Ali Osman Aydın/Yeni Akit
Mutluluğun Cellatları
Mültecilerle her zaman bir nefret ilişkisi kurdular. Mültecilerin derhal geri dönmeleri için üzerlerinde baskı kuracak şekilde kara propaganda yürüttüler. “Suriye’de her şey yolunda, geri dönmek için şartlar çok uygun” diye yalanlar söylediler. Seçim dönemlerindeki en büyük vaatleri onları topluca Suriye’ye göndermekti. Gülerek “Zafer Turizm” naraları attılar. Yetmedi! İnsanları Suriyelilere karşı ayaklandırmaya çalıştılar. Suriyelileri evlerinden çıkamaz hale getirdiler. Gaza gelen bazı ırkçı fanatikler mültecilerin dükkânlarını bile yağmaladı. Bu kışkırtma dolayısıyla bazı caniler Suriyeli öldürdü.
Bunlar olurken hiç de rahatsız olmadılar. Kıkır kıkır gülmeye devam ettiler. “Oh olsun” diyenler oldu. “Oh, bir kişi daha eksildi” diyenler oldu.
Şimdi yıllarca süren kanlı bir iç savaştan sonra memleketlerine dönen bazı Suriyeliler, doğal olarak seviniyorlar. Sevdiklerine kavuşmuşlar. Yurtlarına dönmüşler. Hasret sona ermiş. Haliyle yüzlerinde çiçek açıyor. Çocuklar gibi seviniyorlar. Yahu buna bile öfkeleniyorsunuz. Onlar için kötüsünü diliyorsunuz. Mutlu olmalarını hazmedemiyorsunuz.
Bu tuhaf öfke yalnızca siyasal nedenlerle açıklanamaz. Yani, sırf onları Erdoğan getirdiği için nefret ediyor değiller bence. Onlar Müslüman olduğu için mi acaba bu kadar nefret dolular? Türk olmadıkları için mi? Burada patolojik bir durum var bana kalırsa.
Olanları sadece ırkçılığa bağlamak da yeterli görünmüyor. Çünkü ırkçılık saikiyle yapıyor olsalar, İngiliz’den de nefret etmeleri lazım, Fransız’dan da. Aksine onları pek seviyorlar. Onlara başköşede yer veriyorlar.
Acaba diyorum, bu hastalık “zayıf” düşmanlığıyla mı ilgili?
“Yıkıcılık, bireyin kendisiyle kıyaslamak durumunda olduğu bütün nesnelerin ortadan kaldırılmasını amaçlar” diyor Erich Fromm. Bu tip insanlar zayıf kabul ettikleri insanlarda kendi savunmasızlıklarını görürler. Bu kıyas, zayıfları tecrit etme, hatta yok etme isteğine bile dönüşebilir. Yine Erich Fromm, yıkıcılığı aklileştirme konusunda görev, yurtseverlik, milliyetçilik gibi tüm duyguların kullanılabildiğinden bahsediyordu ki, bizde de zaten tüm bu gayri insani şeyler milliyetçilik adına yapıldı.
Böyle bakınca, kim olursa olsun güçlüye hayranlık duyan, gücü tabiri caizse kutsayan bir toplumda zayıfların lanetlenmesi, onların tecrit edilerek görünür yerlerden uzaklaştırılmaları, haklı sevinçlerine dahi katlanılamaması anlaşılır görünüyor.
***
Suriyeli ilim adamı Usame er-Rifâî: “80 yıllık hayatımda hiç bir zaman bugün olduğum kadar mutlu olmamıştım” diyor.
Bu duyguyu anlamaya çalışmak lazım. İnsanların bütün hayatı, zorbalığıyla nefes aldırmayan bir yönetimin idaresi altında geçmiş. Bu yönetimin zulmü altında yaşamış ve ihtiyarlamışlar. Şimdi bir an, bu yönetimin yerle bir olduğunu görüyorlar. On yıllardır taşıdıkları ağır yükün, omuzlarından alındığını hissediyorlar. Bu yüzden hiç olmadığı kadar mutlular.
Bu mutluluğu karalamaya çalışmak, “çok sevinmeyin, daha başınıza neler gelecek” der gibi analizler kasmak, mutluluklarını kursaklarında bırakmaya çalışmak bana normal gelmiyor.
İnsanlar 80 yıllık hayatlarının en mutlu günlerini yaşıyorlarsa, bırakın yaşasınlar kardeşim! O mutluluğu neden belirsiz bir gelecek endişesiyle zehirlemeye çalışıyorsunuz? 60 senelerini zulüm altında geçirmiş bir halka, bu kadarcık mutluluğu da çok mu görüyorsunuz?
***
Siyasetçi Cem Toker, dış politika ile ilgili görüşlerini aktardığı ve “sana toprak mı verirler” diyerek bağladığı bir videoyu paylaşıyor sosyal medyada!
Çok dikkate değer bir şey söylemiş gibi de geriniyor Toker videoda.
Dışişlerine istikamet veriyor adeta, yol gösteriyor.
Ne kadar rasyonel, diplomasi tarihi ile uyumlu bir argüman değil mi(!)
“Sana toprak mı verirler?”
Yani, “siz kimsiniz ki Batı’nın sizin için belirlediği sınırların dışına çıkmaya cüret ediyorsunuz?” demek istiyor.
Yani, “haddinizi bilin ve teslim olun” diyor.
Bu “sen kimsin” ifadesine dikkat etmek lazım. Bu ifadeyi ve Batı’nın mutlak üstünlüğü algısını içselleştirmiş, bunu bir yaşam tarzı haline getirmiş, bunu bir siyaset yapma biçimi olarak devlete adapte etmiş bir kesim var.
Var ki; Toker’in paylaşımı “helal olsun, ağızlarının payını vermiş” diyenlerden büyük beğeni aldı.
İktidarın politikalarını beğenmiyorsunuzdur, anlarım. Fakat bu tarz ifadeleriniz, Türkiye’yi hafife almak anlamına geliyor ve bu çok rahatsız edici. Türkiye’yi küçümsüyorsunuz böyle irrasyonel ve dış siyasette geçerliliği olmayan yaklaşımlarınızla. Türkiye’yi küçümsemeye kimsenin hakkı yok. Hesabınızı yüzbinlerce genç takip ediyor. Böyle paylaşımlarla umutsuzluk ve aşağılık kompleksi aşılıyorsunuz onlara. Onlar da Türkiye’nin her iddialı çıkışına bakıp, sizin yaptığınız gibi, “siz kimsiniz ki, size istediklerinizi versinler” tarzında cümlelerle yapılanları küçümsemeye başlıyorlar. Bırakın bu dili. Gençlere bu kötülüğü yapmayın.