Ahmet Varol / Yeni Akit
Musul’da birkaç günden beri devam eden bir operasyon var. Arapça bir yazının başlığında “Musul’da medyanın gürültüsü çatışmaların dumanından daha yükseklere çıkıyor” ifadesi kullanılmıştı. Gerçekten de küresel emperyalizmin Musul üzerinden yürüttüğü propaganda savaşı cephede verilen savaştan çok daha kapsamlı ve geniş çaplıdır. Bunun sebeplerinden ayrıca söz edeceğiz. O yüzden bizim de Musul olayını biraz kapsamlı ele alabilmemiz için konuya yarın da devam etmemiz gerekeceğini baştan belirtelim.
Emperyalizmin Irak için yazdığı senaryoda Musul’un özel yeri var. Fakat son dönemde IŞİD komplosu üzerinden yazılan iki perdelik senaryonun şimdi ikinci perdesinin sahneye konduğunu görüyoruz. Birinci perdesinde Irak’ta hükûmetin başında, ABD ve İran’ın ittifakıyla başbakan yapılan Nuri El-Maliki vardı ve onun askerleri IŞİD karşısında hiçbir direniş göstermeden Musul’u teslim etmişlerdi. Teslim edilmesi ise bu örgütün dağılmaya başlayan milislerini yeniden toparlamasına ve ayrıca muhtelif ülkelerden etkilediği gençleri cepheye çekmesine vesile olmuştu. Bunların ayrıntısından daha önce değişik yazılarımızda söz ettiğimizden burada bu özet bilgiyi hatırlatma babından zikretmeyi yeterli görüyoruz.
Şimdi geri alma operasyonunda neredeyse bütün dünya ittifak kurmuş durumda. İsimlendirme dikkat çekici: Musul’un kurtarılması operasyonu. Oysa Musul’un IŞİD’in elinden alınarak vahşetin öbür yüzü durumundaki Haşdi Şa’bi militanlarına teslim edilmesi kurtarılması değildir. Kurtarma olabilmesi için halkın gerçek anlamda özgürlüğe kavuşturulması, bir tehdit ve tehlikenin elinden belki ondan daha büyük felaket getireceği tahmin edilen başka bir tehdit ve tehlikeye teslim edilmemesi gerekir. Ama öyle bir beklenti olmadığı aksine halkta ciddi bir korku ve endişenin hâkim olduğu gözlemlemelerden anlaşılıyor. Bunu Haşdi Şa’bi adı verilen ve IŞİD’in Şiî temelli versiyonu olan milis örgütünün şimdiye kadar kontrol altına aldığı bölgelerde sergilediği tutum da zaten bize söylüyor.
Dolayısıyla bölgenin IŞİD’e teslim edilmesi aşamasında bir oyun oynandı ve şimdi geri alınması aşamasında da oyun oynanıyor. Ama arada asıl sıkışan, zor durumda kalan Musul halkı oluyor.
Senaryonun ikinci perdesinin sahneye konması aşamasında da çok yönlü oyun oynanıyor. En başta bölgenin IŞİD kontrolünden çıkarılması durumunda bölgeye hükmedeceği iddia edilen Bağdat yönetiminin çok farklı silahlı birliklerinden kapsamlı bir askerî güç oluşturduğu operasyonun başlatılması öncesinde yürütülen propaganda savaşında dile getirildi. Fakat bu gücün önemli bir kısmını da, Irak’ta 100-150 bin civarında militanı olduğu tahmin edilen Haşdi Şa’bi’nin elemanları oluşturuyor.
Riyad’daki toplantıda Suudi Arabistan Dış İşleri Bakanı Adil Cubeyr, Haşdi Şa’bi’nin İran güdümlü ve mezhebi kimlikli, aynı zamanda bölgedeki birçok sorunun da ana kaynağı olduğuna dikkat çekerek, böyle bir örgütün operasyona katılarak Musul’a yerleşmesinin bölgede tam anlamıyla felakete neden olacağını söylemişti. Ama görüldüğü kadarıyla Riyad’daki kararlardan ziyade Tahran - Bağdat - Vaşington ittifakının kararları gidişatı belirledi.
Operasyonda Kuzey Irak’taki Kürt yönetiminin askerî gücü Peşmerge’nin de birçok birliğiyle yer aldığı hatta bazı bölgelerde çatışan birlikleri Peşmerge’nin oluşturduğu görülüyor. Bazı yorumlarda da Musul operasyonundan birinci derecede kârlı çıkacak tarafın Irak Kürt yönetimi olacağı ileri sürüldü. Ama bizim gördüğümüz kadarıyla ABD ve İran buna fırsat verme niyetinde değil.
Ayrıca koalisyon güçleri adı verilen uluslararası askerî ittifak bünyesinde 36 ülkeden 30 bin askerin de operasyona katıldığı söyleniyor. Bu arada hava gücü de geri alma operasyonunu planlayan ve düzenleyen tarafın elinde.
Karşılarında ise sadece IŞİD veya DAİŞ adı verilen silahlı militan gücü var. Onun da on beş bin civarında militanı olduğu tahmin ediliyor. Kısaca söylemek gerekirse neredeyse dünya bir örgüt karşısında ittifak kurmuş ve onun elindeki bir bölgeyi geri almak için savaşıyor. Güç dengesinde çok büyük fark olmasına rağmen adeta bir üçüncü dünya savaşı başlatılıyormuş gibi büyük yaygara koparılması ve medya gürültüsüne biraz zaman verilebilmesi için ilerlemenin çok yavaş yürütülmesi tiyatro oynandığını göstermiyor mu?
