Faruk Beşer, Yeni Şafak gazetesindeki yazısı:
Kullaştıran ve ilahlaştıran bireyselliklerin orta noktasında insana yaraşır gerçek şahsiyet/kişilik vardır demiştik. Bu durumu kendi gözlemlerimle misallendirmek istiyorum.
Çocuk eğitimiyle başlayalım. Bizim geleneksel (İslami değil) kültürümüzde çocuğa fazla söz hakkı tanınmaz. Konuşursa azarlanır. Ona, çocuk susar ve dinler diye telkin edilir. Sonuçta çocuğun kişiliği bastırılır, kendini ifade edemez, pısırık ve utangaç olur. Modern Batı’da ise genellikle bu tefritin zıddından söz edilebilir. Çocuğa aşırı bir özgüven verilir ve herkesten bağımsız, bencillik doğuran bir bireysellik aşılanır. Biraz sonra çocuk annesini babasını ve ailesini dahi tanımaz olur. Aile mefhumu oluşmaz. Oysa sağlam bir şahsiyetin/kişiliğin oluştuğu yer ailedir. Orada bu denli aşırı bireysellik olmamalıdır. Aksi olmalıdır:
Düşünceye saygı, fikir alışverişi, hoş sohbet ailede başlamalıdır. Yemeği beraberce ve sohbet ederek yeme yabancılaştıran bireyselliğin önemli bir engelidir. Herkes bir köşede bir şeyler atıştırıp odasına kapanıyorsa o aile bir İslam ailesi olma özelliklerinden önemli birisini taşımıyor demektir. Sanırım bu konuda asıl görev babanındır. Baba kendi gördüğü baskıyı çocuklarına aktaran, korkulan ve kaçılan birisi olmamalıdır. Çocuklar anne babayla birlikte olmayı bir zevk ve şans olarak görmelidirler. Modern zamanlarda İslam ailesinin asıl derdi budur.
Malezya’da bulunduğum yıllarda Müslüman Malay ailesinin bu konuda bizden çok daha yabancılaşmış olduğunu görmüştüm. Kapı komşumuz bir üniversite hocasıydı, aynı zamanda bir caminin Cuma hatipliğini yapıyordu. Yani dini bilgileri olan kültürlü bir Müslüman aile idiler. Komşuluk ilişkisi kurabilmek için hanıma, bildiğin birkaç kelime ile komşunun hanımını çaya davet et, bir akşam oturup tanışalım dedim. Bir iki teşebbüsü olduysa da başaramadı. Bak ben nasıl beceririm diye bir Cuma saati hocanın çıkmasını bekledim ve ben de tam o anda çıkıp selam verdim. Cumaya gidiyorsanız beraber gidelim dedim. Buyurun dedi ve onun arabasıyla gittik. Yolda tanışma faslı oldu ve onu ailece tanışmak için akşam çaya davet ettim, bir Türk kahvesi içelim dedim. İyi olur, düşünelim gibi sözlerle beni geçiştirdi. Ve girişimlerimiz hep akim kaldı. Sonra anladım ki, Malay ailesinde bir beraberlik yok. En Müslümanında bile ailenin her ferdi çalışıyor ve herkes akşam eve dönerken köşe başlarında çokça bulunan hazır yemek satıcılarından canının istediğini alıyor, eve gelip odasına çekiliyor ve kendi başına yiyor. Fakültedeki oda arkadaşım olan Malay hocayı da birkaç kez eve yemeğe davet ettim. Her defasında beni bir mazeretle atlattı. Çünkü benim davetim, arkasından onun da davetini gerektiriyordu ve onun bunu hanımına anlatması zordu. Burada asıl kötü olan davet etmemek ya da davete icabet etmemek değil, aile içerisinde bir dayanışmanın bulunmamasıdır. Bu durum Batı tarzı bireyselleşmenin sonucudur.
Bu açıdan ailede namazların beraber kılınması çok önemlidir. Baba camiye gitmiyorsa evde namazı cemaatle kıldırmalıdır. Kılabilen herkes zevkle, isteyerek namaza iştirak etmelidir. Bu, çocuğa verilecek din eğitiminin de temelidir. Hep söylüyoruz, çocuk temel akide ve din eğitimini aileden alır. Kalıcı olan budur. İmam hatip okulları ya da Kur’an kursları bu fonksiyonu göremez. Onlar daha çok öğretim içindir, bilgilenmek içindir, eğitim için değildir.
Cemaatle namaz yabancılaştıran ve ilahlaştıran bireysellik için sadece ailedeki bir etken değildir. Camideki namazlar da böyledir. Mescitlerin belli edepleri ve kuralları vardır. Bir araya toplanma bile başlı başına olumsuz bireyselleşmenin bir antitezidir. Camide herkes önce tek tek sünnetleri kılar, sonra müezzininin komutuyla imamın arkasında saf tutulur. Herkes bağımsız bir kişiliğinin ötesinde Allah’a giden yolda bir öndere tabi olur ve herkesle omuz omuza daha büyük bir birlik ve kişilik oluşturur. Burada bencilleştirici ve yabancılaştırıcı bireyselliği önleyen çok önemli bir sünnet vardır. Resulüllah Efendimiz namazda safların sık tutulmasını ve omuzların birbirine değmesini tavsiye eder. Saflar arasında açıklık kalırsa araya şeytanın gireceğini söyler. İlk bakışta bu anlamsız gibi görülebilir. Ama dikkat edilirse cemaatle namaz kılarken dahi yanındakine değmek istemeyen, hep biraz mesafeli duran insanlar bir ölçüde diğerlerinden kopmuş, olumsuz anlamda bireyselleşmiş insanlardır. Bu yakınlaşma, cemaati birbirine kaynaştıran ve birlik içinde sevgi ve ilgi oluşturan önemli bir harekettir.