Müzakere nasıl yapılır?

Ali Bulaç

Herhangi toplumsal (yani toplumun genelini veya önemli sayılabilecek bir bölümünü ilgilendiren) bir sorun çözülmek istendiğinde –mesela Kürt sorunu-, cumartesi günkü yazımda belirttiğim çeşitli toplumsal kesimlerden seçilmiş 12, 24, 36 veya 48 kişi (Abant toplantılarında katılımcı sayısı 70-80 arası olur ve her defasında iyi kötü bir sonuç bildirisi çıkar) bir araya gelir.

Bunlar "Türkiye toplumu"nda var olan yelpazenin her diliminden meşru, kabul ve itibar gören temsilci, sözcü ve kanaat önderinden seçilir:

1) MHP ve BBP'ye yakın; 2) Bağımsız Türk milliyetçileri; 3) DTP'ye yakın; 4) Bağımsız Kürt milliyetçileri; 5) İslamcı; 6) Muhafazakâr-sağcı; 7) CHP'ye ve sosyal demokrasiye yakın; 8) Sol veya sosyalist; 7) Kemalist ve ulusalcı; 8) Liberal; 9) Alevi; 10) Gayrimüslim temsilciler.

Eğer "toplumsal bir mutabakat" aranacaksa, müzakereye katılacak kişilerin "toplum"dan seçilmesi icap eder. Hükümet, sadece kolaylaştırıcı fonksiyon görmeli, kendi görüşlerini empoze etmeye kalkışmamalıdır.

Hükümetin görevi, siyasi irade beyan etmesi ve cesaretlendirmesiyle sınırlı olmalıdır. Böyle bir teşebbüse devlet birimleri değil, yaygın, etkili sivil kurum ve kuruluşlardan birinin ev sahipliği yapması gerekir. Mesela benim adayım TOBB'dur. TOBB, haftalarca sürecek bir müzakere ortamı ve imkânı hazırlayabilir. Tabii ki başka sivil kuruluşlar da olabilir.

Müzakere şöyle yürütülür: Toplantılara katılan temsilciler, konuyla ilgili tahlillerini, kanaatlerini ve çözüm önerilerini dile getirirler. Müzakere demek, bir meselenin teşrih masasına yatırılması, ayan beyan anlaşılmasının sağlanması, tarafların sıkıntı ve dertlerini özgürce dile getirip, ne istediklerini açık yüreklilikle ifade etmesidir. Müzakere sırasında teşhis ve kanaat beyanında taraflar birbirlerine bazı hatırlatmalarda bulunur, bir tarafça bilinmeyen, yeterince vuzuh kazanmayan noktalar belirginleşir, böylece konunun ve tarafların sıkıntılarının anlaşılması sağlanır. Müzakere, hatırlama ve hatırlatmadır. Bilgi, öğrenme, değerlerin öne çıkması, vicdan-akıl, hak, hakkaniyet ve adaletin rehberlik yapması ancak müzakere ile mümkündür.

Çözümün kalıcı, adil, tarafları ikna ve tatmin edici ve gerçekçi olması için; 1) Toplumsal tarafların inançlarına, kutsallarına, 2) Toplumun meşru yerleşik örflerine aykırı olmaması, 3) Türkiye'nin taraf olup altına imza attığı uluslararası temel hak ve sözleşmeleri göz önünde bulundurması gerekir. Burada "tarafların inançlarından ve kutsallıklarından" kastettiğim, her tarafın kendine ait inançları ve kutsalıdır. "Yerleşik örfler"den kastettiğim de "kötü âdetler, zalimane töreler, saçma görenekler" değildir.

Sorunun 100 temel başlığı varsa, 100 konuda tam mutabakat sağlamak zordur. Belki ilk aşamada 40 başlıkta uzlaşabilirler. İşte bu 40 başlık çözüm paketi olur, diğer 70 başlık "çatışma, terör, şiddet ve nefret" gibi yollara başvurmadan bir sonraki zamandaki bir başka müzakereye bırakılır. Bu zaman zarfında herkes kendi gibi yaşamaya devam eder. Yöntem başarılı oldukça, her yeni müzakere sürecinde mutabakata varılan başlık sayısı artar ve Allah başarı nasip ederse tam anlaşma sağlanır.

Ortaya çıkacak mutabakat metni Yasama Meclisi (TBMM) tarafından yasalaştırılacaktır. "Kurumlar" adı verilen askerî ve sivil bürokrasinin bu süreçte hiçbir şekilde herhangi bir dahli ve müdahalesinin olmaması gerekir. Eğer "Sorunun çözümü için tarihî bir fırsat yakalandı, hükümet ile kurumlar arasında uyum var, kurumlar da artık çözüme sıcak bakıyor, zaten AB ve ABD de bizi sıkıştırıyor" gibi laflar ediliyorsa, "çözümden uzak" bir noktadayız demektir. Yasama meclisinden geçen kararlar uygulanırken, tabii ki yürütme, ilgili askerî ve sivil birimlerin "salt iç ve dış güvenlikle ilgili bilgi ve değerlendirmeleri"ni kaale alır, almak mecburiyeti vardır. Benim Medine Vesikası'ndan hareketle düşündüğüm "müzakereci siyaset" budur.

ZAMAN