerine dahil edilebiliyorlar.

Mültecilerin istismarının engellenmesi, yaşam koşullarının normalleştirilmesi, kendilerine yeterli hale gelmeleri, mağduriyetlerine neden olan siyasi durumların çözüme kavuşturulması konusunda profesyonel ve kurumsal çalışmalar geliştirilmesi kaçınılmazdır. Yukarıda da bahsi geçtiği gibi, iç savaş, işgal, doğal afet, çatışma, insan hakları ihlalleri gibi nedenlerle her gün yüzlerce kişinin mülteci olduğu dünyamızda; mültecilik sorununun çözümü için yapılması gereken, insanları yaşadıkları yerleri terk etmeye zorlayan koşulların ortadan kaldırılmasıdır. İnsanları sınır kapılarında, ara bölgelerde, sığınılan ülkelerde, iç hukuk ve uluslararası hukuk kurallarından kaynaklanan sorunlarla yüz yüze bırakmak yerine; kriz yaşanan bölgelerde istikrarın sağlanması, bu bölgelerin kalkındırılması, bu bölgelerde insan hayatının ve insan haklarının korunduğu bir ortamın oluşturulması gerekmektedir.

Çözümü kaynağında bulma şansı kalmayan durumlarda ise kapımıza gelmiş bulunan yüzbinlerce sığınmacının hukukunu, uluslararası fırsatları da kullanarak korumak dışında bir seçenek bulunmuyor. Bu anlamda Müslümanların önemli çözüm yaklaşımlarından biri ırkçı ve şovenist söylemlerin etkisiyle oluşturulan sığınmacı karşıtı söylemle mücadele etmek olmalıdır. Muhacir karşıtı söylemler sadece “yabancı” sayılan insanlara karşı bir suç teşkil etmenin ötesinde ülke içinde de gerilimi artıran bir toplumsal soruna dönüşmektedir.

Bugün ana akım medyada fazla gündem olmasa bile sadece Avrupa’da değil kendi ülkemizde de misafir olarak bulunan insanlara karşı ırkçı saldırılar azımsanmayacak boyutlara gelmiştir. Birçoğu kriminal vakıa olarak kayıtlara geçse bile, ırkçı saiklerle yabancılara yönelik işlenen suçların sayısı yıldan yıla katlanmaktadır. Resmi otoriteler bu konuda elinden geleni yapmakla birlikte, toplumun kılcal damarlarındaki yabancı karşıtlığının önüne geçme konusunda daha fazla gayret sarf etmek gerektiğine kuşku yoktur.

Ülkemizde ekonomik anlamda her şeyin yolunda gittiği dönemlerde fazla dikkat çekmeyen göçmenler meselesi, daralmaların yaşandığı son birkaç yıldır daha fazla sorun halini almış görünüyor. İçinde bulunduğumuz koşulların tüm suçlusu olarak ülkemize sığınmış kadın ve çocukları gören bir yaklaşım, sağlıklı olmadığı gibi çözüme de hizmet etmemektedir.

Tersinden düşünüldüğünde ülkemiz aslında Arap ülkelerinden zenginlerin de göç ettiği bir yer olduğunu göz ardı etmemek gerekiyor. Yani, pandemi dönemi ve sonrasında yaşanan piyasa daralmasında, ülkemize en fazla yatırım ve emlak ticareti yapanlar yine yabancılar olmuştur. Bu da bize her yabancının aslında yük getirmediğini tersine birçok sektörün ayakta kalmasına yardımcı olduğunu göstermektedir. Hatta ülkemizde yaşayan yüzbinlerce muhacire, her ay Avrupa’daki akrabaları tarafından milyonlarca avro havale gönderiliyor olması, Türkiye ekonomisine artı bir katkı olarak dahi yorumlanabilir.

Göçmen veya muhacir her ne olarak isimlendirirsek isimlendirelim, bu toprakların güvenli iklimine kendini atmış bulunan her Müslüman için buranın bir umut kaynağı olmaya devam etmesi gerekmektedir. Maddi anlamda bir bedeli olmakla birlikte, gerçekler bize bunun çok büyük bir bedel olmadığını hatta bir trilyon dolara yaklaşan yurt içi hasılası içinde bahsetmeye dahi değmeyecek bir rakam olduğunu göstermektedir.

Tüm bu gerçekler bir yana, tüm maddi gerekçeler bir yana, bizim zihnimizde bir takım kavramların ve olguların temiz kalması gerekiyor. Unutmayalım, birkaç göbek geriye gittiğimizde, bu topraklara bizim de muhacir olarak geldiğimiz gerçeği yüzümüze çarpabilir.

Yorum Analiz Haberleri

Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango
Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!