Dünyada hakkında en fazla kitap yazılan devlet adamı rekoru herhalde Atatürk'ündür ama hayatının özellikle çocukluk yılları hemen tamamen kendisinin anlattıklarına dayalıdır.
Bu hatıraların da büyük bir kısmının belgelerle desteklenmesi veya bağımsız kaynaklarca doğrulanması mümkün olmamıştır. Bu yüzden yazılan yüzlerce Atatürk biyografisinin ilk sayfaları bulanıktır.
Onu bunu bırakın, daha Atatürk'ün doğum tarihi meselesi bile halledilmiş değildir. Nitekim 1960'lara kadar bazı kitaplarda 1880'de doğduğu bilgisine rastlardınız. Künyesinde yer alan Rumi 1296 tarihi 1880'in sonları ile 1881'in başlarına rastlar, dolayısıyla tam olarak hangi ayda doğduğu bilinmediği için her iki tarih de geçerli sayılırdı. Ancak bize "1881-1938" kalıbı ezberletildiği için bundan sonra artık 1880 ispatlansa bile onun yerine geçme şansı kalmamıştır.
Mesela Selanik'te sivil Rüşdiye'ye (ortaokula) giderken kendisini dövüp kan içinde bırakan Kaymak Hafız'ın kim olduğu konusunda kafalar karışıktır. Kimisi ismine bakarak bu hocanın din öğretmeni olduğunu ve Atatürk'ün bu dayak yüzünden din adamlarına düşman olduğunu iddia etse de, Falih Rıfkı Atay "Çankaya"da "Kaymak Hafız" denilen hocanın matematik hocası olduğunu, aynı zamanda müdür yardımcılığı yaptığını söyler ve asıl isminin Hüseyin olduğunu açıklar. Atatürk biyografları "tamamen duygusal" davrandıkları için mesela Şevket Süreyya bu matematik hocasına demediklerini bırakmamış, hatta ona "sadist" ve "lenfatik, bıngıl bıngıl, alelade bir adam" sıfatlarını takmış ve ondan sonraki araştırmaları yönlendirmiştir.
Oysa bizzat Atatürk bu olayı, adeta hocasına hak verdirecek şekilde nakleder. Şöyle der: "Bir gün sınıfımızda ders verirken ben diğer bir çocukla kavga ettim. Çok gürültü oldu. Hoca beni yakaladı, çok dövdü, bütün vücudum kan içinde kaldı." Dayağın, son yıllara kadar okullarımızın ayrılmaz bir parçası olduğunu hatırlatmama gerek var mı?
Bir de Mustafa Kemal'in 1921'de Ahmet Emin Yalman'a "Büyük validem" diye tanıttığı anneannesi Ayşe Hanım vardır ve bu dayak olayı üzerine onu okuldan alan da o olmuştur. Dikkat ediyorum da, bazı kitaplarda bu anneanne gizleniyor ve onu okuldan alanın Zübeyde Hanım olduğu yazılıyor. Peki Atatürk'ün Selanik'te bir anneannesi varsa ve onun hayatını bu kadar etkileyebiliyorsa daha fazla üzerinde durulması gerekmez miydi?
Atatürk'e "Kemal" ismini verdiği öne sürülen Mustafa oğlu Kemal Bey'in üniformasıyla çekilmiş elimizdeki tek fotoğrafı.
Bir Mustafa daha...
İşte Mustafa'yı "Mustafa Kemal" yapacak gelişme de bu dayak olayından sonra yaşanacaktır. Mustafa, Ahmet adlı bir komşu çocuğunun etkisiyle ve bir oldu bittiyle Selanik Askerî Rüşdiyesi'ne yazılır (1894). İşte 1930'ların ortalarında söylenişinde ufak bir değişiklik yaparak "Kamâl"e çevirdiği ikinci ismi Kemal'e bu okulda kavuşur. Kendisi Ahmet Emin'e şöyle anlatır:
"(Matematik) Hocamın ismi Mustafa idi. Bir gün bana dedi ki: 'Oğlum, senin ismin de Mustafa, benim de... Bu böyle olmayacak. Arada bir fark bulunmalı. Bundan sonra ismin Mustafa Kemal olsun...' O zamandan beri ismim filhakika Mustafa Kemal kaldı."
Matematik öğretmenini "sert", yani disiplinli bir adam olarak hatırlayan Mustafa Kemal'in sözlerinden, ondan etkilendiğini çıkartabiliriz. Zira kendisinin matematikteki kabiliyetini görmüş ve bir tür belletmenlik görevi vermiş, gelemediği zamanlarda dersleri verme yetkisini tanımıştır.
