Müzik ve Türk Halk Müziği Üzerine Bazı Mülahazalar…

Sait Alioğlu

Geçmişten bugüne…

Müzik olgusu da aynen felsefe, sanat ve estetik mevzuları kabilinden zaman içerisinde salim fıtratından peyderpey uzaklaşma eğilimine dâhil olan insanoğlunun ruhen incelmesini öngören, onu fıtratıyla ‘yeniden’ buluşturma çabasını güden ve onu düşünen aklın ve zikreden kalbin ortaya çıkarmaya çalıştığı bir ‘dinlenim’ formu olarak değerlendirebiliriz…

İnsanı kadim bir söylem içerisinde bir bütünlüğe irca edip onu ‘ruh ve bedenden’ müteşekkil bir varlık olarak tanımladığımızda ise bir dinlenim ve dinlenilmeyle birlikte onu ruhen estetize etme formu olarak görmek istediğimiz müziği bir ifsad aracı olarak da tanımlayabiliriz…

Müziğin ifsad aracı kılınması hem geleneksel ve hem de modern bağlamda karşımıza çıkar. Geleneksel ifsat hem Allah/Tanrı inancı, hem din algısı, bu yanlış algı içerisinde Allah’a ve dine üstü yine üretilmiş bulunan bazı dinsel argümanlarla ve hem de bir ‘iyi niyet’e mebni yanlış ve hatalı bir din algısıyla, bu algının beslediği kaderci bir bakış açısıyla birlikte; salt nefsi ve şehevi duyguları olabildiğince ön plana alan hedonist/zevkçi, nefsi ön plana alan; aşk adı altında içki ve zina kabilinden birçok illeti müzikle açık hale getirmek…

Modern ve el’an yaşadığımız postmodern zamanlarda ise müziği ruhu inceltme, fıtrata dönme ve onu bilimsel bir disiplin olgusu olarak kabulden ziyade büyük oranda eğlenceye dayanan, geçmişin acılarını ve sevinçlerini salt bir kapital olarak değerlendirme, tüketim kültürü içerisinde insafsızca yok etme eğiliminin ağır bastığını görmekteyiz…

Bununla birlikte ya özgün müzik türü, kendi şartlarına özgü(!) protest bir form, ya göze çarpar oranda siyasi bir mesajı barındıran marş formu veyahut ta ‘ilâhi’ formunda olduğu gibi mistisizmi tevhidi temellere dayanan sahih din olgusuyla büyük oranda perdelemeye yönelik nevzuhur formlar önümüzde durur. Müzik form olarak batıda olduğu gibi bizde de çeşitli kısımlara ayrılmıştır zaman içerisinde. Halk müziği, sanat müziği, arabesk müzik vb.

Geçmişten günümüze baktığımızda, müzik bir ruhsal incelme formu olarak deruhte edilmekle birlikte, uzunca bir dönem hem geleneksel ve hem de günümüz anlamında bir ifsad, şehvet ve sapkın dinsel anlayışların ikamesiyle birlikte para kazanma aracı olarak yer bulmuştur. Bir de göze çarpan bu ifsad olgusundan dolayı müziği tümden haram ve yasak olarak gören eğilim de söz konusu olmuştur, zaman içerisinde…

Bugün için…

Halk müziğine rağmen bir saray müziği olarak vücuda gelen sanat müziği Arap muhayyilesini bugün bile besleyeduran şiir formunun ‘enstrüman, beste ve güfte’ye dönüşmesinden mütevellit Ortadoğu ve Anadolu bağlamında yönetim erkinin bir nevi sığınağı olan saraylarda, yakıcı halk gerçeğine rağmen kendine yer bulmuştur. Ki, müzik olgusuyla birlikte hayatı, insanları kuşatan bir yığın şey büyük oranda saray ortamında yola çıkıp topluma yayılmıştır. Sarayda sanat müziği, geniş toplumsal alanlarda ise halkın çekedurduğu acıların, hüzünlerin ve kısmen de sevinçlerinin ‘dile, saza ve söze’ geldiği halk müziği söz konusu olmuştur, hep…

Türk -halk- müziği keskin bir kategorizasyonel ayrımdan ve çeşitlenmeden önce Türk halkının yaşadığı geniş Orta Asya coğrafyasında belki de tek düze icra edilen bir müzikti. Ruhu inceltmesi ve dolayısıyla da olgusuyla iç içeydi, hep…

İslâm’ı kitlesel bir şekilde kabullenen ve kimliğini sözde onunla telif eden Türk ve Türkî topluluklar anayurtlarından sair yerlere göç ettiklerinde başlarında bulunan dini önderleri, hakanları ve komutanlarıyla birlikte gelip yerleştikleri yerlerde, yukarıda da belirttiğimize yakın oranda müziklerini de hem eski ve hem de yeni elde ettikleri İslâm’la telif yoluna gidip, ona adeta din kisvesi giydirmiş idiler. Ki, sahih/doğru bir İslami formla karşılaşması, tanışması ve onu kabullenişi uzunca bir dönemi kapsadığındandır; eski bir yargıdan yola çıkarsak konumuz açısından şunu söyleyebiliriz: “Türkler iman etmezler, sadece din değiştirirlerdi!”

