Mustafa Ünal’a verilen ceza ve “yargının bağımsızlığı” iddiası

Elif Çakır, “Zaman Gazetesi Davası” kapsamında gazeteci Mustafa Ünal’a verilen ceza bağlamında “yargının bağımsızlığı” iddiasını değerlendirdiği yazısında, dava dosyasındaki çelişkiye ve Ünal’ın kendisine gönderdiği mektuba değiniyor.

Elif Çakır’ın Karar gazetesinde yayımlanan yazısı (20 Nisan 2021) şöyle:

Görünürde suç unsuru yok ama yine de suçlu!

Hukukta “görünürde suç unsuru” olmadan suç, bunun da cezası olur mu? Ama biz de oluyor işte.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi “Zaman Gazetesi Davası”nda gazeteci Mustafa Ünal’ı mahkeme dosyasında suç unsuru olmadığı halde 10 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırdı. Yargıtay 16. Ceza Dairesi de yerel mahkemenin bu kararını onadı.

Peki, Mustafa Ünal’a verilen bu cezanın siyasi değil hukuki karar olduğunu söylenebilir mi?

Birkaç hafta önce Mustafa Ünal’dan bir mektup aldım. Gündem bir hayli yoğun olduğu için şimdi paylaşıyorum.

Sayın Ünal mektubunda “Yargılamanın hiçbir aşamasında adaleti göremedim. Hatta adaletin kokusunu bile alamadım” diyor.

Zaman gazetesi davasında Ahmet Turan Alkan, Mümtazer Türköne, Nuriye Ural, Şahin Alpay, Orhan Kemal Cengiz, Lalezar Sarıibrahimoğlu, Ali Bulaç gibi isimlerin de aralarında olduğu 11 kişi yargılandı. Ve neredeyse 11 kişi arasında neredeyse cezaevinde sadece bir kişi kaldı, Mustafa Ünal.

Bir mahkemenin “görünürde olmayan suç unsuru olmasa da” diyerek verdiği hapis cezasının hukuki olduğunu söylemek mümkün mü?

O mahkemeye sorulmaz mı? Suç unsuru olarak delil saydığınız 8 köşe yazısında “görünürde suç unsuru” yoktu madem, peki o zaman siz neye göre 10 yıl 6 ay hapis cezası verdiniz?

Dosyaya koyamadığınız, gizlilikteki “görünmeyen suç unsuru” nedir?

Şunu söylemeliyim ki bugün özellikle FETÖ davalarında hangi dosyaya el atılsa, bu dönemde yaşanan adalet sorunlarını anlatan tipik bir dava örneği niteliği taşıyor maalesef. Soralım adalet sorunlarını anlatan kaç tipik dava dosyası olur? Her dosya adalet sorunlarıyla dolu olabilir mi?

Dünyanın hiçbir yerinde hukukta böylesi garabetler yaşanmaz.

Ama bizim ülkemizde yaşanıyor. Yaşanıyor çünkü hukuk sopa olarak kullanıldığında, yargı siyasallaştığında hem hukuk yara alıyor hem de toplumun geniş kesimlerine yayılan adalet mağduriyetleri oluşuyor.

Yargının siyasallaşması sadece bu devrin sorunu değildir, ülkemizin kronik sorunlarından biridir. Her siyasi parti muhalefetteyken yargının siyasallaşmasından şikayet etmiş, iktidara geldiklerinde yargının siyasallaşmasına, hukukun sopa olarak kullanılmasına izin vermeyeceklerini vaat etmişlerdir ama iktidara geldiklerinde ise istisnasız bütün siyasi partiler yargının en çok siyasallaşan halini sevmişlerdir. Yargı her dönem siyasi partileri cezbeden bir güç olmuştur.

19 yıllık AK Parti iktidarı dönemine yine kendi iktidar ama muktedir olmadığı dönemlerinden bir örnek verelim.

2012 yılında dönemin başbakanı Erdoğan Danıştay Binasının açılış töreninde şöyle demişti:

“Yargının siyasallaşmasının karşısında ilk duracak olan biz oluruz. Biz yargının siyasallaşmasının, anayasal ve yasal sınırlarının aşılmasının bedelini bir insan, bir vatandaş, bir siyasetçi olarak da, hükümet olarak da, her türlü keyfilik ve dayatmanın faturasını hayatımızın çeşitli safhalarında ödedik. Erkler arasındaki ilişkinin sağlıksız şekilde kurulmasının, yargının siyasete müdahalesinin de yargıyı siyasallaştırmaya dönük siyasi müdahalelerinin de ülkeye ne büyük zararlar verdiğini gördük, yaşadık.” (4 Nisan 2012)

Evet, bu ülkede yargının siyasallaşmasının, hukukun sopa olarak kullanılmasının, yargının ideolojik kararlar vermesinin ağır bedelini ödeyen isimlerden biridir Sayın Erdoğan. Yargının siyasallaşmasının bir ülkeye nasıl zararlar verdiğini de bilir.

Siyasallaşmış bir yargı demek hukuk devletinin sonu demektir, bedelini bütün bir toplum öder.

Ödüyoruz da nitekim. Ekonomi çöküyor. Demokrasi yok oluyor. Ülkemizin itibarı zarar görüyor. İktidar yetkilileri her platformda, her fırsatta “itibardan tasarruf olmaz” diyorlar. Onlar tabii ki “itibardan tasarruf olmaz” diyerek başka şeylerden bahsediyorlar. Ancak yaşanan hukuksuzluklarla ülkemizin itibarı yerle yeksan oluyor.