ABD, Irak ve İran üçlüsü Musul’un IŞİD’den geri alınması operasyonuna Türkiye’nin katılmasına karşı çıktı. Oysa bunu önceden istiyorlardı.
Eğer gerçekte maksat IŞİD’in etkisiz hale getirilmesi olsaydı Türkiye’nin katılmasını istemeleri gerekirdi. Çünkü bu örgütün saldırılarının ve eylemlerinin Türkiye’ye de zarar verdiği dolayısıyla askerinin ona karşı etkili bir savaş verebileceği biliniyor. Ayrıca Türkiye’nin Suriye’de IŞİD karşısında yürüttüğü savaşta başarılı olduğu ve onu hakimiyet kurduğu birçok yerden çıkardığı görüldü. Fakat Türkiye’nin istenmemesinin asıl sebebi Musul’un Haşdi Şa’bi militanlarına teslim edilmesine itiraz etmesidir. Bu da ABD’nin İran’la birlikte Irak’ı Şiileştirme ve bu ülkenin her tarafında İran’ın siyasi ve askerî gücünü etkin kılma planının devam ettiğini gösteriyor.
Ayrıca Musul operasyonunda her ne kadar amaç Musul’un IŞİD’den geri alınması olsa da onu tamamen etkisiz hale getirme amacı yok. Türkiye’nin ise onu Suriye’den sıkıştırdığı gibi Irak’tan da sıkıştırarak kıskaca almak ve Suriye muhalefetine darbe vurmasına imkân verecek yeni konumlar kazandırılmasına izin vermemek istediği tahmin ediliyor. Bundan ayrıca söz edeceğiz.
Irak Başbakanı Haydar El-Ibadi’nin yalan söylemede bütün sınırları kaldırdığı, iyice arsızlaştığı, insanların gözlerinin içine baka baka onların gözleriyle gördüğü gerçekleri inkâr ederek yalan söylediği gözleniyor. Türkiye’nin Irak’taki askerî varlığını işgal olarak nitelerken Türkiye dışındaki tüm ülkelerin askerî varlığının danışman düzeyinde olduğunu iddia etmesi bunu gösteriyor. Irak’ı kendisine üs edinerek oradan hem bu ülke içindeki sünni topluluklara karşı saldırılar düzenleyen, hem de Suriye direnişine yönelik milis saldırılarını koordine eden Kasım Süleymani’nin ve onun komutasında İran Devrim Muhafızları’nın oluşturduğu sözde Kudüs Tugayı’nın tüm yaptıkları, gerçekleştirdiği katliamlar, cinayetler ve insanlık dışı, vahşi saldırılar Ibadi’ye göre sadece danışmanlıktan ibaret.
Bunun yanı sıra ABD liderliğinde oluşturulan koalisyon güçlerinin merkezinin Irak olduğu ve görünüşte IŞİD’e karşı savaştıklarını söylerken bu örgütün hedeflerinden ziyade sivil hedefleri vurdukları da biliniyor. Bunlar da onca saldırılarında sadece Ibadi’ye danışmanlık mı yapmış oluyorlar?
Şimdi de Musul’un geri alınması operasyonunun sadece Irak askerleri tarafından değil geniş çaplı bir uluslararası güç tarafından yürütüldüğü ortada. Operasyonda Türkiye’nin yer almasını engellemek için Ibadi’nin yabancı askerî güçlerin danışmanlık düzeyinde kaldıklarını söylemesi son derece gülünç.
Musul’da aslında bu kadar büyük bir gürültü koparılmasını haklı kılacak durum yok. Fakat Irak’taki askerî varlığı ve onun çok değişik amaçlar için yürüttüğü savaşı haklı gösterebilmek için IŞİD üzerinden yoğun propaganda yapılıyor. IŞİD tıpkı ikinci dünya savaşına gerekçe oluşturan Nazi orduları gibi abartılıyor. Musul’da adeta yeni bir Nazi ordusu bulunduğu, onunla savaşılabilmesi ve oradan çıkarılabilmesi için çok büyük bir yapılanmaya, kapsamlı askerî güç oluşturulmasına ve adeta bir dünya ittifakı kurulmasına ihtiyaç olduğu intibaı veriliyor. Buna rağmen Türkiye’nin de operasyona fiilen iştirak etmesine itiraz ediliyor.
Oysa örneğin sadece Türkiye; “Bu kadar gücü toplamaya gerek yok; önemli olan işi ciddiye almaktır. Siz bu işi bana bırakın size hiç ihtiyaç olmadığını ispat edelim” dese haklılığını birkaç gün içinde gösterebilir.
Fakat küresel emperyalizm gerçekte IŞİD’in tamamen etkisiz hale getirilmesini istemiyor. Bu gerçek onun yönlendirdiği muhtelif yorumcuların yorumlarına da yansıdı. Örneğin siyonist yorumculardan biri Musul operasyonunun IŞİD’i bitiremeyeceğine özellikle dikkat çekti. Bazı haberlerde Musul’dan çıkarılacak militanların Suriye’ye kaçmalarının sağlanması için bazı kanallardan geçiş imkânı sağlanacağı dile getirildi. Hizb’in lideri de operasyon yüzünden IŞİD militanlarının Suriye’ye kaçacaklarından endişe ettiklerini dile getirdi. Aslında bu bir endişeden ziyade planlı bir oyunun dillendirilmesiydi. “Endişe” olarak yansıtmakla kendini oyunun dışında göstermeye çalışıyordu. Gerçekte ise bu militanların Suriye’ye kaçmasının onlara bir zararı yok, Esed rejimine karşı değil direnişe karşı savaşacaklarını biliyorlar.