Vamık Volkan ve Norman Itzkowitz'in birlikte yazdıkları "Ölümsüz Atatürk" kitabında ilginç bir ayrıntı dikkat çeker. Buna göre Şevket Süreyya Aydemir, "Tek Adam" adlı kitabını yazdıktan sonra şaşırtıcı bir bulguya rastlamış ve bunu 1974 yılında Vamık Volkan'a aktarmıştır.
Aydemir'e göre evet sınıfta iki Mustafa vardı ama bu iki Mustafa, hocası ile kendisi değildi. Aynı sınıfta Mustafa adlı bir öğrenci daha vardı. Sonradan zengin bir armatör olan bu kişi, Aydemir'e olayı başka türlü anlatmıştır. Armatör Mustafa'nın anlatımına göre "Atatürk'e Kemal adını veren öğretmen, bunu Mustafa'yı kendisinden değil, o öğrenciden ayırt etmek için yapmıştı."
Nitekim bizde hâlâ hocaların ismi öğrenciler arasında söylenmez, "matematikçi, fizikçi..." diye zikredilir. (İlkokul hariç hocalarımızın ismini genellikle hatırlamayışımızın sebebi budur.) Dolayısıyla Mustafa isminin hocasının ismiyle karışması söz konusu olamazdı. Ancak aynı sınıfta aynı isme sahip iki öğrenci varsa bir karışıklık çıkabilirdi ve Armatör Mustafa da bunu doğrulamaktadır. Volkan ve Itzkowitz, Atatürk'ün kendisini sınıf arkadaşıyla değil, hocasıyla özdeşleştirerek hatırlamasını ilginç bulur ve "onun görkemlilik duygusu ve abartılı özkavramı, olayı kendisine daha parlak gelen" hocasının ismiyle bağlantılandırarak hatırlamasına yol açtığı şeklinde yorumlarlar. Önemli bir ayrıntı olmakla birlikte hikâyenin dışarıdan katkıyla aldığı yeni şeklin hâlâ Atatürk kitaplarına alınmaması ilginçtir.
Orhan İlmen'le evindeki görüşmemiz sırasında.
Geçenlerde ziyaret ettiğim bir evde bu olayın aydınlatılmasına yarayacak bir bilgiye de ben rastladım. Denizcilik Bankası'nın kurucularından Mustafa Harun İlmen'in oğlu Orhan İlmen, 1934 Almanya doğumlu. Babası Berlin'de Yüksek Teknik Okul'da profesörken Atatürk tarafından 1938'de Türkiye'ye davet edilmiş ve o zamanlar astronomik bir ücret olan 500 lira maaşla göreve başlatılmış. Ancak Atatürk ölünce müdür yardımcılığına indirilen İlmen'in maaşı da 125 liraya düşürülmüş ve 3 gün boyunca başına 3 bin mumluk ampul dikilerek polis tarafından sorguya çekilmiş. "İnönü'nün ilim adamına layık gördüğü muamele buydu. Atatürk öyle miydi ya?"
Orhan Bey bunları anlatırken elini duvara doğru uzattı ve bir tabloyu gösterdi: "Bu da dedemin fotoğrafı." Ben tam neden bu tabloyu gösterdiğini soracakken cevabı kendisi verdi: "Hani Atatürk'e Kemal ismini veren hoca var ya, o budur işte!"
Ancak o zaman fotoğrafa alıcı gözle bakmaya başladım ve sordum: "Nereden biliyorsunuz?" Orhan Bey, aile içinde dolaşan bilgiyi aktardı bana. Babasının ilk adının Mustafa oluşundan başladı, büyük dedesinin isminin Muhammed oğlu Mustafa olduğundan söz etti ve nihayet yanda resmini gördüğünüz kılıcıyla poz veren dedesinin isminin Mustafa oğlu Kemal olduğunu söyleyince "Yoksa Kemal isminin kaynağı kendi adı mı?" diye sordum gayri ihtiyari. Cevabı şu oldu: "Dedemin ismi Kemal, babasının ismi Mustafa; ama çoğunlukla babasının ismiyle anılırmış. Atatürk'e de Kemal ismini kafasından değil, kendi isminden vermiş."
Doğru olabilir de, olmayabilir de. Ben diyorum ki, tarih, yeni girdilere kapısını kapalı tuttuğu sürece fosilleşir. Buyurun, araştırın.
ZAMAN