Daha doğrusu o dine bilerek ya da bilmeyerek zararları dokunuyordu. Bunu her alanda olduğu gibi halk müziği alanında da müşahede etmekteyiz…

Daha açıkçası, zarar salt dinin kendisine olmayıp, ondan kaynaklanan anlayışa, algıya olmakla birlikte, o dine mensup olmaya çalışan fertlerin ve kitlelerin bilincini sakatlamakta ve bulanıklaştırmaktadır. Ki, din özellikle de İslam karşıtlığı, iletilen sahih tevhidi değerlerden ziyade, kültürel planda üretilmiş heteredoks öğeler içermektedir.

İslam’ın daha ilk asırlarından başlamak üzere devam eden sistematik saldırılar bu amaca yönelik olarak ortaya konulmaktadır.

Felek vurgusu…

Belki bir gün içerisinde yüzlerce kişinin dinlediğini düşündüğümüz ve ortam olarak kültürel planda Sünni halk katmanlarında dillendirildiği belli olan, bir cümlesi ‘Felek vurgunuyam…’ şeklinde güftelenen türkü, heteredoks çevrelere pabuç bırakmayacak kadar heteredoks ve bir o kadar da sahih Allah inancına uzak bir incelikle(!) söylenmekte, dillendirilmektedir!

Konumuz açısından saldırı burada karşımıza heteredoks bir kitlenin, iktidar olamama hırsını da kamufle ederek saf Allah inancını felekiyat masalları içerisinde, adeta Allah dışında, O’na ortak ilahi bir güç varmışçasına heyula içerisinde; sosyal ve dini çerçevede kültürel olarak oluşturulan felek vurgusu güfteden besteye, saza ve oradan da dimağlara nakşedilen bir biçimde kendini göstermektedir!

Allah inancının klasik şirk ve sevgi halesi(!) içerisinde, indirgemeci bir bakış açısıyla bambaşka veçhelere bürünmesinin neticesinde Sünni halk katmanlarında bile kavramların, özellikle de dinin yapısı ve mesajından kaynaklanan muhkem kavramların bir nevi sulandırılması sonucu oluşan laleteyn durumlar bir izaleyi gerekli kılmaktadır.

Bu bağlamda sözde Sünni müzik ve kültür ortamlarında da ‘k... felek ya da zalım felek…’ vs. vurgular, müzik yoluyla Allah inancını, kendince sulandırmayı, flulaştırmayı ve zamanla da ortadan kaldırmayı belirginleştirmekte, içselleştirmekte ve mümkün mertebe kanıksatmaktadır.

Sahih Allah inancını ta klasik dönemlerden bu yana yok etmek için ortaya konmaya çalışılan mücadele günümüzde de yine müzik yoluyla sol tandanslı ideolojik kavgamsı ortamlarda devam ettirilmektedir. Onlarca asırlık bu mücadele yine burada heteredoksi öğelerden yola çıkılıp bir azınlık psikozu içersinde Alevilik adı altında müzik yoluyla yapılmaya çalışılmaktadır!

Türkü formunun ideolojikleştirilmesi…

Selçuklularla başlayan Türk/men göçü gerek Osmanlı ve gerekse de günümüz algısı içerisinde salt Alevi olarak tanınmayan, tanımlanmayan bir düzlemde tabiri caizse “iman etmeyen, sadece din değiştirerek Müslüman oldular!” denilen toplulukların İran coğrafyasına ve Anadolu’ya doğru aktığında ister istemez müzikleri de eski dinlerinden görünür izler taşıyordu.

Osmanlı döneminde şehirli halkın Sünni olmasına mukabil, kırsaldaki Türk topluluklarının önemli bir kısmı, zamanla Alevi olarak belirginleşiyordu. İşte bu fenomenden dolayı kırsalın Alevi kitlesi, oluşan ve güçlenen Sünni halk algısına ve o minvalde oluşan bir iktidara karşı kendini var edebilmek adına silahlı isyanlara başvurup müziğe sığınıyordu.

Bundan dolayı da elde kopuz ve bağlama, dilde ise “Şaha gidelim!” tarzında sazın bam teline vurup deyişler söylenmesi bir form olarak Türk halk müziğini büyük oranda ideolojikleştirip oluşturmuştu. Bir de bunun yanında saray müziğine kaynaklık teşkil eden ilk dönem müziğinin de yer yer –Erzurum, Harput, Urfa, Kerkük vs- Sünni kültür coğrafyasını içerir bir şekilde oluştuğunu da görmekteyiz…