'Müslümanların İktidarla İlişkileri ve Hareket Yöntemleri'

Sarıyer Özgür-Der'de bu ay Rıdvan Kaya’nın sunumunu yaptığı seminerin konusu “Müslümanların İktidarla ilişkileri ve Hareket Yöntemleri” başlığını taşıyordu. 

Konuşmasına “Türkiye’de rejimin kuruluş aşamasında İslami kimlik, emperyalist devletlerin elinde sömürge haline gelmiş hiçbir İslam ülkesinde olmadığı kadar baskı görmüştür. Kemalizmin Türkiye'de yapmaya çalıştığı dönüştürme mücadelesinin bir benzerine diğer İslam coğrafyalarında rastlamak zordur. Toplumun dinini, kültürünü, dilini, tarihini tümden değiştirmek için her türlü girişimde bulunulmuş ve bu baskılar yakın geçmişe kadar devam etmiş, halen de fırsatını kollamaktadır.

Kur'an'ın, ezanın, giyim kuşamın yasaklanması, harflerin değiştirilmesi, tarihi ve dini tüm değerlerin unutturulması ve bu süreçte koca bir topluma türlü baskıların uygulanmasına şahit olundu.

Bu dönüştürme çabasının en şiddetli geçtiği dönem elbette tek parti dönemi olmuştur. 1950’lere doğru baskı azalmasına rağmen devletin, toplumu dönüştürme çabası, tepki farklılaşmasına rağmen devam etmiştir” tespitleriyle başlayan Rıdvan Kaya “28 Şubatta ortaya koyulan baskıyı, bu dönüştürme düşüncesinin güncellenmiş bir tepkisi olarak yaşadığımızı” ifade ederek, Kemalist kimliğe ilişkin şu sözlerle konuşmasının tarihi arka plan içeren ilk bölümünü tamamladı:

“Tabii bugün Kemalist ideoloji halkla bütünleşik, anlayışlı gibi gözüküyor olabilir. Kemalizmin tarihi alt yapısına baktığımızda kimliğimize yönelik değiştirme politikalarının, onların varlık amaçlarından biri olduğunu görürüz.”

AK Partili Yıllar…

“2002’de AK Parti (Adalet ve Kalkınma Partisi) iktidarı gündeme geldi. AK Parti kendini muhafazakar, demokrat olarak tanımladı. Ama kurucu kadroların 28 Şubatta İslami dönüşümde rol oynayan kişilerle bağı sebebiyle, 28 Şubat Kemalist oligarşisinin hedefindeydi.

İlk dönem yargı ve bürokrasi eliyle, iktidarda olan AK Parti'nin hareket alanını kısıtlamaya çalıştılar. 2007 Cumhurbaşkanlığı seçiminde Kemalist vesayet sisteminin 2. kurumu olan Cumhurbaşkanlığını AK Parti’ye kaptırmamak adına çeşitli bahaneler üretirken, öte yandan "başörtülü kimse başkan olamaz" gibi asıl öfke sebeplerini dile getirmekten de çekinmiyorlardı. Cumhuriyet mitingleri, ordu göreve, üniversitelerde hareketlilik, “sözde değil özde laik başkan istiyoruz” gibi bayraklaştırılmış tepkilerle AK Parti iktidarına baskı oluşturmaya devam ettiler. Bu gibi genel hatlarda çekişme ile AK Parti'nin iktidar süreci devam etti.

Cumhuriyetin 97 yıllık dönemi itibarıyla, AK Parti'nin dönemini İslami talepler tarafından en özgürlükçü, çözüm üretici, toplumun önünü açıcı, baskı ve tektipleştirmeyi terk eden ve kısmen İslami dönüşümün desteklendiği bir dönem olarak tanımlayabiliriz. Kolay bir 17 yıl değildi. Kemalizm birçok farklı kurumla, AKP iktidarına baskı kurmaya çaba gösterdi. Bu yapılan saldırılarda AK Parti iktidarını açıkça destekledik. İktidarın Kemalist dayatmalara boyun eğmemesi için mücadele verdik.

Özellikle 2011 sonrası AK Parti'nin İslami kimliği sahiplenmesi daha da arttı. Arap/Ortadoğu İntifadalarına karşı tutumu İslami bir hassasiyetti. Mısır, Tunus, Libya, Suriye’deki halk hareketlerine sahip çıkması, AK Parti'nin kimliğimizle özdeşleşen eylemlerindendi. Bu tepkiyi iç ve dış baskılara rağmen halen sürdürmekte. Kararlı ve onurlu bir duruş sergilemektedir. Gerek Ortadoğu İntifadaları gerek Filistin meselesi, Katar’a ve İran’a uygulanan boykotlarda, kısaca ümmeti önemseyen her politikada İslami camianın AK Parti iktidarını sahiplenmesi daha da arttı.