***

Yargının gücünün ele geçmesi kimseye bir fayda sağlamamıştır. Bugün güçlü iktidar partisi AK Parti olur yargıyı ele geçiren yarın başka siyasi iktidar partisi olur. Sonuçta aklını ve vicdanını bugünün siyasi gücüne kiralayan yarın farklı mı davranacaktır? İradesine ipotek konulmasına müsaade ederek yasaları kendisine çizdiği sınırları aşan yarın aşmayacak mı?

Yassıada Mahkemelerinden bu yana yargının siyasallaşmasının ceremesini çekiyoruz. Öyle görünüyor ki çekmeye de devam edeceğiz.

Bugün yargıdaki siyasallaşmanın boyutunu anlatmak, geçmişle mukayese etmek mümkün mü? Değil, çünkü hiçbir dönemde böylesi yaşanmadı.

Yerel mahkemelerin AYM kararlarını, AİHM kararlarını uygulamadıkları, açıkça kafa tuttukları, direndikleri başka bir dönem var mı?

Mahkemelerin verdikleri kararların bir uçtan başka bir uca savrulduğu başka bir dönem var mı? Dün aynı dosya aynı kişi hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları veren yargı sistemi yarın aynı dosya, aynı kişi hakkında bu kez beş altı yıl hapis cezası verebiliyor.

Aynı dosyada yargılanan ve dosyadaki en hafif suçlamalara sahip biri hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası kararı çıkıyor, daha ağır suçlamaların olduğu dosyada ise tahliye kararı çıkıyor.

***

Ünal mektubunda altını çizdiğim satırlar şöyleydi, paylaşmak isterim:

“Yıllarca Ankara gazeteciliği yaptım. Herkesi tanırım. Ankara’da derdiğimi anlatacağım bir muhatap bulamadım. Bulamıyorum. Tanıdıklarım adalete karşı kör ve sağır. Benim de adaletten başka talebim yok. Kimseden merhamet, acıma beklemiyorum. Suçsuz olduğumu en iyi Ankara’dakiler biliyor. Yargılama sürecinde hiçbir somut suçlamanın muhatabı olmadım, ‘Değil mi ki Zaman’da yöneticilik yaptı. Elbette vardır bir suçu’ diye bakıldı. İddianamede savcı “görünürde suç unsuruna rastlanmayan yazılar” tespiti yaptı. 8 yazımın başlığı verildi. Ek klasörlerde yazılarımın metinleri dahi yoktu. Sözlü ve yazılı taleplerime rağmen yazı metinleri dosyaya konulmadı. Şaka değil, gerçek. Suç yok, şüphe yok, delil yok. Ama ceza var. Hem de en yükseğinden.”

Sayın Ünal durumunu uzun uzun anlatıyor. İçim acıdı. Yüreğim sızladı. Şunu söylemeliyim ki her gün cezaevlerinden mektuplar alıyorum. Her bir mektup yürek sızısı.

Yazıların sadece başlıklarının girdiği bir dava dosyası!

Savcı Ünal’ın yazılarını “darbeye teşebbüs” suçu iddiasıyla iddianameye koyuyor ama sadece yazıların başlıklarını. Yazıların içerikleri yok.

Sözlü ve yazılı taleplere rağmen yazılar dava dosyasına konulmamış!

Mahkeme Mustafa Ünal’ın Zaman gazetesinin temsilci olmasını suç delili saymış!

Yerel mahkeme yazı başlıklarına bakarak 10 yıl 6 ay hapis cezası veriyor, Yargıtay 16. Ceza Dairesi de mahkumiyet kararını onuyor!

Şimdi soruyorum. Yargı bağımsız ve tarafsız olsaydı. Hakimler başlarına bir iş gelmeyeceğinden emin olsalardı…

Ceza hukukçusu Prof. Dr. İzzet Özgenç yaşanan hukuksuzların sebebini şöyle anlatmıştı:

“Hakim güvencesinin mevzuat temeli yürürlükten kaldırılınca, bir hakim verdiği karar nedeniyle, hukuken sorunlu olup olmadığına bakmaksızın, sadece siyasetin duyarlılığı ile bağdaşmadığı için, hemen yer değiştirme işlemine tabi tutulabilmektedir. Hakimlerle ilgili yer değiştirme işleminin kolaylaştırılması, hakimden istenen kararın alınmasının önünü açtı. Yer değiştirme işlemine tabi tutulma endişesi, hakimlerin, siyasetin beklentileri doğrultusunda karar vermeye itmektedir. Vicdanının sesini dinleyerek karar vermekten uzaklaştırılan hakim, karakter olarak rahatlıkla satın alınabilir bir kişilik kazanmaktadır. Bu da toplumda yargıya olan güveni sarsmaktadır.” (19.10.2020)

Şimdi hakimler kendilerini güvencede hissetselerdi, vicdanlarının sesini dinleyebilselerdi hukuka uygun kararlar verebilselerdi Mustafa Ünal ve Mustafa Ünal’ların davalarından mahkumiyet kararları çıkar mıydı?

Bir yanda bu hukuksuzluklar yaşanırken, iktidar yetkilileri içeride ve dışarıda ülkemize saygı duyulmasını istiyorlar ve Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunu söylüyorlar.

Bu hukuksuzluklar yaşanırken iktidar Türkiye’nin hukuk devleti olduğuna inandırabilir mi?

Ne demişti Sayın Erdoğan 2012 yılında yargının siyasete, siyasetin yargıya müdahalesinin ülkeye büyük zararlar verdiğini gördük, yaşadık.

Peki, ama bütün bunlar neden yaşanıyor o zaman?

Yorum Analiz Haberleri

Avrupa'da İslami kimliğin geleceği
Amerika ikileminden kurtulalım
Yasadışı bahis bağımlılığının feci boyutları
Türkiye’de toplumsal değerlerin karmaşıklığı
Filistinlilerin yenilgiyi kabul etmesini mi bekliyorlar?