Mustafa Armağan’a Verilen Ceza Karşısındaki Sessizlik Niye?

Yeni Şafak’ta yayımlanan bugünkü yazısında Merve Şebnem Oruç, Mustafa Armağan’a, tarihi değere sahip bir mektubu tercüme ederek yayımladığı için “Atatürk’ü Koruma Kanunu” marifeti ile verilen ceza karşısındaki sessizliği sorguluyor.

Mustafa Armağan ve Kulakları Sağır Eden Sessizlik

Merve Şebnem Oruç / Yeni Şafak

Galileo Galilei yaşadığı çağda Kopernik’in Dünya’nın Güneş’in etrafında döndüğü tezini savunuyordu. Kiliseyse Dünya’yı evrenin merkezine koyan bir duruşa sahipti ve Papa’ya karşı gelmek o dönemde çok tehlikeli bir işti. On yıl boyunca sustuktan sonra, sonunda 1632’de “İki Ana Dünya Sistemi Üzerine Diyaloglar” kitabını yayınlayınca, Engizisyon Mahkemesi’nin karşısına çıkarıldı. Kopernik’in tezini reddetmeye, dünyanın güneşin etrafında döndüğünü inkar etmeye zorlandı. İnandığı ve üzerinde yıllarca çalıştığı gerçeği mahkeme önünde açıkça savunamamış olsa da hayat boyu kitap yazmaktan ve yayımlamaktan men edildi; hapis cezasına çarptırıldı. Yaşadıkları çok trajikti ama yine de, Giordano Bruno’nun yaşadıkları düşünülünce oldukça şanslıydı.

Bruno 1584 yılında yayınlanan “Sonsuz Evren ve Dünyalar” kitabında evrenin sonsuz olduğunu ve dünyanın tek olmadığını iddia ettiği için Engizisyon tarafından tutuklandı. Uzun süren yargılaması sonunda tezini inkar etmediği için ‘tanrıtanımaz’ ilan edildi ve “kanı akıtılmadan işkence edilerek öldürülmesine” karar verildi. 17 Şubat 1600’de Roma’nın Campo dei Fiori meydanında bir kazığa bağlandı ve diri diri yakılarak öldürüldü.

Bu hafta tarihçi ve Derin Tarih Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Armağan’a 5816 sayılı “Atatürk’ü Koruma Kanunu”nu ihlal ettiği gerekçesiyle 1 yıl 3 ay hapis cezası verildiği haberini okuyunca aklıma gelen ilk şey, Orta Çağ Avrupası’nın Engizisyon Mahkemeleri’nde Galilei ve Bruno gibi pek çok bilim adamının başına gelenler oldu. Galilei ve Bruno haklı oldukları ve iddia ettikleri şey bir gerçek olduğu halde korkunç şeyler yaşamıştı. Ama savundukları tezler doğru olmasa da onlara yaşatılanlar yine de yanlış olurdu. Örneğin Bruno, çoğunlukla bir bilim adamı titizliğinden uzak çalışmasıyla ve acele sonuçlara varmasıyla bilinir ancak evren dediği sonsuz olmasaydı bile bir kazığa bağlanarak diri diri yakılmalı mıydı?

Bugün elbette ve çok şükür ki kimse, en azından bizim yaşadığımız coğrafyada, Orta Çağ’ın karanlığında olduğu gibi korkunç işkencelere maruz kalmıyor. Çok şükür ki, Mustafa Armağan’ın da hapis yatması söz konusu değil; denetimli serbestlikten yararlanacak. 5816 sayılı Kanun nedeniyle Türkiye’de kimler kimler hapis cezasına çarptırılmadı; kimler özgürlüğünden men edilip içeride gün saymadı ki... Ayrıca verilen hapis cezası bir ara karar niteliği taşıyor. Ancak yine de bu devirde, bir tarihçinin bir tarih dergisinde tarihi bir belge yayınladığı için mahkemede yargılanması ve hapis cezası alması akıl alır şey değil.

Armağan’ın ‘suçu’ neymiş, bir bakalım: Mustafa Kemal Atatürk’ün eşi Latife Hanım’ın Boston Sunday Advertiser gazetesinde 21 Şubat 1926 nüshasında çıkan haberi Türkçe’ye tercüme ederek Derin Tarih dergisinde yayımlamak...

Yani Armağan, tarihi değere sahip ve daha önce yayınlanmış olan bir mektubu orijinaline sadık kalarak çevirip yayınladığı için “Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret etme” suçunu işlemiş oluyor. Şaka gibi...

Cezasının ertelenme hakkı kendisinde olmasına rağmen bu haktan yararlanmayı kabul etmeyen Armağan, “Ben suçsuzum, yanlış bir şey yaptığıma inanmıyorum ve bu hakkı kullanmayı reddediyorum,” diyerek beraatını istiyor ancak mahkeme aksi yönde karar veriyor. Üstüne üstlük hakimin, duruşmanın ardından “Bıçak sırtı gibi bir konumdaydı davanız. Yan salondaki mahkeme size rahatlıkla beraat verebilirdi ama ben tercihimi cezalandırılmanız yönünde kullandım,” dediği ifade ediliyor. Gerçekten şaka gibi...

Ben de Armağan’ın yanlış bir şey yaptığına inanmıyorum. Tarihi niteliği olan bir belgeyi Türkçe’ye çevirerek yayımlamanın suç olduğuna çoğu kimsenin inandığını da düşünmüyorum. Ama herhalde, söz konusu kararın bazı medya organlarınca, geçtiğimiz aylarda TVNET’te yayınlanan bir programda yaşananlar nedeniyle verilmiş gibi gösterilmesi nedeniyle böyle büyük bir sessizlik var hem medyada hem de kamuoyunda. Armağan hakkında mevzubahis program sebebiyle mahkeme tarafından takipsizlik kararı verilmiş olsa da, o dönemdeki tepkilerin bir linç kampanyasına dönüştürmesinin sonuçları bugün de etkisini sürdürüyor. Muhtemelen son dönemde sıkça karşılaştığımız “Ak Parti Atatürkçülük mü yapıyor?” polemikleri sonucu, normal zamanda böyle bir haksız yargılamaya tepki verecek ve tepki vermenin daha zor olduğu geçmişte bunu yapmış olanlar da böyle bir haksız karara karşı görmemiş gibi yapmayı yeğliyor.

Daha önce pek çok çevreden çok sayıda tarih bilimci, araştırmacı ve yazar, günümüz Türkiye’sinde tarih bilimine en büyük kötülüğü yapan kanunlardan biri olan 5816’nın kaldırılması yönünde yazdı, çizdi, çağrıda bulundu. Ancak ne yazık ki, o kanun hala orada duruyor ve şartlar uygun olduğunda ‘bıçak sırtı’ bir davada, hakimden hakime değişecek sübjektif bir değerlendirmeyle devreye alınabiliyor.

Ne diyelim; siz aksini söyleseniz de tarihi bir belge yayınlamak suç değil, olamaz. Son 15 yılda en azından bu gibi konularda biraz ilerlediğimizi sanıyorduk; galiba yanılmışız. Bu yanda birkaç cesur yazı haricinde kulakları sağır eden sessizlik, öte yanda ise neredeyse Mustafa Armağan’ı kazık çakıp yakmaya hazır bir güruh var; bu garip hal onu gösteriyor.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!