Müslümanların birbirlerine karşı “hud’a“ya başvurmaları haramdır

Hangi grup, mezhep ve fırkadan olursa olsun, Müslümanların birbirlerine karşı “hud’a“ya başvurmaları haramdır.

Ali Bulaç, "Hud'a" ve "Hile" kavramlarını yorumluyor:

Müslüman dünyanın yaşadığı ahlaki krizin sebeplerinden biri, Müslümanların kendilerine konum biçer, çıkarlarını korumak ister veya rakipleriyle mücadele ederlerken, dinin temelini teşkil eden ahlaki normları, hukukun belirgin kurallarını kolayca ihlal edebilmeleri, ihlal ederken de kendilerince dinden, dinin muteber kaynaklarından kolayca mesnet bulabildiklerini zannetmeleridir. Söz konusu yanıltıcı mesnetlerden biri “Harp hiledir” diye rivayet edilen hadistir.

Söz konusu hadisi başta Buhari olmak üzere (Cihâd 157) başka kaynaklarda da geçer.

Hadiste neyin kastedildiğini anlamak için terimin iştikakına bakmakta yarar var:

Kadı Beydavi, “hüd’a“nın farenin harici tehditlere karşı korunurken toprağın altında barındığı yerde iki kapı açmasıdır, der. Avcı onu bir delikten çıkacak diye beklerken, o diğer delikten çıkıp kaçar. Ragıb’a göre ise kelime kertenkelenin deliğinde saklanması anlamına gelir. Kertenkele, deliğine çekilirken yuvasının önüne akrep yerleştirir, böylece deliğine uzanan eli akrep sokar. Bu yüzden akrebe “kertenkelenin kapıcısı ve koruyucusu“ denmiştir. Kertenkele düzenbazdır.

Ayrı kökten türetilen “mahda’“ ev içinde evdir; bazan görünen, bazan kaybolan boyundaki iki damara da “ahda’an“ denmiştir. Bir başka anlamı kişinin dışarıdan iyi, güven verici, dürüst, yardımsever, sulh ve salahtan yana gözükürken gerçekte iç dünyasında kötü, hileci, desiseci, sahtekar, entrikacı, düzenbaz ve fesat çıkarcı olmasıdır. “Hüd’a” aynı zamanda tuzak kurma, şaşırtma, yanıltma tereddüde düşürme, oyuna getirme anlamına gelir. Ancak iştikaktan hareket edilip de kelime kullanılacaksa, kullanılacak yerin/cümlenin bağlamına uygun olmasına dikkat edilir. Önceki iki yazıda göstermeye çalıştığımız gibi söz konusu kelimeyi “mekr, keyd, tedlis, ğışş ve garardan“ ayırmak lazım. Allah’a izafe edildiğinde, Allah’ın kötü niyetli insanların, şaşırtma, yanıltma ve tuzaklarını boşa çıkarması anlamına gelir. Elmalılı hud’acıların başkalarına karşı zahiren selamet ve sedat ilham eden bir emir izhar edip batında onu izar eden bir şeyi gizlediğini söyler. Muhadaa, hud’a yani aldatma yarışına kalkışmaktır. Bir hadiste şöyle buyrulmuştur: “Kıyametten önce aldatıcı (hadda’atun) yıllar olacaktır“ (Müsned, II, 338). Hadis yorumcularına göre manası kıyamet öncesi bir keresinde kıtlık ve yokluğun, bir keresinde bolluk ve refahın yaşandığı “aldatıcı yıllar“ olacak demektir.

“Hile“ ise en yalın manasıyla çare, bir müşküle bulunan çözüm, çıkar yol demektir. Kelime bittabi maharet, marifet, hüner, ince sanat, zenaat, geliştirilmiş teknik, zeka ürünü çözüm ve yöntem gibi anlamları da içerir. Yazık ki dilimezde aldatma, yanıltma, dolandırma, alevere-dalevere gibi anlamlarda kullanılmaktadır. En meşhur olan terkib ise “Hile-i şer’iyye“dir. Sanki bununla insanlar dinin hükümlerini çarpıtıp tersyüz ederek Şeriat’ı, daha ileri düzeyde Allah’ı aldatmaya teşebbüs ederler. Halbuki hakiki manası Şer’i çare, yani “hukuki çözüm“dür. Söz konusu çözüme yine sabit hükümler ve sınırlar çiğnenmeden gidilir. Ebu Hanife ikiz erkek kardeşin ikiz kızla nikahlanıp da gerdek gecesinde birbirlenin yengeleriyle cima etmeleri üzerine çıkan trajik müşkülü, damatlar vegelinlerle görüştükten sonra eski nikahı bozup yeni nikah kıymak suretiyle çözmüştür. Oysa aynı düğün yemeğinde olan İmam es Sevri, kendisine sorulduğunda “La hiylete lehe (bu müşkülün çözümü yoktur)“ demiştir. Hukuki bir müşküle yine hukuki çözüm bulmak başka, ahlaki ve hukuki normları çiğneyerek makyavelist yöntemlerle sonuca gitmek başkadır.

