Eski genel başkan Deniz Baykal, “Ne müşteki, ne de tanık olarak ifade vermeme gerek yok” diyor.
Yarım saat sonra, avukatı konuşuyor: “Bütün delillerin bir örneği bize verilmezse, savcılığa gitmeyiz.”
Dikkat buyurun, Deniz Baykal’a “şu anlık bir suçlama” yapılmış değil.
En azından, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi Savcılığı’nın görev alanına giren bir konuda, suçlama yapılmış değil.
Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi savcısına gidip ifade verecek, ifadesinde; ya sadece tanık olacak, ya da isterse müşteki olacak!
Tanıklığa da, müştekiliğe de “yok olmaz” diyor eski genel başkan.
Ne garip bir iş bu?
Tanıklık, bir kamu görevi.
Her vatandaş, tanık olduğu olayları yargıya anlatarak, adaletin yerine gelmesine yardımcı olmalı..
Müşteki olup olmamak, kendi takdirinde diyelim..
Ama, yargıdan bu kadar korkacak ne var?
Üstelik Deniz Bey, bir hukukçu..
Hukukçu bir siyasetçi bile, “Ben ne tanıklık ederim, ne de müşteki olurum” diyorsa, vay halimize.
Veya bir başka açıdan olayı yorumlarsak, şöyle diyebiliriz: “O kadar vahim olayların/ilişkilerin içerisindeler ki, dosyada tanıklık veya müştekilik yapmaktan bile korkuyorlar!”
Eski genel başkanının durumu bu..
Peki; aynı soruşturma ile ilgili olarak, yeni genel başkan ne diyor?
“Ben gitmem, avukatımı göndereceğim” diyor.
Oysa; yeni genel başkanı da, tanık sıfatı ile dinlemek istiyor, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi savcısı.
İşe bakın siz! Bir olayın tanığı olan kişiyi savcılığa çağırıyorlar... Tanık, “Ben gitmem, avukatım gitsin” diyor.
Yani Kemal Bey’e sorulması gereken, “İklim hanımla ne konuştunuz?” sorusunu, avukata soracaklar: “İklim hanımla, Kemal Bey ne konuştu?”
Avukat ne cevap verebilir ki?
“Ne bileyim savcı bey, ben müneccim miyim?” demez mi?
Der.
Hatta Kemal Bey; muhtemel sorularla ilgili bilgileri avukata aktarmış olsa bile, avukatının dolaylı anlatımları “tanıklık” olur mu?
Olmaz.
Tanık, kendi bilgi ve görgüsünü yargıya anlatacak. Ki, onun adı tanıklık olsun.
Adliyeye işi düşenler mutlaka görmüşlerdir.. Hakimlerin şahit dinleme duruşmalarında tepelerini attıran malûm bir görüntü, sıklıkla tekrarlanır..
Hakim şahide sorar: “Ahmet ile Mehmet kavga etmişler. Bu konuda ne biliyorsun, görgüye dayalı bilgilerini anlatır mısın.”
Tanık “Ben kahvede iken, Metin’in bana anlattığına göre ...” der demez, hakimin de tepesi atar.
“Bırak Metin’in anlattıklarını, sen ne gördün, onu anlat.”
Veya, boşanma davasında Meral hanıma sorarlar: “Eşler geçinemiyormuş, ne biliyorsun, anlat bakalım..”
Tanık Meral hanım başlar anlatmaya: “Ben, komşum Ülkü hanıma gitmiştim. Ülkü hanımın anlattığına göre.. “ der demez, yine hakimin tepesi atar:“Sen ne gördün, onu anlat.Başkasının gördüğünü anlatma!”
Tanıklık işte böyle bir şey.
Dolayısı ile olayın şahidi olan kişi yerine, onun avukatının tanıklık etmesi diye bir şey mümkün değil.
“Kemal Bey, hukuk davalarında kendisi yerine avukatının mahkemeye gitmesi alışkanlığından bu cevabı vermiştir” diyeceğim ama..
Kemal Bey’de, “Ceza davası” ile “hukuk davası”nı ve dahi “tanıklık” ile “vekalet görevi”ni ayırt edemeyecek kadar bilgi eksikliği var ise, avukatları, kendisini uyarmalı değil miydi?
Eski ve yeni genel başkanların, yargıdan öcü görmüş gibi kaçmalarının ardından neler çıkacak, önümüzdeki günler göreceğiz. Bunun bir kısmını, bugünkü manşetimizden okuyacaksınız zaten.
Gelelim CHP’nin genel başkan yardımcısına. Tek dokunulmazlığı olmayan şahıs da, işte o. Yani Gürsel Tekin.
Onu da çağırıyor savcımız.
Gürsel Bey, dokunulmazlığının olmadığının farkında. Ve işi tersliğe dökmeden, “Pazartesi-Salı gideceğim” diyor.
İsterse gitmesin.
Şu an tanık da olsa, eğer gitmezse, polis zoru ile de götürülmesi sağlanabilir. Hatta; tanıklık, bir süre sonra, sanıklık noktasına da gelebilir.
Onun için, bıraksın “Yargının başka işi yok mu?” mavallarını da, Pazartesi günü savcıya gittiğinde ne diyecek, onun hazırlığını yapsın!
YENİ AKİT