İnsan doğası üzerine yapılan felsefi spekülasyonlar, onun bazen bir yönünü, bazen de bir başka yönünü vurgulayarak temellendirirler... Darwin, insan doğasını onun biyolojik varlığını öne çıkararak, Marx toplumsal varlığını öne çıkararak tanımlar.
Ama Darwin insanın, aynı zamanda toplumsal bir varlık olarak Topluma ihtiyaç duyduğunun ne kertede farkındaysa, Marx da insan biyolojisinin temel olgularının o kertede farkındadır. Ne Darwin insanın toplumsal bir varlık olduğunu ne de Marx insanın biyolojik bir varlık olduğunu görmezden gelmemiştir. Hele birini aşağılayıp ötekini yüceltme, asla söz konusu değildir. Birini öne çıkarma başka, ötekini yok sayma, başkadır çünkü...
İnsan, Aquino'lu Thomas gibi söylersem, bir unitas multiplex'dir;- bir çoğulluk içinde birlik! Veya Cusa'lı Nicholas gibi söylersem, bir 'coincidentia oppositorum';- yani, karşıtların birliği! İnsan hem bir akıl varlığıdır, hem bir içgüdü varlığı! Sokrates'ten Nietzsche'ye gelinceye kadar (Vico gibi bazı istisnalar dışında!) felsefe insanı bir akıl varlığı olarak tanımlamış; onu rasyonel kimliği üzerinden inşa etmiştir. Aklın, felsefe geleneği üzerindeki tahakkümünü, bir dekostrüksiyona, bir yapısökümüne uğratan Nietzsche'dir elbette...
Bunları niçin yazıyorum, sadede geleyim: 'Cumhuriyet' gazetesinde Ergin Yıldızoğlu, Hegel'in Tinin Fenomenolojisi'nden bir alıntıyı merkeze alarak, kahramanlar ve uşaklar farkı üzerinden bir okuma yaptı. Kahramanları, 'insan'a ilişkin tüm kimliklerinden soyutlayarak birer 'simge'ye indirgeyen bir okuma! İnsanın 'insan' olarak biyolojik ve psikolojik varlığını ('arzulayan makine') bütünüyle olumsuzlayan, hatta olumsuzlamakla kalmayıp bütün bunları 'sıradan, güncel ve bayağı' bularak aşağılayan bir okuma!
Bir kahramanı 'ete kemiğe bürünmüş' insan niteliklerinden kopararak, onu tek boyutlu bir simgeye, bir soyutlamaya dönüştürerek yüceltmenin düpedüz bir faşist okuma olduğunu söylemek gerekiyor. Ergin Yıldızoğlu'nun, Mustafa Kemal Atatürk'ü, insani olan her şeyinden soyutlayarak yüceltmesi, sömürgeci antropolojinin, Batılı beyaz insanı 'uygar'lık simgesiyle yüceltip, siyah Afrika'yı 'ilkel', hatta insan olmamakla aşağılaması arasında hiçbir fark yoktur: Kahramanı yüceltip, uşağı aşağılamak! Beyaz ırkı yüceltip siyahı aşağılamak! Akıl'ı yüceltip içgüdüyü aşağılamak! Faşist ideoloji, ister bir ırkı yüceltip ötekini aşağılasın; ister insanın bir yönünü yüceltip öteki yönünü aşağılasın, daima yüceltme ve aşağılama problematiği üreten değer yargılarıyla inşa edilir. Fransızların 'culte de personalité' ('kişiliklere tapınma') diye kavramsallaştırdıkları durum: Yıldızoğlu, Mustafa Kemal Atatürk'e, dolaylı yoldan hakaret ettiğinin farkında görünmüyor. Mustafa Kemal Atatürk'ü, 'Führer' diye yüceltilen ve işte bizzat kendisinin (Ergin Yıldızoğlu'nun) öne sürdüğü gerekçelerle bir tapınma simgesi haline getirilen Adolf Hitler'le ya da 'Caudillo' diye yüceltilen Franko ile aynı düzeye koyuyor. Onu 'sıradan, güncel ve bayağı' diye nitelediği her türlü insani özelliklerden arındırarak, bir insanüstü varlık kertesine yüceltiyor. Hem de kimi? 'Benim fani vücudum bir gün toprak olacaktır' diyen, 'insan' Mustafa Kemal Atatürk'ü!..
Can Dündar'ın 'Mustafa' filmi, bugüne kadar, Hegel payandalı Ergin Yıldızoğlu zihniyetiyle, Mustafa Kemal Atatürk'ü 'insani' özelliklerinden arındırıp yücelterek inşa edilen faşist tahakkümü dekostrüksüyona, yapıbozumuna uğrattı. Atatürk'ü, hem kahraman kimliğiyle hem de insan kimliğiyle (evet, ikisiyle birden ve birini yüceltip ötekini aşağılamadan!) sevmeye yöneltti. Koparılan kıyamet, bu yönelimi görerek telaşa düşenlerin şamatasından başka bir şey değildir...
ZAMAN