Namerdin helal sütü

Etyen Mahçupyan

-Koşaner'in internette kamuoyuna sunulan kaseti, askeri yetkililerin kendilerini en çok ilgilendiren konuda bile hâlâ durumu idrak edemediklerini ve kontrolü ne denli kaybettiklerini anlamadıklarını gösteriyor.

Askeri en çok ilgilendiren, 'hayati' konu, yanlış askeri kararların alınması veya bunların toplum tarafından bilinmesi değil. Hatta bu yanlışların sızması da değil. Sonuçta bunların hepsi 'performans'... Bir şekilde açıklaması yapılır ve uygun bir konjonktürde zararlar telafi edilebilir. Ama bunu gerçekleştirebilmek için 'sağlam', ideolojik ve siyasi bütünlüğe sahip bir yönetim kademesine sahip olmak gerekir. Oysa yaşanan her olay bu kadronun eridiğini gösteriyor. Nitekim Koşaner konuşmasında şöyle demiş: "Bir de maalesef içimizde helal süt emmemiş arkadaşlarımız da çıktı. Maalesef onu da bulamıyoruz."

Bilgi sızdıranların bulunamaması bu kişilerin artık ideolojik ve siyasi olarak da ordu 'geleneğinden' uzaklaştıklarını gösteriyor. Koşaner'in bu konuşmasının sadece belirli ve güvenilir ordu mensubu karşısında yapılmış olması gerektiğini dikkate alırsak, komuta kademesinin de hızlı bir ideolojik erime içerisinde olduğunu öngörebiliriz. Ancak Koşaner'in bu cümlesindeki en ilginç nokta, muhakkak ki 'helal süt' metaforu. Koşaner'e göre askerin hatalarının kamuoyuna çıkmasına aracı olanlar 'helal süt emmemiş' kimseler. Anlaşılan asker açısından 'helal süt emmek' orduyu toplumdan, askerin çıkarlarını vatandaşın çıkarlarından daha üstün tutmayı ima ediyor. Diğer bir deyişle 'helal süt' emmiş olmak, açıkça yalan söylemeyi, toplumu kandırmayı gerektiriyor. Burada epeyce kendine özgü bir etik anlayış görüyoruz... Otoriter zihniyetin bariz bir dışavurumu olan bu anlayış, kendisini ontolojik olarak doğru ve üstün gören bir kurumun, korunmak ve gücünü sürdürmek üzere her türlü etik dışı aracı kullanmayı meşru bulduğunu ortaya koyuyor. Yapılan iş ahlaka aykırı olarak algılanmıyor, çünkü 'ahlak' ancak askerin mutlak üstünlüğünü kabul ettiğiniz andan itibaren oluşuyor. Böylece nasıl siyaset üstü bir ordunuz varsa, aynı şekilde 'ahlak üstü' de bir ordunuz oluyor. Sonuçta 'ahlaklı' asker, doğruyu savunan biri olmaktan çıkıp, ordu için doğru olanı savunan ve bu uğurda 'doğal' olarak yalan söyleyen biri haline geliyor.

Bunun basit adı yozlaşmadır ve Türkiye'nin ordusu Cumhuriyet'in öncesinden başlayan bir süreç içerisinde bu hastalıktan muzdarip. Nitekim Koşaner 1. Ordu'daki seminerin içeriğinden şikayetçi değil... Seminerin tutanaklarının tümüyle imha edilmesine ve kendilerinin içerik konusunda bilgisiz bırakılmalarına da itiraz etmiyor... Şöyle diyor: "Bizi üzen taraf... Seminerle ilgili neyimiz var neyimiz yok çaldırmışız. Esas rezalet bu!... Balyoz'un hikâyesi bu!" Koşaner için 'balyoz' bir darbe girişimi, hukukun ihlali değil. Onlar açısından darbe girişimleri zaten hukuk ihlali anlamına da gelmiyor, çünkü asker aynı zamanda 'hukuk üstü' olan da bir teşkilat. Kendi hukukunu yaratarak ve hatta o çerçevede yazılan 35. Madde gibi maddelerin bile özünde sadece şekilsel olduğunu içselleştirerek siyaseti yöneten bir teşkilat... Dolayısıyla asker için 'balyoz', toplum karşısında yaşadıkları zafiyetin adı. Bu nedenle de askerin yaşadıklarından bir şeyler öğrenmesi pek kolay değil. Her yaşanan onlara kendi zaaflarını hatırlatıyor ve reform yönünde değil, aksine içe kapanarak refleks verme ihtimalini güçlendiriyor.

Ordunun reformu bu kuruma atfedilen ideolojik üstünlüğün kırılmasıyla yaşanacak. Bu ise sadece siyasetin becerebileceği bir şey değil. Çünkü bu ülkede yozlaşmanın temeli devlet/millet bütünlüğü kavramıyla ilişkili ve halen epeyce yaygın bir anlayış. Söz konusu bütünlük, milleti homojenleştirmekle kalmıyor, devleti de bir sabite üzerinden tanımlamayı gerektiriyor. Siyasetin oynaklığı ve değişkenliği karşısında devletin ordu tarafından temsili ve milletin 'Türk' niteliği bir araya geldiğinde ise, ordu 'Türklüğün' taşıyıcısı ve sözcüsü haline geliyor. Bu konumun siyaset, ahlak ve hukuk üstü olması çoğu kişiye yadırgatıcı değil... Çünkü geçmişten kalıntı, ruhlara işlemiş bir beka sorunu var. Ama ordunun gücünü ve yozlaşmasını tetikleyen unsur bu beka meselesinin, özgüveni olmayan, küçüklük kompleksi aşılanmış bir toplum yaratılması ve ona 'millet' denmesiyle desteklenmiş olması.

Bugün ordunun gizli çamaşırlarının bir çorap söküğü gibi dökülmesinin ve reform yolunun açılmasının tek bir nedeni var: İçi boş 'millet' kavramını topluma dönerek yeniden oluşturmak isteyen, özgüveni giderek artan ve böylece 'beka' hayaletinin anlamsızlığını fark eden yeni bir toplumsal sentezin aktörleşerek ortaya çıkması.

Galiba herkesin şu soruyu kendisine samimi olarak sorması lazım: Koşaner "maalesef namerdin eline malzeme verdik. Tüm planlar tüm teferruatıyla milletin elinde şimdi" derken acaba 'namerd'den kimi kastediyordu? Planları yayınlayan gazeteleri mi? Yoksa elinden kaçmakta olan 'milletin' kendisini mi?

ZAMAN