HAKSÖZ-HABER
Suriye'deki kan denizinin büyütülüp derinleştirilmesinde İran'ın rolünü görmezden geldikçe veya hafife aldıkça çözüm hiç mümkün olmayacak.
Ceren Kenar bugünkü makalesinde İran-Suriye ilişkisinin ittifaktan işgale uzanan öyküsünü anlatırken son derece kritik bilgiler paylaşıyor. Suriye'deki halk ayaklanmasını çözmek için değil kan ve şiddetle bastırmak üzere üst düzey örgütlenmeler eşliğinde hareketlenen İran'ın belli bir noktadan sonra Kudüs Ordusu Komutanı Kasım Süleymani eliyle ülkenin yönetimini de facto olarak ele geçirdiğini işaretliyor.
İran ve Hizbullah savaşçılarının yanı sıra Irak, Yemen, Afganistan gibi ülkelerden getirilen Şii militanlar aracılığıyla derinleştirilen Suriye işgalinin çözümü için sarf edilecek çabaların neden Şii-Sünni mezhep çatışmasını tetikleyeceğine dair endişe görünümlü tehditlerin kaynağı sizce hangi psikolojik savaş üssü olabilir?
Ceren Kenar'ın yazısı:
Müttefikten işgalciye: İran Suriye’yi nasıl işgal etti?
Ceren Kenar / Türkiye
“Benim ismim General Ahmed Tlas... İçişleri Bakanlığında görevliyken Hama’da filizlenen protestolara şahit oldum. Ordudan ayrılmadan önce, farklı şehirlerde yaşananlardan her gün haberdar edildim... Bugün sadece bir vatandaş olarak konuşuyorum. Olaylara hem sade bir Suriyeli hem de Suriye devletinin bir görevlisi olarak şahitlik ettim. Gördüklerimi, görevim sırasında gözlemlediklerimi size aktaracağım...”
Bu cümlelerle başlıyor Tlas, ordudan ayrıldıktan sonra verdiği gayriresmi ifadesine. Barışçı gösterilerle başlayıp, tam teşekküllü bir iç savaşa dönüşen Suriye krizi başladığında rejim nasıl tepki verdi?
Suriyeli devlet görevlileri, kendi vatandaşlarına reva görülen zulüm karşısında ne hissetti? Bu gösterilere karşı geliştirilecek tepki konusunda rejim sempatizanları arasında fikir ayrılıkları oldu mu?
Tlas’ın somut detaylar ile örneklendirdiği anlatısından, Suriye’deki krizin nasıl hızla şiddetlendiğini izlemek mümkün.
“Rejim değişikliğinden bahseden yoktu. İnsanların tek istediği sahici reformların gerçekleşmesiydi ve mahrum bırakıldıkları hak ve özgürlükleri talep etti insanlar. Uzun süredir ülkemizde 18 ve 30 yaş arası gençler işsizlik sıkıntısı çekiyordu. Bir aile hayatı kuramıyorlardı. Buna ek olarak uzun zamandır çok sayıda mahkûm vardı. Bunlar suçlu değildi, muhalifti. Aileleri neden hapse atıldıklarını anlamıyordu ve serbest bırakılmalarını talep ediyordu. İstihbarat teşkilatının bazı üyeleri bu taleplerin ifade imkânı bulmasının gerilimi azaltacağına inanıyordu. Bazıları ise tam tersini düşünüyordu...”
Buraya kadar Tlas’ın ifadesinde bir sürpriz yok. Ancak hikâye bundan sonra ilginçleşiyor. Tlas, göstericilere orantısız kelimesinin orantısız kalacağı bir şiddet uygulanmasının kararını Suriye’de devlet içi bir devlet yapılanmasının verdiğini söylüyor.
Krizi şiddet ile çözmeye karar veren “kurul” buydu. Bazı yerlerde sivil göstericilere ateş açmayı reddeden komutanlar veya gösteriler karşısında yerel halkla müzakere ederek çözmeye çalışan yetkililer görevden alındı. Yerlerine daha şahin radikaller getirildi.
Suriye’de devleti aslen dar bir aile çetesinin yönettiği bilinir. Misal Suriye başbakanı sembolik bir pozisyondur. Asli belirleyici olan bu aile kliğinin içindeki konumdur. Bu çetenin resmî devlet idaresini aşan bir derin devlet yapılanması olduğu da sır değil. Suriye’de isyan başlayınca bu yapının gösterilere karşı nasıl bir tepki geliştireceğini ise İran belirledi.
Bir üst düzey Türk yetkilisi Esad’ı reforma ikna etme çabalarını anlatırken, “Biz ön kapıdan elimizde demokratikleşme paketleriyle girerken, arka kapıdan İran askeri yöntemler ile çıkıyordu” diye özetlemişti bu iki farklı yaklaşımı.
Suriye, İran açısından Lübnan’daki Hizbullah örgütüne silah sevkiyatını sağlayan önemli bir stratejik hattı. Askeri nükleer programına karşı olası her tehdide karşı Hizbullah’ı caydırıcı bir unsur olarak kullanmak isteyen, İran rejimi için bu hat vazgeçilmezdi.
Mart 2011’den sonra İran tehlikeyi gördü. Esad rejimi İran yardımı olmasa çökebilirdi.
İran’ın, Suriye’deki gösteriler için önerdiği reçete denenmiş ve başarılı olmuş bir stratejiydi. 2009 seçimlerinden sonra, seçimlerde hile olduğu gerekçesiyle sokağa dökülen İranlıları müthiş bir şiddet ile bastırmayı bilmişti İran. Humeyni tarafından kurulan paramiliter besiç çeteleri marifetiyle, resmî görevlilerin ellerini “temiz” tutarak, devletin en çirkin yüzünü göstermişti İran.
Suriye’de gösteriler başlayınca hemen eyleme geçti İran. 2011 itibari ile Sepah Quds üst düzey bir danışman kurulu kurdu ve Suriye rejimine ‘krizi’ çözmek konusunda yardım etmeye başladı. İran, şehir ve gerilla savaşında uzman askerlerini Suriye’deki krizi yönetmekle görevlendirdi. Suriye’de muhaliflere ve sivillere karşı işlenen insanlık suçlarının en büyük faillerinden olan, Şebbiha diye bilinen para-militer grubun kurulmasına öncülük etti İran. 2012 yılı itibari ile muhalefetin alan kazanmasıyla, Lübnan, Irak, İran, Yemen ve Afganistan’dan eğitimli ve sadık savaşçılar göndermeye başladı. El-Hayat gazetesinin Şubat 2014 tarihindeki bir haberine göre bu yabancı savaşçıların sayısı 40.000’i geçmişti.
Bununla beraber işin kampanya boyutunu da üstlendi İran. Sadece lobisi ve medya gücüyle değil, aynı zamanda kirli taktikleri ile. Muhalefetin el-Kaideleştirilmesi sürecinde rejime destek verdi.
Böylesi bir desteğin sonucu olarak İran ve Suriye arasındaki ilişkinin doğası değişti. İran devrimi ile müttefik olan bu iki ülke arasındaki ilişki yeniden tanımlandı. İran, Suriye’de işgalci bir güç hâline gelirken, Kasım Süleyman Suriye’nin de facto yöneticisi oldu...
Amerika’nın Suriye’de çözüm için iş birliğine giriştiği İran’ın, Suriye’yi işgal süreci özetle böyle gelişti. İşte bu yüzden, Suriye’deki iç savaşa İran’ın derman olacağına inanmak, evini yakan kundakçıyı, itfaiye olarak işe almayı düşünmek gibi bir şey.