Mutlu bir hayat filizlenir kavganın ufuklarında

Ahmet Altan

Kadıköy’ün yolları kesilmişti.

Büyük bir gösteri bekleniyordu.

Devasa bir sahne kurulmuştu.

Meydan hazırlanmıştı.

İşçiler gelmeye başladılar, bir iki şarkı duyduk, bir iki de konuşma yapıldı, meydanda seyrek bir kalabalık vardı ve biz asıl mitingin başlamasını beklerken kalabalık dağılmaya koyuldu.

Anlayamadık.

“Miting daha sonra mı başlayacak” dedik.

Sonra anladık ki miting bitmiş.

Hayatımda gördüğüm en acıklı mitingdi herhalde bu.

Taksim Meydanı’na da birkaç bin işçi girmişti.

Yıllardan beri 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’na girilmesine devlet izin vermediği için Taksim’e girebilmek büyük bir “devrimci” başarı olarak değerlendirilmişti.

Bazı küçük gruplar da Taksim’in arka sokaklarında polisle çatışmış, molotofkokteyli atmış, camları kırmıştı.

“İşçinin, emekçinin bayramı” İstanbul’da böyle kutlanmıştı.

1960’ları, 1970’leri hatırlayanlar, “devrimci” hareketin düştüğü duruma içleri yanarak bakmışlardı.

Başka türlü olabilir miydi?

Hayır olamazdı.

Gelecek yıl, Taksim Meydanı’na girişe izin verilirse 1 Mayıs’ın neredeyse hiçbir anlamı kalmayacak.

Niye böyle oldu peki?

Nedeni çok karışık değil.

Ezilen kitleler meydanlara “bir umutla”, bir “hayalle”, bir “beklentiyle” giderler.

Çoğunluğu ordunun denetimine girmiş olan sendikaların, işçiye, emekçiye, yoksula, ezilene “bir umut” vermesi mümkün mü?

1977’de Taksim’de öldürülen yoldaşlarının katillerini aramayanların, o katillerin bugünkü uzantısı olan çetelerle kolkola girenlerin, kitleleri harekete geçirecek bir “hedefi” ortaya koymaları mümkün mü?

“Devrimciliği”, Ergenekon yandaşlığına, ordu hayranlığına indirgemiş olanların bir heyecan yaratması mümkün mü?

Devrim halkla olur.

Devrimi “orduyla” yapmak isteyenlerin “devrimci bir ateşi” yakmaları mümkün mü?

Bugün “devrimci” etiketini benimseyerek ortalarda dolaşanların çoğu eski yoldaşlarının katilleriyle çoktan anlaştılar.

“Devrimcilik, ilericilik, solculuk” diye “faili meçhullerin faillerini” koruyanlara, canileri umut olarak görenlere, darbeciliği alkışlayanlara rastlıyorsanız, “devrim” bir umut olur mu?

Devrim, böyle bir şey değil.

Devrim, cesaret ister.

Devrim, mücadele ister.

Devrim, sisteme ve o sistemin silahlı bekçilerine kafa tutmak ister.

Devrim, değiştirmek ister.

Devrim, halkına güven ister.

Devrim, halkına zulmeden gaddar darbecilerden hesap sormak ister.

Asker postallarının arasında dolaşmaz devrimci.

Ezilen türbanlı kızlara, vurulan Kürt çocuklarına, ibadethanesi kapatılan Alevilere, işkencede öldürülen solculara arkasını dönmez devrimci.

Sistemin işbirlikçisi olmaz.

Öyle o partiyle, bu partiyle uğraşmaz, bütün o partilerin arkasında duran ve adına “sistem” denilen yapının üstüne gider doğrudan.

Bir amacı olur.

Bir hedefi olur.

Halkının en özgür, en zengin, en mutlu yaşayacağı yolu açmak için uğraşır.

Halkından nefret ederek, halkını küçümseyerek, halkını horlayarak devrim mi olur, devrimcilik mi olur?

Efendilerinin postal bağlarını kendine bayrak yapanların devrimciliği, sahtekârlıktan başka bir şey değildir.

Devrim, sahtekârlarla olmaz.

Devrim, kavgayla olur.

Devrim, yürekle olur.

Devrim, değiştirir.

Ezilenlerin ezilmesini önlemektir devrimin işi.

“Dünya değişiyor” diye ağlamaz devrimci, dünyanın değişmesi sevindirir onu.

Ve bir yandan dünya değişsin diye uğraşırken bir yandan da ezilenleri “değişen dünyanın” sarsıntılarından korumak için yollar arar.

O yoldur devrimin hayali.

O yolu bulmaktır devrimin umudu.

Eşitlik ister, hakkaniyet ister, özgürlük ister.

“Bir ulusun” değil bütün ulusların hakkını savunur, ezilenlerin sadece “kendine benzeyenini” değil bütün ezilenleri kucaklar.

O marşlar boşuna yazılmadı, o marşlar boşuna söylenmedi.

Bırakın “devrimin” yerine “darbeyi” koyanları, bırakın “enternasyonalizmin” yerine “ulusalcılığı” koyanları, bırakın bir zamanlar kurbanların yanındayken şimdi katillerin yanında olanları.

Devrim, halkıyla yürür.

Devrim, dünyayla yürür.

Ve hiç unutmayın...

Mutlu bir hayat filizlenir kavganın ufuklarında.

Binler yürür o zaman, on binler, yüz binler, milyonlar yürür.

Yürür o kavganın ufuklarından.

Yeter ki o kavgayı sürdürecek yürek olsun.

TARAF