‘’Müslümanların Mücadele ve Mücahede Yöntemleri"

Bartın Özgür-Der’de bu hafta ‘’Müslümanların Mücadele ve Mücahede Yöntemleri Üzerine’’ konusu işlendi. Cihat Özdemir ve Abdurrahman Kuşçu konuyla ilgili sunum yaptı.

Seminerde şu vurgular öne çıktı:

Asrı Saadet sonrası Müslümanların tarihinde belli kırılmalar yaşandı. Hz Osman’ın öldürülmesinden sonra temel yaklaşımları ve yöntemsel kabulleri etkileyecek iç savaşlar ve çekişmeler dönemine girildi. İslami metot arayışı ve yaklaşımlarda ‘Müslüman akıl ve irade’genel anlamda artık daha hissi ve savunmacı formüllere başvurdu. Devlet yönetimi, siyasi iktidar, ümmetin durumu, kaynaklara yaklaşım, toplum değerlendirmelerinde sorunu çözen bir birikim ve tecrübe olmaktan ziyade ayrışmayı derinleştiren mezhebi (itikadi ve ameli ahkam ve pratik tercihler konularında) ve hizbi tezahür müşahhas hale geldi.Meşruiyet arayışında tarafların kendilerini Rasulullah(s) dönemine isnat etme kaygısı rivayetlerin membağındanitibaren ve delile (rivayete)yüklenilen değerlilikte blok ayrışmayı mücessem hale getirmiş oldu. Artık Şia ve Sünni çevreler, dini saikle kurulu hayatlarına müteallik hemen tüm detaylarda, muhalif, birbirine zıt ve tekfirci yaklaşımları benimseyerek, rivayetlere daha güçlü tutunup delillerine kendi zaviyelerinden kattıkları anlamlarlahükmiyet  kazandırmış oluyorlardı. Rabbimizin kat’i ve en muhkem buyruğu olan Kuran’ın aydınlığıve Rahmani mev’ızadan uzaklaşmış malum kadük durum, ümmetin güçsüzleştiği, zanniliğin, ezoterizmin, batıniliğin, politik ve güçten yana bir din üretme yaklaşımlarının belirleyen konumunda olduğu, vahiy dışı dünyadan intikal eden heterojen tercümelerin kirlerinin de izini taşıyan münharif bir süreci geliştirip büyütür hale geldi.

Son dönemlerde İslami cihadın küreselleşmesi adı verilen, Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda yakın tarihten bu yana yaşanan sömürü ve işgallerin, ümmetin zayıflaması, dağılması ve ezik hale gelmesi sonucunu doğurduğunu, bu durumun Müslümanlara batılılara karşı cihad etmeyi zorunlu kıldığı düşüncesini kalkış noktası alan yöntemleri konuşmamız gerekiyor.150 yıldır İslam dünyasına ölümler, vatanlarından tehcir, fakirlik, mültecilik ve batıcıdiktatörlük rejimlerini armağan eden işgalci batı dünyasının yaşadığı yerlerde sivillerin günlük yaşantılarını sürdürdükleri ortamlarda bombalar patlatmanın analizini masaya yatırmak gerekli.Yine aynı önemlilikte 2011 de başlayan Arap devrimlerinin ardından iktidara İslamcıların gelmesi karşısında telaşlanan, ardından Mısır, Libya, ve Yemen’de darbecilere darbe yaptıran, Mısır meydanlarında cuntanın binlerce Müslümanın öldürülmesini görmezden gelen, halen Suriye’de Eseddiktasının  300.000 kişiyi katletmesini adeta yok sayıpIŞİD’i bahane ederek orada Baasdiktatörlüğüne karşı direnen muhalifleri bombalayan  işgalci batının iki yüzlülüğünü de değerlendirmemiz şarttır.

