İnsanın hayata son vermesinin farklı dereceleri var. En üst ve şerefli derecesi şehadettir. Fakat şehadette belirleyici etken öldürüldüğü sırada üzerinde taşıdığı kıyafet veya üstlenmiş olduğu görev değil Allah yolunda öldürülmüş olmaktır.
Bunun yanı sıra şehadette gaye ölüm değil hayat kurtarmaktır. Allah yolunda öldürülmeyi göze alanların amaçları kendilerini ölüme atmak değil kardeşlerine yönelen tehlikeye karşı kendi hayatlarını feda edebilmektir.
İkinci derecesi vefattır. Bu kelime vefa ile aynı kökten gelir. Yani bir insan Yüce Allah'ın kendine lütfettiği hayata vefa ederse, hayatı son bulduğunda da vefat etmiş olarak dünyadan göçer. Dolayısıyla Allah'ın insana en büyük lütfu olan hayata nankörlük edenlerin hayatlarının son buluşu da vefat değildir.
Üçüncü derecesi hayatın alelade bir şekilde son buluşu diyebileceğimiz ölümdür.
En alt derecesi ise halkımızın gayet isabetli bir şekilde bulduğu isimlendirmeyle nalları dikmektir. Bu ibare ise “kimin gibi yaşarsan onun gibi ölürsün” anlamına gelen gayet icazetli bir isimlendirmedir. Tabii bir kimse kimin gibi yaşadığını kendisi çok iyi bildiğinden ne şekilde öleceğini önceden tahmin etmesinde ve umuma duyurmasında bir gariplik yoktur.
Ben şahsen bazılarının nalları dikmesine özellikle onların inanmadıkları âleme göçmelerinden ve inanmadıkları gerçeklerle karşı karşıya gelmelerinden dolayı çok seviniyorum. Bunda hiç tereddüt etmediğim için seviniyorum. Ne var ki biz burada sevinirken diğer âlemde başkaları muzdarip oluyor. Bu husus da şu beyitte çok güzel dile getirilmiş:
“Ne kendi eyledi rahat ne halka verdi huzur;
Yıkıldı gitti cihandan, dayansın ehli kubur!”
O gibiler nalları dikince hayatın da son bulacağını, hayattayken başkalarının huzurlarını hedef alan çabalarının, haklara tecavüzlerinin, sataşmalarının ve tüm saldırılarının yanlarına kalacağını, bütün bunların bir hesabının olmayacağını düşünürler. O yüzden dünyada kendilenini gayet rahat hissederler. Oysa ölüm bir yok oluş değildir. “İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyamet suresi, 36)
Bazıları da gün sayıyor ama bir türlü nalları dikmiyorlar. Mısır halkına yıllardır kan kusturan, siyonist işgalcilerle işbirliği yaparak Gazze'ye uygulanan ambargonun kapı bekçiliğini yapan, Gazzelilerin çocuklarına bir lokma ekmek ve hastalarına ilaç temin etmek için kazdığı tünellere zehirli gaz sıkarak onları tünellerin içinde katleden Hüsni Mübarek de bunlardan biri. Ha öldü ha ölecek derken yine bir yerden kafasını çıkarıp “bakın ben burdayım ve hâlâ yaşıyorum!” diye sesleniyor. Mısırlılar “Artık Yeter!” diye pankartlar asıyorlar, sokaklara dökülüyorlar. O ise koltuğu terk etmemekte inat ettiği gibi bir türlü nalları da dikmiyor.
Ne var ki sonrası için de şimdilik pek ümitli değiliz. Hüsni nalları dikerse değişen ne olacak? Yerine istihbarattan sorumlu bakanı Dr. Ömer Süleyman geçerse bu sefer onun nalları dikmesini beklemeye başlayacağız. Çünkü Ömer Süleyman'ın işgalci siyonistlerle ve Amerikan emperyalizmiyle daha sıkı bir münasebet içinde olduğu hatta Hüsni'ye de sürekli onun yön verdiği, Gazze'ye uygulanan insanlık dışı ambargonun Rafah gözlemciliğini birinci derecede bu adamın yaptığı tahmin ediliyor.
Tıpkı Tunus'ta Habib Burgiba'nın tahttan indirilmesinden sonra yerine geçen Zeynelabidin bin Ali örneğinde olduğu gibi. Burgiba tahttan indirilince artık kimse onun nalları dikmesini beklemedi. Ama Bin Ali genç yaşta tahta oturdu ve Tunus halkı 23 yıldan beri onun demir sopasıyla yönetiliyor. Bekle ki nalları diksin!
İslâm âleminin şanssızlığı da birçok ülkede böyle başkanlık koltuklarına oturanların bir daha nalları dikmeden inmemelerinde. Ondan dolayı halklar böyle bir beklenti içine girmek zorunda kalıyor. Beklerken de pek çok kişi fıtık oluyor. Çünkü adamlar hastaneden yoğun bakım servisinden bile demir yumrukla yönetmeye devam ediyorlar. Tabuta girdiklerinden emin olunmadığı sürece “eski başkan” konumuna geçmiyorlar.
Nalları dikmemekte direnenlerden söz ederken siyonist işgal yönetiminin eski başbakanı Ariel Şaron'un adının da aklınıza geleceğini tahmin ediyorum. Gerçi onun artık hayata dönmesinin mümkün olmadığı bilindiğinden kabre girmesi beklentisi de yok. Çünkü onun bu hal üzere yaşamasında ibret alabilenler için büyük dersler var. Ama ne yazık ki siyonist katiller ağabeylerinin durumundan ibret almaya hiç yanaşmıyor, insan kasabı sıfatlarını bir türlü üzerlerinden atmak istemiyorlar. Bizim açımızdan önemli olan da zaten Şaron'un değil İsrail'in nalları dikmesi. Gelişmeler o günlerin de yaklaştığının işaretlerini veriyor.
VAKİT