Bu da bize gösteriyor ki, müslüman kavimlerin (Türkler, Farslar, Kürtler, Peştunlar vs.) Arapça’dan ithal ettikleri çok sayıda kelime ve kavramı dillerinde kullanmaları her zaman avantaj teşkil etmez. Kelime veya kavram bir kere belli –ve elbette yanlış- anlamda kodlanmışsa, onu tashih edip aslına irca etmek bazan zor oluyor. Belki bu durumda dilinde Arapça’nın etkisinin olmayan bir İngiliz veya Fransız müslümanın dinin sahih yüzüyle tanışması daha kolay olur.

Yaşadığımız utanç verici süreç İslami hüküm ve prensiplerin nasıl işimize geldiği gibi suistimal edildiğini göstermiş oldu. Her türlü yalan, aldatma, algı operasyonu, tezvir, itibarsızlaştırma, iftira, itham, yakıştırma, komplo, kumpas, entrika “Harp hile“dir diye tecviz edildi.  Bu çerçevede birkaç noktayı tashih etme zarureti var:

1) Efendimiz (s.a.)’in kullandığı “Harp hile“dir hadisinde bizim “hile“ diye çevirdiğimiz kelime yukarıda anlamını verdiğimiz “hile“ değil “hud’a“dır; “El harbu hud’atun.“

2) Hadisin bağlamı fiili savaş veya sıcak çatışmanın vuku bulması durumudur ki, a) Savaş (harb ve kital) ortamında “taktik“ demektir; b) İnce diplomasi ile sorunu çözmek mümkünse, savaşı önlemek maksadıyla diplomatik taktikler kullanmak gerekir. Hendek savaşında gizlice müslüman olmuş  Gatafanlı Nuaym İbnu Mes'ud el-Eşca'î’nin Kurayzaoğulları ile Kureyş’in birleşip yeni askeri ittifak kurup Müslümanları arkadan vurmalarının önüne geçmesi gayesiyle uyguladığı taktik gibi. Bu olayda Nuaym’ın hem Mekkeli müşriklere hem Kurayzaoğullarına “yalan” söylediği doğrudur, ama bu, savaş ortamında yani sıcak çatışmanın/mukatelenin sürdüğü kritik bir olayda savaşın bir parçası olarak başvurulmuş bir taktiktir. Nitekim Nuaym’ın kullandığı diplomatik taktiği kan dökülmesinin önüne geçmiş, Müslümanları büyük bir tehlikeden korumuştur. Bu manada düşmanı yanıltmaya Hz. Peygamber cevaz vermiştir (Müslim, Birr, 27; Tirmizî, Birr, 26).

3) Siyasi, sosyal, ticari rekabetlerde “hud’a“ya başvurulmaz, bu verilmiş bir ruhsatı bağlamı dışına çıkararak suistimal etmektir; “rekabet“ başka, “savaş“ başkadır. Hangi grup, mezhep ve fırkadan olursa olsun, Müslümanların birbirlerine karşı “hud’a“ya başvurmaları haramdır.  Müslümanları diğer din müntesiplerinden ayırt eden en belirgin vasıfları ahlakını takip etmekle yükümlü oldukları Peygamberleri gibi “doğru ve güvenilir/emin (es Sadiku(l emin)“ insanlar olmaları icap eder.

4) Savaş ile savaş dışı hallerde Hud’a’ya münafıklar başvurur, “Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya kalkışırlar“ ki (2/Bakara, 8-9), Müslümanın hud’a’ya kalkışması onu münafık davranışına yaklaştırır.

5) Hakiki manaları ve hüküm olarak vaz’edildikleri bağlamları itibariyle “hile“ hukuki çare, “hud’a“ savaş taktiği olduğuna göre, Müslümanların buna aldırmadan işlerine geldiği gibi hile ve hud’a’ya başvurmaları onları hem din, hem başkaları nezdinde güvenilmez kimseler kılar. Bu ise dinlerine verebilecekleri en büyük zarardır.

Savaşın bir hukuku olduğu gibi siyasi, sosyal ve ekonomik rekabet ve mücadelenin de bir adabı, hukuku ve ahlakı vardır.

İslam Düşüncesi Haberleri

Felah; fıtrat ve vahiyle yeniden buluşmamızda!...
Diyanetten hatırlatma: Tüm kumarlar haramdır!
Kemalistlerin cehaleti uçsuz bucaksız saçmalama özgürlüğü sunuyor!
İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
Mutlak kötüye karşı el-Kassam’ın özgürleştirici ribatı ve cihadı