Daha önceki seminerlerimizden birinde Şii köktenciliğikısmen ele almıştık. Bu gün siyasal ve teolojik atraksiyonlarıyla Şii mezhepçiliğini yaymaya çalışan İran,  Müslüman dünyada Suriye, Irak ve Yemen’de köktenci cihadi Şii terörüstratejisini uygulamaktadır, biz bu konuyukonuşmayı başka oturuma bırakalım. Bu akşam Sünni gelenekte tebarüz etmiş ana akımlardan biri olan ‘Selefiliği’ konumuzla ilgili eleştirel açıdan konuşmak istiyoruz. Konumuzla ilgili şunları söylemek mümkündür;

Selefi düşüncenin merkezinde yer alan “nasları olduğu gibi kabul etme, yorumlamama esası sonuçta akli bir çıkarımdır. İstidlale karşı çıkan selef aslında bu görüşüyle aslında istidlali kendi başlatmıştır.Eş’ari, Selefi muarızlarını; “Siz kelam ehlini, dinî asıllar mevzuunda konuşmaktan men ederken,ken­diniz istediğiniz meseleler hakkında konuşuyorsunuz.Ne var ki, aciz kaldığınız zaman konuşmaktan men olunduk diyorsunuz.”di­yerek eleştirmektedir.Selefiyye’ye göre nas; Kur’an ve Hz. Peygamber’in hadisleridir. Kur’an zaten Allah’ın kitabıdır ve onun hükümleri tartışılmaz. Hz. Peygamber’in hadisleri de :“O kendi hevasından konuşmaz, onun konuştuğu an­cak vahiydir.”(53/1-4 ) ayetinden dolayı Kur’an gibidir.Bu yaklaşım, Kur’an-hadis sıralamasını bozmaktadır. Allah’ın kelamı ile Resul’ün sözünü eşitlemektedir. “Usvetün-hasene” olan Resul’ü de örnek alı­nabilir konumundan uzaklaştırmaktadır, çünkü her dediği vahiy olan, her yaptığını vahiyle yapan birinin örnek alınması mümkün değil­dir.Mezkûr ayetin, vahyi “beşer sözü” olarak ni­teleyen müşriklerin iddialarına cevap olarak indiği açıktır. Çünkü “Abe­se” gibi birçok örnekte olduğu gibi Allah, Resulü’nün yaptığı yanlışları düzeltmektedir. Ayrıca rivayetlerde de Resul’ün bazı sözlerini düzelttiğine dair birçok örnek vardır.Selef bu ayete dayanarak Hz. Peygamber’in hadislerinin Kur’an ayeti hükmü taşıdığına inanır. Ehl-i Rey ise genel anlamda hadisle­rin hüküm koyucu olduğunu kabul etmekle beraber, itikadi konularda hadisleri izah edici olarak kabul eder.Ehli Rey, hadislerin delil alınması konusunda da bazı ölçüler getirmiştir. Selefiler ise nasların yorumundan kaçındıkları için hadislerin genel ilkelere aykırı olmasından çok, hadisin senedine bakmışlar, senedi sağlam olan ha­disleri itirazsız kabul etmişlerdir. Nasları harfi anlama anlayışının oluşturduğu garabete en iyi örnek,  herhalde Mekke’nin bugünkü halidir.İnsanların geçmiş eserleri kutsamasını  engellemek amacıyla yıkılan tarihi eserlerin yerine dikilen  Hiltonlar, Rama’dalar bu zihinde herhangi bir rahatsızlık oluşturmamaktadır. Selefiyye, insanların soru sormamalarını, kendilerine ulaşan haberlerle yetinmelerini ister.Selefiyenin Peygambere ilşkin tutumu İbn  Ömer geleneğine dayanır ve örnek almaktan ziyade taklit etmeyi içerir. İbn Ömer Rasül’ü  birebir taklit ederdi. Resul’ün deveye bindiği yerde biner,dinlendiği yerde dinlenirdi.Selefiyye ‘’Hidayetin en hayırlısı Muhammed(s)’in hidayetidir. İşlerin en şerlisi sonradan ortaya çıkandır. Her yeni şey bidattir,her bidat dalalettir, her dalalet ise cehennemliktir.’’ Hadisini temel prensip edinmiştir. Selefiyye sahabenin de Peygamber gibi seçildiğini iddia eder. Ne kadar aksi iddia edilir­se edilsin bu anlayış sahabeyi masumlaştırır. Sahabe seçilmemiştir, seçilen Peygamberin davetini kabul edip canla başla bu uğurda mücadele etmiştir.

