Taha Kılınç’ın Yeni Şafak’ta yayımlanan yazısı (8 Haziran 2022) şöyle:
41 YILIN ARDINDAN…
Tunus siyaset sahnesinin en önemli aktörlerinden Nahda Hareketi’nin 41’inci kuruluş yıldönümü, geçtiğimiz pazar günü ülkenin güneyindeki Safâkis kentinde kutlandı. Düzenlenen törende bir konuşma yapan Nahda Lideri Râşid Gannûşî’nin hitabına, ülkenin içinde bulunduğu siyasî açmazın gölgesi düşmüştü. Kendisini dinleyen destekçilerine umut aşılamaya çalışan Gannûşî, “Darbenin sonu yakında gelecek” derken, sesinde güçlü bir azmin heyecanına dair bütün izleri yakalamak mümkündü. Salondaki hava da, bu azmimle mütenasip bir coşkuyla doluydu.
Râşid Gannûşî’nin “darbe” derken kastettiği şey, Cumhurbaşkanı Kays Saîd’in geçtiğimiz yıl, 25 Temmuz akşamı gece yarısı hükümeti görevden alarak parlamentoyu feshetmesiyle başlayan süreç. Hükümetin büyük ortağı olarak yalnızca Nahda Hareketi’ni değil, “meclis başkanı” sıfatıyla bizzat Gannûşî’nin şahsını da direkt biçimde etkileyen süreç, o zamandan günümüze gittikçe garipleşerek ve tanımsız bir hal alarak ilerledi. Başlangıçta Kays Saîd’i hararetle destekleyenlerin bile kısa süre içinde cumhurbaşkanına cephe almasına yol açan saçmalıklar silsilesi, ilk günlerde deklare edilen “devleti çöküşten korumak” hedefinin çok ötesine geçti. Nihayet birkaç gün önce ülke çapında 57 üst düzey yargıcı görevden alarak laik kesimlerin öfkesini de üzerine çeken Saîd, maksadının ne olduğuna veya kendisini yönlendirenlerin tam olarak ne istediğine dair soruların odağına yerleşti. Son olarak, Tunus Genel İşçiler Birliği de kazan kaldırıp Kays Saîd’den desteğini çekti. Saîd’in “ulusal diyalog” çabaları böylece cevapsız ve muhatapsız kaldı.
Nahda Hareketi’nin, 41’inci yılını böylesine tatsız bir atmosferde kutlamak zorunda kalması, yeni nesillerde belki bir burukluk ve hayal kırıklığına yol açıyordu, ama Gannûşî başta olmak üzere yaşı ilerlemiş kadroların, uzun yürüyüşleri boyunca benzer krizlere sıklıkla tesadüf ettikleri de kesindi. Zaten Gannûşî’nin kendisi, İslâm dünyasının bütün önemli merkezlerinden derlenmiş köklü tecrübelerin çok boyutlu bir terkibi:
1941’de Tunus’un güneydoğusundaki bir köyde, derme-çatma bir kulübede dünyaya gelen Râşid Gannûşî, ilmî ve entelektüel serüvenine başkent Tûnis’teki ünlü Zeytûne Medresesi’nde başlamış, ardından yolu Kahire’deki Ezher Üniversitesi’ne, ardından Şam Üniversitesi Şeriat Fakültesi’ne düşmüştü. Eş zamanlı olarak Avrupa’yı da tanımayı hedef edinen Gannûşî, farklı ülkelere yaptığı seyahatlerden sonra, Paris’teki Sorbonne Üniversitesi’nde felsefe dalında yüksek lisansa kaydolmuştu. Tüm bu baş döndürücü geçişler Gannûşî’yi sadece beslemekle kalmamış, ona farklı dünyalar arasında keskin kıyaslamalar yapmak ve kendi özgün düşüncesini oluşturmak imkânını da sunmuştu. Kahire’nin siyasî ve ilmî atmosferindeki birbirinden farklı tonlara Şam’daki ortamlar eklenmiş, nihayet Paris’te şahit olduklarıyla tablo tamamlanmıştı. Cezayirli düşünür Mâlik Bin Nebî, Suriyeli müfessir Vehbe Zuhaylî, Suriyeli Çerkes düşünür Cevdet Saîd, İhvân-ı Müslimîn’in kurucusu Hasan el Bennâ, İran Devrimi lideri Âyetullah Humeynî, Sudanlı siyasetçi ve düşünür Hasan Turâbî, Pakistanlı Ebu’l-Alâ Mevdûdî ve daha birçok isim, Gannûşî’nin düşünce dünyasının olgunlaşmasında rol oynamıştı.
İşte 6 Haziran 1981’de İslâmî Yöneliş Hareketi -bilahare adı “Nahda” (Yeniden Doğuş) olarak değişti- kurulurken, arka planında böylesine engin ve zengin tecrübeler vardı. Nahda’nın “çoğulcu demokrasi” üzerine bina edilen barışçıl bir siyasal hareket olduğu yönündeki deklarasyona İran cephesinden ağır eleştiriler gelince, Gannûşî şunları söyleyecekti: “İranlıların gösterdiği tepki bizi çok şaşırttı. Ama İranlıların diğer Müslümanlardan sorumlu bir veli gibi davranmaya hakkı yok. Onların uyguladığı modelin, değişime giden yolda yegâne model olduğunu düşünmeleri yanlış.”
2011’de Tunus Cumhurbaşkanı Zeynelabidin Bin Ali’nin devrilmesiyle sürgünden dönen Râşid Gannûşî, 2016’da “Nahda olarak biz dinî çalışmalarla siyasî faaliyetleri birbirinden ayırıyoruz. Biz kendimizi “Müslüman demokrat” adıyla anıyoruz” derken de, 2000’li yılların yeni tecrübeleriyle hareket ediyordu. Ancak demokrasiye bağlılığı başından beri hiç değişmeyen bir nokta olduğundan, onu dönüşmekle suçlamak mümkün değildi.
Nahda Hareketi’nin kuruluşunun 41’inci yılında Tunus’a, harekete ve lideri Râşid Gannûşî’ye tekrar bakarken, zahirî manzaranın arka planında ilk akla gelenler bunlar. Hikâyenin bundan sonrasını değerlendirmek, artık tarihçilere kalacak gibi görünüyor. Onlar da en çok, “Karizmatik liderden sonra hareketin akıbeti ve bölünmeler” noktasına odaklanacaklar muhtemelen.