Müslümanların adalet talebi...

Markar Esayan

 

Geçen hafta bizim gazete dâhil basında hak ettiği genişlikte yer bulamayan çok önemli bir gelişme oldu. Bir grup Müslüman aydın Hrant Dink cinayeti davası hakkında “Adalet Talebimiz Var” başlığı altında bir basın duyurusu yaptılar ve Biz bu davanın tabii tarafıyız, yeniden, hukuka uygun, kapsamlı ve sahici bir yargılama için çalışacağız” diyerek, Müslümanları http://www.adalettalebimizvar.com sitesinde açılan imza kampanyasına destek vermeye çağırdılar. Şu an itibariyle sitedeki imzacı sayısı 883’e ulaşmış durumda.

Sanırım bu girişime ilham kaynağı olan, Etyen Mahçupyan’ın “Hrant’ın arkadaşları” ve “Hrant’ın parazitleri” yazılarında sorusallaştırdığı, yerel mahkemede skandal kararla biten 4,5 yıllık mahkeme safahatında neden Müslümanlar –olmaları gerektiği ölçüde– yoklardı sorusuydu. Mahçupyan, Hrant’ın Arkadaşları inisiyatifinin çabalarının hakkını vermekle birlikte, ideolojik altyapılarının Hrant’ın sosyalist kimliğe hapsedilmesine yol açtığı, bunun ise geniş Müslüman kesimlerin davadan dışlanması sonucunu doğurduğunu iddia etti.

Ben de “Hrant’ın Arkadaşları ve Parazitleri” başlığıyla tartışmaya katıldım. Başta Hrant’ın Arkadaşları grubunun içindeydim. Mahçupyan’ın ne demek istediğini çok iyi anlıyorum o yüzden. Çoğu arkadaşım olan bu küçük grup davanın kendisi, kamuoyu oluşturulması ve basın ilişkileri boyutunda bir maestro görevi üstlendiler. Çok karışık, acılı, zor günlerdi. Hrant ve adalet için bir şeyler yapmak istiyorlardı. İlginin yoğun olduğu ilk günler geçtikten sonra da onlar orada kaldılar.

Hrant’ın arkadaşları tabii ki oraya yaklaşmak isteyenleri açıkça kovmadılar, ama grubu ideolojik çeşitlilik açısından büyütmek konusunda da istekli değillerdi. Evet, Rober Koptaş’ın yazdığı gibi Müslüman STK’lara mahkeme önleri için çağrı yapılmıştı ama, bunun sözde kalmaması için o kesimlerle organik-eşitlikçi bir ilişki ve sürekli bir çaba gerektiği de ortadaydı. Hrant’ın Arkadaşları’nın ise bu düzeyde bir iletişimi kotarabilecek özgürlükçü-eşitlikçi siyasi bir vizyonları yoktu.

Ben de bir süre sonra o çekirdekten uzaklaşmanın daha hayırlı olacağını hissettim. Hrant’ın davasının özel bir çekim alanı yarattığını gördüm. Böyle uzun, zorlu süreçlerde bunlar normaldir. Ama sorun olarak daha çok öngördüğüm, yöntem konusunda ciddi sıkıntılar yaşanacağıydı. Yani o çekirdeğe dâhil olmak için ideolojik bir kimya uyumu gerçekten gerekliydi. Lakin, bu durumun tek başına Müslümanların bu davayı sahiplenmesine engel teşkil ettiği fikrine katılmıyorum. Bunu yazmıştım. Türkiye’nin bu en derin ve sarsıcı siyasi suikastının sahiplenilmesi için birilerinden izin almaya, mecralara davet beklemeye gerek yoktu. Dileyen istediği mecrayı, tıpkı “Adalet Talebimiz Var” hareketi gibi yaratabilir, davaya sahip çıkabilirdi. Bu olmadı. Haksızlık olmasın; pek çok dindar yazar arkadaşım, beş yıl boyunca sayısız yazılar yazdılar, haber ürettiler. Ama bu grubun temsiliyetinin davanın ihtiyaç hissettiği taban baskısını yaratamadığı da bir gerçekti. Neden bunu diyorum?

Öncelikle, dindar Müslümanlar bu ülkenin en büyük sosyo-politik gücüdür. Davaya sahip çıkmayan AK Parti’yi de iktidarı sağlayan, reform politikalarına destek veren, değişim için siyaset üzerinde baskı kurma gücüne sahip olanlar onlar. Dink cinayeti, derin devleti tüm çıplaklığıyla gören bir davadır. Kurbanın Ermeni olması da, ülkedeki milliyetçi-ulusalcı ve mukaddesatçı kimyanın davayı sahiplenmekte tereddüt yaratmıştır. Hem devleti koruma refleksi, hem de Ermeni-Hıristiyan alerjisi genlere o kadar işlemiştir ki, AK Parti, kendisini hedef aldığının bal gibi bildiği bu davaya sahip çıkamamıştır. Bilinç düzeyinde bunu asla kabul ettiremezsiniz, ama bilinçdışında bu ülkenin Müslümanlarının ciddi bir milliyetçilik sorunu olduğunu, sadece Vecdi Gönül’ün “Rumların, Ermenilerin gitmesi ile milli birliğimizi sağladık” açıklamasıyla bile anlarsınız. Taksim’de düzenlenen Hocalı mitingindeki ırkçı havanın çoklu halde görmezden gelinmesi, hafifsenmesi, henüz yüzleşilmemiş bu altyapının sonucudur.

Benim hiç anlamadığım ve anlayamayacağım bir şekilde, Türkiye’deki Müslümanların önemli bölümü aşırı dozda milliyetçiler. Kur’an ile doğrudan çelişen bu durumla nasıl başa çıkıyorlar bilemiyorum. Kur’anı bir kenara bıraksanız dahi, Hz. Muhammed’in Veda Hutbesi bile, tüm Müslümanların irkilerek, kemalizmden, ulusçu ideolojilerden, tektipçilikten uzak durmalarını gerektirir. Oysa bir haksızlığa karşı mağdurdan yana olmayı ima eden ve imanla uyumlu “Hepimiz Ermeniyiz” söylemine olan alerji yüzünden, davaya sahip çıkamadılar. Bu da kemalistlerin toplum mühendisliğinin aslında çok başarılı olduğunu gösterir. Solcuları sıklıkla –ben dâhil– kemalist olmakla suçluyoruz, peki Müslümanlar ne âlemde?

Her toplumsal kesim gibi, Müslümanlara da kategorik, tekçi yaklaşmamak gerektiğini biliyor, gittikçe güçlenen olumlu oluşumları bunun dışında tutuyorum. O zaman ülkenin yüzakı olan Müslüman aydınların düzenlediği bu imza kampanyasına katılmaya çağırıyorum sizi. “Yüzde 99’u Müslüman” olmakla övünen bir ülkede 883 başlangıç için iyi, sonuç almak için ise yetersiz bir rakam çünkü...


mesayan@markaresayan.com

TARAF