Tekfir: Kendini Müslüman kabul eden birinin, söy­lediği bir söz ya ‘da sergilediği birdavranış nedeniyle, insanların dinînden çıktığını söylemeye ve bunu bir hüküm olarak kabul etmeye denir. ‘’Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler,kafirdir’’ (Maide:44). Bir kimseyi tekfir etmek, ne demektir? Kendisine selâm verilemeyecek, dostluk ve samimiyet kurulamayacak, gönülden sevilemeyecek, kız alıp verilemeyecek, ortaklık gibi yakınlık isteyen ilişkilere girilemeyecek, cenazesine katılınamayacak, ahirette de sonsuz bir şekilde ceza çekecek, ebedî cehennemde kalacak şeklinde bir hüküm verilmiş olmaktadır. Hırsızlık,adam öldürme gibi konularda bile uzun mahkeme sürelerinden sonra, kararı mahkeme verirken; bir Müslümanın tekfiri kararı bu kadar keyfi verilememelidir.Rasûlullah (s), bunun çok sorumluluk isteyen bir hüküm olduğunu belirtir: “Bir kimse diğer bir kimseyi fıskla veya küfürle itham etme­sin. Aksi takdirde, itham edilen arkadaşında bunlar yoksa kelime (itham ettiği sıfat) kendine döndü­rülür.” (Buhârî, Edeb 44)

Esef vericidir ki, Müslümanların hatırı sayılır bir bölümü, daha sonraki dönemlerde birbirleriyle siyasi iktidar mücadelesine devam etmişler ve bu süreçte işi akaid tartışmalarına ve hatta bir diğerini tekfir etmeye kadar götürmüşlerdir. “Kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında ise merhametli"(Fetih 48/29) olmaları gereken Müslümanlar, iman ve din kardeşlerine karşı şiddetli ve hatta düşmanca davranıp birbirlerinin kanını akıtmayı sürdürünce de; “Allah'a ve Peygamber'ine itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin! Yoksa çözülüp yılgınlaşırsınız ve- rüzgârınız (gücünüz, devletiniz) gider..."{Enfal 46) “rüzgârları” ve devletleri gitmiş, yeryüzünde Allah’ın dışındakilerin Din ve düzeni egemen olmaya başlamıştır. Müslüman, “Müslümanım” diyeni sevmek ve onu “din kardeşi" olarak dost edinmek zorundadır.“İman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız." (Müslim, İmân 93; Tirmizi, Sıfdtu'l-Kıyöme 56)Müslüman, Müslüman kardeşine dua etmek ve ona kin ve nefret duymamak zorundadır:“Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve imana ermiş olan(lardan hiçbiri)ne karşı kalplerimizde bir kine yer bırakma. Ey Rabbimiz! Sen çok şefkatli ve merhametlisin. ” (Haşr 59/10)

Müslümanlar arasında savaş çıktığında takınılacak tavır ise, aralarını adaletle düzeltmektir:“Eğer müminlerden iki topluluk birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltiniz; eğer biri diğeri üzerine saldırırsa, saldıranlarla Allah’ın buyruğuna dönmelerine kadar savaşınız; eğer dönerlersearalarını adaletle bulunuz, adil davranınız, şüphesiz Allah adil davrananları sever.(Hucurat 49/9)

Günümüz Selefiliği; Suud etkisindeki, tevhidi korumak, bidat ve hurafelerle mücadele iddiasındaki ilmi Selefilikile,el-Kaide öncülüğündeki işgalciler ve işbirlikçileri ile mücadeleye öncelik veren CihadiSelefilik (küresel cihad) olarak (daha alt akımları da olan) iki ana akım halindedir.