Sahiplenme ile Endekslenmeyi Birbirinden Ayırmanın Zorunluluğu

Bu sahiplenme anlaşılabilir bir şeydi ve olmalıydı da. Maalesef sahiplenme süreci zamanla evrildi. İslami camialar bir noktadan sonra iktidarın her şeyine sahip çıkmak gibi bir eğilime girdi. Bu eğilim, ölçüsüzlükleri de peşinden getirdi. Özellikle 15 Temmuz sonrası iktidarın milliyetçi söylemlerini içselleştiren yansımalar oldu. Türkiye merkezli kimliksel yaklaşım tarzı İslami camiada çoğaldı. İslami camialar iktidara  endekslenildi. 

Oysa İslami kimliğimiz sorgulamayı gerektirir. Ola ki iktidarı İslami kimlik sahibi bir kitle yürütsün yine de iktidara endekslenmek müminin kimliği ve Allah'a sorumluluğu sebebiyle olacak bir iş değildir. Ashabtan aktarılan şu hadise çok mühimdir: Hz. Ömer Halife iken “benim yanlış yaptığımı görürseniz ne yaparsınız” diye sorunca, Ashabtan biri kılıcını çekmiş ve “seni bu kılıcımızla düzeltiriz ey Ömer”. demiştir. İdeallerimiz ve hedeflerimiz konusundaki yegane kaynağımızın Rabbimiz olduğunu unutmamalıyız.

Bu bağlamda iktidar içinde bulunduğu sıkışmışlık durumları sebebiyle çokça hata yapabilir. İslami camialar sahabe örnekliğindeki gibi iktidarı kuşatan vakıalardan bağımsız, vahiy örnekliğinde iktidarı da ıslah edecek bir duruş sergilemelidir.

Eleştirilerimiz Yıpratma Değil Islah Amaçlıdır

Bizim eleştirilerimiz AK Parti’yi yıpratmak maksatlı değil elbette. Geçen 17 senede gördüğümüz şey, AK Parti iktidarının toplumun ve Müslümanların lehine hareket ettiğidir. Gerçekçi bir yaklaşım sergilemek zorundayız. Bu süreci eleştirmekle ve yanlışlarını ortaya koymakla birlikte desteğimiz de devam etmelidir. Yanlışlarını konjonktür sebebiyle anlayabiliriz fakat mazur ve meşru görmemiz mümkün değildir. Böyle yaparsak iktidar da biz de yozlaşırız.

Mesela iktidarın Putin ile ilişkileri düzeltmesi bizim de ona karşı muhabbet beslememizi gerektirmez. İktidarla arası düzeldi diye 28 Şubat’ın faillerinden, imzacılarından olan Bahçeli'yi kahraman ilan etmeyiz. Ya da yargıdaki hukuksuzlukları gözardı edemeyiz.

Kimliğimiz İktidarın Yanlışlarından Ayrışmayı Gerektirir

Kimliğimizin bir yansıması olarak iktidarın yanlışlarından ayrışmayı ortaya koymalıyız. Mesela 17-25 Aralık yargı darbesi vakıasında iktidarın yanında durmamız, o süreçte konunun muhatapları olan adamların yolsuzluklarını görmezden geleceğimiz anlamına gelmemeli. Bu İslami kimliğimizden ödün vermek olacaktır. İslami sorumluluğumuz ertelenemez zira Allah’a hesap vereceğiz.

İslami hattımızı inşa etmek ideal hedefimiz olmalı. Sahih İslami hattın inşası konjonktürel kazanımların çok önündedir. Eğer cemaat aidiyetini geriye atıp bireyler olarak davranırsak bu süreç bizi eritir. Birlik ve bütünlük aidiyetimizi cemaat bilincimizi daha güçlü taşımalıyız. 

Bu süreçtki kazanımlarımızı toplum ve İslam ekseninde kalıcı kazanımlara dönüştürme çabamızı sürdürmeliyiz. 

 

Etkinlik-Eylem Haberleri

Bursa’da Suriye devrimi ve Gazze konuşuldu
"Sürünün İçinde Dijital Dünyaya Bakışlar"
Başakşehir’den Gazze direnişine bin selam!
Adana Özgür-Der’de “Emperyalizm ve Siyonizm İlişkisi” konferansı düzenlendi
Özgür-Der Gençliği “İslami Perspektiften Psikoloji” kitabını değerlendirdi