CihadiSelefiliğin ortaya çıkışı; ‘’Haram ay, haram aya karşılıktır. Barışa hürmet de karşılıklıdır. Kim size saldırırsa, siz de ona denk olacak şekilde saldırınız. Allah'tan sakınınız ve biliniz ki, Allah sakınanlarla beraberdir.’’(Bakara/194)

 ‘’Kitap Ehlinden inkâr edenleri ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur. Onların çıkacaklarını siz sanmamıştınız, onlar da kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Böylece Allah(ın azabı) da, onlara hesaba katmadıkları bir yönden geldi, yüreklerine korku saldı; öyle ki evlerini kendi elleriyle ve mü'minlerin elleriyle tahrip ediyorlardı. Artık ey basiret sahipleri ibret alın. ‘’(Haşr/2)

1970’lerde Mısır’da mutedil İhvan’ın yanında silahlı Selefi bir akım vardı, ve bunlar Mısır yönetimince yenilince, Ruslarca işgal edilen Afganistan’a cihat için gittiler. Afganistan’a Suudi Arabistan’dan da talebeler gitti. İhvan kökenli olup aynı zamanda Filistin’de İhvan’a yakın,, selefi eğilimli olmakla beraber mutedil ve toparlayıcı bir alim olan AbudllahAzzam Afganistan’a cihat için gelenleri örgütledi.Afganistan’a dışarıdan gelen selefi eğilimli grupların yanında, katı Hanefi anlayışa sahip Taliban grubu da vardı. Bir araya gelen bu gruplar, başta Afganistan olmak üzere tüm İslam dünyasında batı işgali ile batıcı diktatörlüklerin bitmeyeceğini görünce, cihadı sorunlu tüm İslam beldelerine ve bizzat batının kalbine taşımak amacıyla El-Kaide’yi kurup, buralarda örgütlenip,  11 Eylül Saldırısı gibi sansasyonel – ses getirici eylemler yapmaya başladılar.

Selefilik El Kaide ve Daiş;El-Kaide bu gün özellikle IŞİD ile yaşadığı gerilimlerin de etkisiyle daha mutedilleşmiş, cihadı sadece fiili işgalciler ile yerli işbirlikçilerine karşı yürütüp, halkın tevhide aykırı anlayış ve uygulamalarını zorla değil ikna ile düzeltmeye çalışan en azından niyet olarak, sivillere karşı saldırıları tasvip etmeyen bir forma yaklaşmıştır. El-Kaide’den kopan İşid ise, tam tersine sert formunu koruyan, kendisine biat etmeyen tüm Müslümanları tekfir eden, halkın tevhide aykırı anlayış ve uygulamaları zorla değiştirmeye ve halka zorla şeriat kurallarını tatbik etmeye çalışan bir forma bürünmüştür.

İşgal ve zulüm olgusunu görmeden kategorik olarak “şiddet” karşıtlığı temelinde bir İslam anlayışı ortaya koymak doğru değildir. Müslümanları alaşağı etmeye çalışan Batıcı, liberal, solcu, kürtçü, İrancı söylem ve mantıkla hadiseleri değerlendiremeyiz. Bazı Müslümanların İslam’ı müdafaa noktasındaki acizliğini görüp mukayese yapmamız lazım.  Emperyalizm, işgal, diktatörlük, baskı, zulüm gibi ciddi gündemleri olamayanlar çok rahat bir şekilde(vakfına, derneğine, hizbine, cemaatine, hocaefendisine, küçük bir eleştiri olduğunda)  İslam adına ahkâm kesebiliyorlar.

 

Etkinlik-Eylem Haberleri

Bursa’da Suriye devrimi ve Gazze konuşuldu
"Sürünün İçinde Dijital Dünyaya Bakışlar"
Başakşehir’den Gazze direnişine bin selam!
Adana Özgür-Der’de “Emperyalizm ve Siyonizm İlişkisi” konferansı düzenlendi
Özgür-Der Gençliği “İslami Perspektiften Psikoloji” kitabını değerlendirdi